Seyâhatnâme

Seyyah ve Seyahatname Seyahatname

Seyâhatnâme, Arapça siyâhat (gezi) ile Farsça nâme (risâle) kelimelerinin birleşmesiyle Türkçeye girmiş bir kelimedir. Arapça seyh kökünden mastar olarak türemiş olan siyâhat sözcüğü suyun yerin üstünde sürekli akması anlamına gelmektedir. Yürüme, gitme, ibadet amacıyla yer yüzünde gezip dolaşma veya uzun yolculuk, gezi manalarına da sahiptir. Yolculuk eden kişiye sâih veya seyyâh denilmektedir. Seyâhatnâme, Fars edebiyatında sefer-nâme, Arap edebiyatında rihle, Batı edebiyatında travelogue (seyahat günlüğü) olarak anılmaktadır. Rahl kökünden türeyen rihle kelimesi sözlükte yola koyulmak, gitmek anlamında kullanılmıştır. Sefer ve seyr kelimelerinin ibret almak için gezip dolaşmak gibi karşılıkları bulunmaktadır. En genel ve yerleşik tanımıyla seyâhatnâme, dar veya geniş bir coğrafyada seyyahın gezip gördüğü yerler hakkındaki izlenimlerini anlattığı eserdir. Son zamanlarda seyahatname karşılığı olarak Türkçede gezi yazısı kavramı kullanılmaktadır.

İlk ve Ortaçağ’da Batı’da Seyâhatnameler: Seyahat, insanlık tarihi kadar eskidir. Çok eski çağlardan bu yana insanlar uzak ve bilinmeyen diyarlara yapılan seyahatleri konu edinen hikayelere her zaman ilgi duymuştur. Batı’da seyâhatnâmelere ilk örnekler, ilki Amasyalı ve her ikisi de Anadolulu olan Strabon ve Pausanias’ın eserleridir. Bununla birlikte, Marco Polo’nun doğu ülkelerine yaptığı geziyi anlattığı seyâhatnâmesi, üslup ve metin olarak Batı edebiyatının gerçek anlamda ilk seyâhatnâmesi olarak kabul edilmektedir.

Marco Polo’nun yaşadığı Ortaçağ’da egzotik doğu mallarını satarak zengin olan Venedikli, Cenevizli ve Pizalı İtalyan tüccarların hiçbiri bu toprakları aslında hiç görmemişlerdir. Bu tüccarların Uzakdoğu ile bağlantıları Doğu Akdeniz liman kentleri üzerinden sağlanmıştır. Değerli mallar İpek ve Baharat yolları üzerinden kendilerine ulaşmıştır. Müslümanlar çekinmeksizin Avrupalı tüccarlar ile İskenderiye, Halep ve Şam gibi merkezlerde ticaret yapmışlar, ancak Müslüman Türkler, tüccarların bir adım daha ilerlemesine izin vermemişlerdir. Bu, Avrupalılar için Ortaçağ’ın demir perdesiydi. Bu demir perde, 1250-1350 yılları arasında en azından İpek Yolu için, ortadan kalkmıştır. Demir perdenin kalkmasına neden olan Moğollar’dı. Moğollar en geniş zamanında Roma İmparatorluğu’nun iki katına ulaşmış geniş bir kara imparatorluğunu kurmuşlardır. Nerdeyse İpek Yolu’nun büyük bir bölümünü topraklarına katmışlardır. Moğollar zamanında çok sayıda misyoner diplomat, seyyah ve tüccar doğrudan Çin’e, İpek Yolu’nun başlangıcına gidebilme imkanına kavuşmuştur. 1245’te Fransisken keşiş Carpineli John (1180-1252) Papa tarafından Moğollara elçilikle görevlendirilmiştir. Keşiş John iki yıllık yolculuğuna dair kaleme aldığı 30 sayfalık raporunda Tatar gelenekleri ve günlük yaşamlarına dair önemli ayrıntılar vermiştir. Bu öncü misyoner diplomatı daha sonra başkaları izlemiştir. Marco Polo (1254-1324), Moğolların kaldırdığı demir perdeden Çin’e ulaşan Ortaçağ Hıristiyan gezginlerinin en deneyimlisi, verimlisi ve etkilisi olmuştur. Fransisken mezhebinden olanlar Moğolistan’a üç yıl içinde gidip dönmüşlerdi. Görevleri misyoner-diplomat çerçevesi içerisinde kalmıştı. Marco Polo’nun yolculuğuysa 24 sene sürmüştür. O, kendisinden önce gidenlerden çok daha içerilere, Moğolistan’ın ötesine, Çin’in kalbine kadar uzanmıştır. Çin’i bir uçtan bir uca okyanusa kadar kat etmiştir. Bu arada Kubilay Han’ın danışmanlığını yaparak çeşitli kimliklere bürünmüştür. Dili rahatlıkla kullanabilmesi Çin kültürüne ve Çin’deki gündelik yaşama kolayca uyum sağlamasına yardımcı olmuştur. Kuşaklar boyunca Polo’nun canlı ve gerçekçi Doğu yaşamı betimlemeleri Avrupa için Asya’nın keşfi niteliğinde olmuştur. Marco Polo, babası ve amcasının eşliğinde Kuzey İran üzerinden Tebriz, Karadeniz’in güneyindeki bir liman olan Trabzon ve sonra da İstanbul yoluyla tam 24 yıllık bir ayrılıktan sonra 1295 kışında Venedik’e dönebilmiştir. Bir söylentiye göre, Venedikliden çok üç kılıksız Tatar’a benzeyen bu yabancıları soylu akrabaları kabul etmekte epey zorlanmıştır.

İslam Dünyasında Seyâhatnâmeler: Müslümanlar hac, ilim tahsil etme, dil öğrenme ve coğrafi araştırmalarda bulunma gibi birçok amaç için seyahatler gerçekleştirmiştir. İslam dininin tebliğ edilmesi de yapılan seyahatlerin önemli amaçlarından biri olmuştur. Seyahatler bazen bir devletin elçisi olarak da yapılabilmiştir. Birûnî’nin Tahkiku mâi’l-Hind adlı eserinde olduğu gibi Müslüman seyyahlar yaptıkları seyahatlerinde başka inançları araştırmak, çeşitli düşüncelerle tanışmak ve farklı toplumları tanımak gibi amaçlar da gütmüşlerdir. Müslümanların kısa bir zamanda Atlas okyanusundan Ceyhun Nehri’ne kadarki geniş bir alana tek başlarına hâkim olmaları ve bu alanda seyahat özgürlüğünü ve güvenliğini sağlamaları, büyük bir toplumsal ve kültürel hareketliliğe yol açmıştır. Bilinen ilk İslam seyyahı Mekhûl b. Ebû Müslim’dir (ö. 112/730). Mısır, Suriye ve Irak şehirleriyle bütün Ortadoğu’yu ve Hicaz bölgesini dolaşmıştır. Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh, 921’de İdil Bulgar Hükümdarı Almış Han’ın İdil’deki karargâhına İbn Fadlân’ın başkanlığında dinî bir heyet göndermiştir. İbn Fadlân, Risâletü İbn Fadlân adı verilen seyahatnamesinde, Bağdat’tan ayrılıp yine oraya dönünceye kadar gördüklerini, Bulgar ülkesini ve Rusya’yı, ayrıca buralarda yaşayan halkı ve âdetlerini anlatmıştır. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’den (ö. 1148) itibaren seyahatnâmeler günlük anılar şeklinde de yazılmıştır. İbn Cübeyr bu yeni türü daha ileriye götürmüş, eserinde yüksek bir edebî üslûp kullanmış olması dolayısıyla seyahat edebiyatının onunla başladığı söylenmiştir. İbn Cübeyr hac maksadıyla çıktığı seyahatine 1183’te Gırnata’dan başlamış ve yolculuğu iki yıl üç buçuk ay sürmüştür. Seyahatnâmesi Rihletü İbn Cübeyr veya Rihletü’l-Kinânî olarak anılmaktadır. Seyahati esnasında Mısır, Hicaz, Irak ve Suriye’ye uğramış; gördüklerini günlük notlar halinde kaleme almış; ekonomik, sosyal ve siyasal değerlendirmelerde bulunmuştur.

Ortaçağ’ın dünyaca ünlü Müslüman gezgini ve Müslümanların Marco Polosu olarak anılan İbn Battuta (ö.1369), 14. 06. 1325 Perşembe günü hac amacıyla büyük yolculuğuna başlamıştır. Uğradığı yerlerde dini konulara hâkim bir kişi olarak insanların övgülerine mazhar olması, onda, devrinin İslam dünyasını tanıma merakı uyandırmış ve kendisinin araştırmacı yönünü kamçılayarak çeyrek yüzyılı aşan seyahatlerini gerçekleştirmesinde etkili olmuştur. Mısır Suriye, Arap Yarımadası, Irak, İran, Doğu Afrika, Anadolu, Kuzey Türk illeri, Doğu Asya, Hindistan, Maldivler, Seylan, Çin, İspanya ve Sudan gibi ülkeleri gezmiştir. Toplam 75 bin kilometre yol kat etmiştir. Bu yönüyle kendinden önceki bütün gezginlerin rekorunu kırmayı başarmıştır. Gezi notlarını Rıhletü İbn Battûta diye bilinen Tuhfetü’n-Nuzzâr fî Garâibi’l-Emsâr ve Acâibi’l-Esfâr başlıklı seyâhatnâmesinde toplamıştır.

Fars Edebiyatında Seyahatnameler: Gerçek bir seyahate dayanan ilk Farsça eser, Nasır-ı Hüsrev’in Sefer-nâme’sidir. Aynı zamanda ilk dönem Müslüman seyyahlarından sayılan Nâsır-ı Hüsrev, Aralık 1045’te, hacca gitmek üzere yola çıkmış ve yaklaşık yedi yıl sürecek seyahatine başlamıştır. Nîşâbur, Damgan, Simnân, Kazvin ve Şemîrân’a uğrayarak Tebriz’e ulaşmış; oradan Hoy, Ahlat, Bitlis, Silvan ve Diyarbakır yoluyla Urfa’ya kadar gitmiştir. Suriye ve Filistin şehirlerini ziyaret ettikten sonra ilk haccını gerçekleştirmiştir. Ardından İran’ın tamamını, Anadolu, Suriye, Filistin, Hicaz, Mısır, Sudan ve Tunus’u ziyaret etmiştir. Safevi hanedanı zamanında (1502-1736) I. Şah Abbas’ın, kendisi de seyâhatnâme yazarı olan İngiliz maceracı Sir Anthony Sherley’nin yanında Hazar denizi, Volga Nehri, Moskova üzerinden Almanya ve bugünkü Çek Cumhuriyeti’ne ve oradan İtalya daha sonra İspanya seyahatine gönderdiği (1599) İranlı Don Juan olarak tanınan Oruçbey İtalya’da Papa’nın misafiri olmuş ve burada Hıristiyanlığı benimsemiştir. Oruçbey, kilise korumasında İspanya’ya gitmiştir (1602). Isfahan’dan başlayan ve İspanya’ya uzanan seyahati ve yaşadıklarına dair notlarını Farsça tutmasına rağmen seyâhatnâmesi Licentite Alfonso Ramon adlı bir keşiş tarafından İspanya’nın Valladolid bölgesinde kullanılan Castille dilinde kaleme alınmıştır. Safeviler zamanında Fars edebiyatında seyâhatnâme yazımında öne çıkan konuların başında; Şii ulemanın seyahatleri, hac ve kutsal yerlerin ziyaretleri ve Hindistan gezileri gelmiştir. Kaçarlar döneminde Farsça seyâhatnâmelerin sayısı çok fazladır. İran’da gerçek anlamda Farsça seyâhatnâmeler yazılmaya başlaması da bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu dönemin en iyi seyâhatnâmelerinden biri Mirza Ebu Talib Isfahânî (1751-1806) tarafından yazılmıştır. Mirza Ebu Talib 1798-1803 yılları arasında beş yıl boyunca Londra ve Paris gibi Avrupa kentleriyle Kuzey Afrika’ya yaptığı seyahatlerini Sefer-nâme-yi Ebu Tâlib olarak bilinen Mesir-i Tâlibî fi bilâdi’l-Efrencî adlı seyâhatnâmesinde kaleme almıştır. Kaçarların ilk döneminden itibaren batılı tarzda seyâhatnâme yazımını öğrenen ve önceki seyâhatnâme yazımı geleneğini de bilen resmi devlet görevlisi, din adamları ve seyyahlar gibi farklı sınıflardan insanlar çıktıkları seyahatleri daha abartısız ve gördüklerini olduğu gibi aktaran bir tarzda seyâhatnâme yazmaya başlamışlardır. Safeviler zamanında başlayan İranlıların Batı’yla olan ilişkileri Kaçarlar döneminde hızla gelişmiş ve aralarında Feth Ali Şah, Nasıruddin ve Muzafferuddin Şah’ın da bulunduğu, birçok Kaçar devleti görevlisi, öğrenciler ve aydınlar yurtdışına gitmişlerdir. Bu Kaçar şahlarının seyâhatnâmeleri meşhurdur.

Türk ve Osmanlı Edebiyatında Seyahatnameler: Türk edebiyatında ilk seyâhatnâme örneği Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Acâibü’l-Letâif’idir. Hıtay Sefaretnamesi adıyla da anılmaktadır. 1422’de tamamlanan eserde Hoca Gıyaseddin, Timur’un oğlu Mirza Şahruh’un Çin imparatoruna gönderdiği elçilik heyetinin Herat’tan başlayan ve üç yıl devam eden yolculuğunu anlatmaktadır. Farsça kaleme alınan bu eser daha sonra Türkçe'ye çevrilmiştir. İlk Osmanlı seyyahı Tüccar Ali Ekber Hıtâî’dir. Hıtâî, 1515-1516’da yazıya dökülen Hıtâînâme başlığını taşıyan eserinde 1500-1510 dolaylarında Çin’e gerçekleştirdiği seyahati anlatmaktadır. İlk olarak Yavuz Sultan Selim’e, onun ölümünden sonra Kanuni Sultan Süleyman’a sunduğu bu eserin dili de Farsça olmuştur. Hıtâînâme’nin Türkçeye çevirisi Kanunnâme-i Çin ü Hıtâ adıyla yapılmış, 1853’te matbaada çoğaltılmıştır. Seydi Ali Reis’in Mir’atü’l-Memâlik’i seyâhatnâme türünün çok önemli bir örneğidir. Seydi Ali Reis, 1553’te Kanuni tarafından Mısır kaptanlığına tayin edilişinin hemen ardından bu donanmayı Mısır’a getirmek üzere dört yıl sürecek maceralı bir yolculuğa çıkmış ve Mir’atü’l-Memâlik’te bu yolculuğunu ayrıntılı olarak anlatmıştır. Ahmed İbn-i İbrahim Tokadî ismiyle anılan bir tüccarın hem ticaret hem de seyahat amacıyla yaptığı Hindistan gezisini anlattığı manzum seyâhatnâmesi Acâibnâme-i Hindistan, XVI. yüzyıl sonlarının Hindistan coğrafyasını tanıtması bakımından önemlidir. Kâbil üzerinden Hindistan’a giden Tokadî, burada mal değişimi yoluyla epeyce servet sahibi olmuştur. Basra, Yemen, Hicaz güzergâhıyla memlekete dönen seyyah, Sultan III. Murad devrinde yazdığı 248 sayfalık eserinde bu seyahatte yaşadıklarını yazmıştır.

Osmanlı Devleti’nde, ilk zamanlarda, seyâhatnâme yazımı çok gelişmemiştir. Aslında Osmanlı Devleti’nde kara ve deniz yolculukları yaygındı. Savaşlar, ticari faaliyetler, hac, diplomatik görevler ve hatta casusluk çok sık gerçekleşen hareketliliklerdi. Her yıl, binlerce asker Balkanlardaki düzlüklerde, Kuzey Afrika’daki çöllerde, İran’daki dağlarda ilerlerdi. Binlerce insan İslam’ın kutsal şehirleri Mekke ve Medine’yi hac amacıyla ziyaret ederdi. Dervişler, ajanlar gizlice Osmanlı Devleti’nin dışındaki dünyada dolanırlardı. Tüccarlar develer ve atlarla ticari eşyaları eski yollarda doğudan batıya taşırlardı. Elçiler Osmanlı sultanları adına çeşitli nedenlerle etraftaki krallarla ilişki kurarlardı. Bu bakımdan Osmanlı Devleti’nde seyahat etmekte değil, seyâhatnâme yazmak konusunda bir eksiklik vardı. Osmanlılar yazmayı değil anlatmayı tercih ediyorlardı.

Osmanlı seyahat yazımında savaş, hac, ticaret gibi amaçlar öne çıkmıştır. Bilhassa savaşlara bağlı olarak yazılan gazavatnâme, ruznâme, fetihnâme, zafernâme, menazilnâme, esaretnâme türünde eserler seyahate ilişkin bilgiler içermiştir. Hac yolculuklarını kapsayan ve bir çeşit hac rehberi sayılan Menasik-i Haclar da önemliydi. Sefâretnâmeler, siyaset ve tarih ilmine katkıda bulunmak için yazılmış resmî seyahatnâmelerdir. İlk Osmanlı sefâretnâmesi, 1665 yılında büyükelçi sıfatıyla Viyana’ya gönderilen Kara Mehmed Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Son sefâretnâme ise Abdürrezzâk Bâhir Efendi’nin 1845’te Risâle-i Sagire (Küçük Risale) adıyla yazdığı Paris-Londra sefâretnâmesidir. Sefâretnâmelerin en meşhuru 1720 yılında Paris’e gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed’in Fransa Sefâretnâmesi’dir. Çoğunlukla, yazarının içinde bulunduğu durumu dostlarına bildirmek istemesi ya da korsanlar tarafından kendisinden istenen fidyeyi memleketteki dostlarının yardımıyla temin ederek kurtulma arzusuyla kaleme alınan esâretnâmelerden bazıları esir olanların gittikleri yerlere dair bilgilerini de içermektedir. Maltalı korsanlara esir düşen Mâcuncuzâde Mustafa, 1599’da kaleme aldığı Sergüzeşt-i Esîrî-i Malta adlı eserinde esaret hayatını ayrıntılı biçimde anlatır. Tımışvarlı Osman Ağa’nın Bir Osmanlı Askerinin Sıradışı Anıları (1688-1700) da önemlidir. Osmanlı Devleti’nde Evliya Çelebi gibi kendi başına seyâhatnâme yazanlarsa oldukça sınırlıdır.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’si Osmanlı seyâhatnâmeleri içerisinde en kapsamlısı ve en meşhur olanıdır. Evliya Çelebi, 25. 03. 1611 tarihinde, İstanbul, Unkapanı’nda doğmuştur. Babası Derviş Mehmed Zıllî, I. Süleyman’dan I. Ahmed’e kadarki padişahların kuyumcubaşısıydı. Evliya Çelebi dayısı ya da annesinin teyzesinin oğlu olan Silâhtar Melek Ahmet Paşa’nın aracılığıyla devlet içerisinde çeşitli görevler elde etmiştir. Arapça, Farsça, Rumca, Latince ve Yunanca gibi dillere hakimdi. Ailesinin maddi durumu iyi olduğu için pek geçim sıkıntısı çekmemiş olan Evliya, Enderun’da eğitim almış; sonra saraya musâhib (sohbetçi, sohbet arkadaşı) olarak kabul edilmiş ve daha sonra sipahilere dahil olmuştur. Seyahatlerinin büyük bir kısmını da resmi görevli sıfatıyla gerçekleştirmiştir.

Seyâhatnâme’de seyahatlere başlama öyküsü bir rüyayla başlamaktadır. Evliya Çelebi, 19. 08. 1630 gecesi rüyâsında, Yemiş İskelesindeki Ahi Çelebi Câmii’nde kalabalık bir cemâat arasında Hz. Muhammed’i görür. Huzûruna varınca; Şefâat yâ Resûlallah! diyecekken, heyacanla; Seyâhat yâ Resûlallah! der. Hz. Muhammed de tebessüm ederek ona hem şefâatini müjdeler hem de seyahatine izin verir. Orada bulunan Sa’d bin Ebî Vakkas da gezdiği yerleri ve gördüklerini yazmasını tavsiye eder. Evliya Çelebi, rüyasını Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede’ye anlatır. Şeyh, bu rüyanın hayırlı olduğunu ve mutlaka seyahate çıkması gerektiğini tavsiye eder. Babası, Evliya Çelebi’nin İstanbul dışına çıkmasına uzun zaman karşı koysa da 1640’ta, eski dostu Okçuzâde Ahmed Çelebi ile gizlice Bursa’ya giden Evliya Çelebi’nin bu yolculuğu bir ay sürer, dönüşünde artık oğlunu tutamayacağını anlar ve bu seyahate çıkmasına izin verir.

Evliya Çelebi, 71 yaşlarında, 1682 yıllarına doğru İstanbul’da ölmüştür. Seyâhatnâme, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve çevresinin eksiksiz bir tasvirini ve seyahatlerin mükemmel bir kaydını sunmaktadır. Seyâhatnâmede XVII. yüzyıl Osmanlı coğrafyası, bu dönem konuşulan Türkçe ve ağız özellikleri, gittiği bütün yerlerin genel durumu, coğrafi konumu, tarihi, halkının özellikleri, dili, dini, kıyafetleri, sanatları, gündelik yaşamları, evleri, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarının bütün özellikleri; bunların yapılış yılları, onarımları, yapan, yaptıran veya onaranlar, yönetimi, eski aileleri, ileri gelen kişileri, şairleri, oyuncuları, çeşitli kademelerdeki görevlileri bütün ayrıntılarıyla aktarılmaktadır. Evliya’nın eserinde anlattığı olayların hepsine şahit olup olmadığı da çok tartışılmaktadır. Bir kısım olayların daha çok hayal mahsulü olduğu tahmin edilmekte ve gittiğini söylediği bazı yerlere aslında gitmediği de tartışılmaktadır. Bununla birlikte, son dönemde resmi Osmanlı kayıtlarına göre yapılan Osmanlı şehir tarihi çalışmaları Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilerin tutarlılığını ortaya koymuştur.

Seyâhatnâmeyi 1814’te Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer Batı ülkelerine tanıtmıştır. Birçok yabancı bilim adamı Çelebi hakkında araştırmalar yapmış eseri birçok dile çevrilmiş ve yayımlanmıştır. Gezi güzergâhı ve gittiği yerler onun eserinde geçen yönleri ile yeniden incelenmiştir. 71 yıllık yaşamının yaklaşık 50 yılını seyahatlerde geçirmiş olan Evliya, 26 milyon kilometrekare yüzölçümüne sahip üç kıtaya yayılmış Osmanlı Devleti’nin hemen her tarafını gezmiştir. Anadolu, Rumeli, Suriye, Irak, Mısır, Girit, Hicaz, Ukrayna, Romanya, Slovakya, Transilvanya, Moldovya, Avusturya, Macaristan, Polonya, Almanya, Hollanda, Bosna-Hersek, Dalmaçya, Güney Rusya, Kırım, Kafkasya, İran. Mısır, Habeşistan ve Sudan’a kadar gitmiştir. Seyâhatnâmede yazarın ilk yolculuğu 27. 04. 1640’ta başlayan Bursa-İstanbul-İzmit güzergâhında gerçekleşmiştir. Seyâhatnâmenin son kısmı 1672’de Kutsal topraklara (Hicaz’a) ve Kahire’ye olan yolculuktur. Seyâhatnâme on ciltten oluşmaktadır.

Osmanlı yazarları tarafından, seyahat hatırası olarak kaleme alınan eserler XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra belirgin bir artış göstermiştir. Bu seyâhatnâmelerde özellikle Avrupa coğrafyası çok geniş yer tutmaktadır. Tanzimat döneminde Avrupa’ya açılmanın alabildiğine genişlemesi sayesinde askerler, devlet adamları, denizciler, memurlar, gazeteciler, edebiyatçılar, doktorlar vs. dünyanın kimi zaman en uç noktalarına kadar seyahat etmişler ve bu seyahatlerinin anılarını kaleme almışlardır. Sadık Rıfat Paşa’nın 1838 tarihli İtalya Seyâhatnâmesi ve Mustafa Sami Efendi’nin 1840 tarihli Avrupa Risalesi, Tanzimat döneminde Avrupa’nın yakından tanınmaya başlaması bakımından özel bir öneme sahiptir. Bu iki gezi eseri Avrupa uygarlığının bütünlüğüne dikkat çekmeleri, Avrupa’da çalışma, eğlence, kadın, erkek, tabiat, şehir hemen her şeyin bir bütün hâlinde olduğunu görmeleri bakımından da dikkat çekicidir. Bu iki eserin ardından Mehmed Rauf’un Seyâhatnâme-i Avrupa’sı (1851) da önemlidir. Mehmed Rauf, 1851’deki büyük Londra Sergisi’ne İstanbul’dan mal götüren gemiyle Avrupa seyahatine çıkmıştır. Eserinde Avrupa’ya gidiş amacını “Lisan öğrenmek, Avrupa’yı ve insanlarını görüp tanımak, Avrupa medeniyetini temaşa etmek” biçiminde aktaran Mehmet Rauf; Malta, İtalya, Fransa güzergâhıyla Londra’ya ulaşmış, yalnızca büyük sergiyi değil, geçiş yolu üzerinde gördüklerini de anlatmıştır. Bu eserleri kısa zaman içerisinde diğerleri takip etmiştir. Bunlardan birkaçı Ömer Lütfi’nin Ümid Burnu Seyahatnâmesi, Hayrullah Efendi’nin Avrupa Seyahatnâmesi, Bağdatlı Abdurrahman Efendi’nin Brezilya Seyâhatnâmesi, Seyyah Mehmed Emin Efendi’nin İstanbul’dan Asyâ-yı Vustâ’ya (Orta Asya’ya) Seyahat, Sâdık el-Müeyyed Paşa’nın Afrika Sahrâ-yı Kebîrinde (Büyük Sahra) Seyahat, Ali Cevad’ın Almanya Seyahatnâmesi, Felemenk Seyahatnâmesi, Rusya Seyahatnâmesi, Cenab Şahabeddin’in Hac Yolunda eserleridir.

Türkler ve Osmanlı Devleti’ni Konu Edinen Batı Seyahatnameleri: Osmanlı İmparatorluğu, kurulduğu ve genişlediği coğrafi alan itibarıyla yabancıların dikkatini çeken ve kuruluşundan yıkılışına kadar pek çok seyyah tarafından ziyaret edilen bir ülke olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Suriye ve Mısır’a sahip olması, Doğu Akdeniz’in başlıca egemen gücü haline gelmesi, Avrupa devletleriyle ilişkilerinin yoğunlaşması ve 1580’li yıllarda Hindistan’a uzanan ticaret yolunun önem kazanması Osmanlı topraklarına olan seyahatleri artırmış ve pek çok seyâhatnâme kaleme alınmıştır. Bu dönemde gücünün zirvesinde olan Osmanlı Devleti seyyahların pek çok açıdan hayranlıkla bahsettikleri bir ülke olmuştur. Bu nedenle, XVI. ve XVII. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu ve Doğu ile ilgili seyâhatnâmelerin çoğu doğru ve tarafsız kaleme alınmıştır.

Hindistan’da İngiliz yönetiminin kurulması, Fransızların Mısır’ı işgal etmesi ve İngiliz-Fransız rekabetinin çoğalması, XVIII. yüzyılın sonundan itibaren Doğu’ya giden Batılı seyyahların ve seyâhatnâmelerin sayısında gözle görülür bir artış meydana getirmiştir. Sayıları artan bu seyâhatnâmelerde önceki yüzyılların aksine, Osmanlı İmparatorluğu ve onun kurumları taraflı ve önyargılı olarak kaleme alınmıştır. XIX. yüzyılda doruk noktasına ulaşan sömürgecilik ve emperyalizm, seyâhatnâmelerin yapısını değiştirmiş, demiryolları ve buharlı gemiler sayesinde seyahat koşullarının iyileşmesi, Doğu-Batı farklılığını da güçlendirmiştir. Bunun yanında yüzyılın sonlarına doğru klasik dönemdeki seyyah yerini mesleklerine göre uzman kişilere bırakmış ve böylece jeolog, coğrafyacı, arkeolog ve tarihçi gibi bilimsel disiplinlerden gelenler alanlarına göre daha önemli ve bilimsel verilere dayalı eserler ortaya çıkarmışlardır. Fakat bunların yanında etnografı, arkeoloji ve filoloji gibi bilim dallarının kurumsallaşması ve şarkiyatçılığın bir akademik dal olarak gelişmesi Doğu hakkındaki verilerin daha sistematik veriler haline dönüştürülmesini sağlamıştır. Birçok şarkiyatçı için Doğu bir kariyer alanı haline gelmiştir.

Osmanlı topraklarında bulunan ve bu devlet hakkında bilgi veren ilk iki Batılı seyyah Schiltberg ve Clavijo’dur. Johann Schiltberg, 1396’daki Niğbolu Muharebesi’nde Osmanlılara; 1402’de Ankara Muharebesi’nden sonra Moğollara esir düşmüştür. Daha sonra esaret hayatı hakkında bir eser kaleme almıştır. Timur’a elçi olarak gönderilen İspanyol Ruy Gonzalez De Clavijo 1403-1405 arasında Osmanlı topraklarında bulunmuştur. Bu iki eserin seyahatlerini anlattığı eserlere daha sonra Osmanlı ülkesine elçi olarak gelen Busbecq, Schweigwer, Dernschwamn ve Gerlach gibi diplomatlar eklenmiştir. Esirler ve diplomatların seyahat notlarını zaman içerisinde Chevalier D’arvieux gibi tüccarlar, J. Span gibi arkeologlar, J. Piton de Tournefort gibi botanikçiler, Thomas Smith ve H.F.G. Paulus misyonerler ve Gerard de Nerval, K Humsun ve Edmondo de Amicis edebiyatçıların notları izlemiştir.

Hollanda asıllı Ogier Ghiselin de Busbecq, 1555-62 yılları arasında Avusturya elçisi olarak İstanbul’da bulunmuştur. İstanbul’da bulunduğu tarihlerde İtalya’daki öğrencisi Nicholas Michault’a yazdığı dört mektuptan meydana gelen eseri 1643’te Latince yayınlanmış ve birçok Avrupa diline çevrilmiştir. Kanuni döneminin idarî ve askerî yapısı, halkın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durum hakkında oldukça orijinal bilgiler verir. Osmanlı toprakları boyunca seyahat edenler arasında Fransızlar da önemli bir yer tutmaktadır. 1547’de Fransa elçisi olarak İstanbul’a gönderilen Monsier D’aramon Kanuni, Doğu yönünde seferde olduğu için padişahı görmek üzere İran’a kadar gitti. Monsier Seyahatnamesi, elçinin maiyetinde bulunan sekreterlerinden J. Chesneau tarafından kaleme alınmıştır. Jean-Baptiste Tavernier (1605-1689) Fransa’dan İran’a yaptığı altı seyahati beş cilt halinde yayımlanmıştır Eserin birinci cildi Türkiye ve İran’a ayrılmıştır. Tavernier’nin seyahatnâmesinde gezip gördüğü şehirler hakkında verdiği bilgiler ekonomik ve ticarî yönden büyük önem taşır. Anadolu, Irak ve İran’daki kervanların, kervan yollarının, kervansarayların ayrıntılı bir envanterini yapmıştır. Jean Thévenot 1655-1656’da İstanbul’da dokuz ay kalmış ve daha sonra Bursa, İzmir, Ege Adaları üzerinden Kudüs’e gitmiştir. Paris’e döndükten sonra seyahatini bir kitap halinde yayınlamıştır. XVI. yüzyılın son çeyreğinde İngilizlerin de Osmanlı topraklarına ilgisi artmıştır. 1578-1581 ve 1583-1588 tarihlerinde İstanbul’da İngiliz elçisi olarak bulunan William Harborne Osmanlı-İngiliz diplomatik ilişkilerini başlatan kişi olarak tarihe geçmiştir. Onun İstanbul’da bulunduğu tarihlerde İngiltere’nin kendisiyle Osmanlı’nın Doğu Akdeniz Bölgesi arasındaki ticareti sağlaması için Levant Company (Doğu Akdeniz) Şirketi kurulmuştur. Merkezi Halep olan şirketin İstanbul, İzmir gibi şehirlerle de şubeleri vardı. Harborne’un anıları daha sonra kaleme alındı. Lady Montegue, eşi Wortley Montegue’nin 1717’de İngiltere’nin Osmanlı elçisi tayin edilmesi vesilesiyle İstanbul’a gelmiştir. Yazdığı mektuplarda bir kadının bakış açısıyla III. Ahmed dönemi ve Lâle Devri’nin arifesinde Osmanlı hakkında önemli bilgiler vermiştir. Mektuplarının bir kısmı Şark Mektupları adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. 1658’de İstanbul’a gelen Danimarkalı seyyah Monsier Des Hayes bu seyahatini anlattığı bir seyahatname kaleme almıştır. 1678’de İzmir’e gelen Hollandalı Cornelius De Bruyn burada üç ay kalmıştır. Daha sonra İstanbul’a geçmiştir. 1682-1683’te Halep’e varmıştır. Seyahatnamesinde, Mısır, Suriye, Kıbrıs, Rodos hakkında önemli bilgiler bırakmıştır.

XVIII. yüzyıl Büyük Avrupa Turu anlatımlarının hem yazmak hem de toplamak açısından popüler olduğu bir zaman olmuştur. Batı seçkinleri için, Büyük Tur, felsefe, edebiyat, sanat, mimari ve klasik antik dünya hakkında bilgi edinirken Fransa, Almanya ve en önemlisi İtalya’yı gezme fırsatı sunmuştur. Birçoğu seyahatlerini defterlere kaydetmiş ve bunları yayınlamak giderek daha popüler hâle gelmiştir. Kitap uzunluğundaki anlatılar genellikle cesur gezginlerin cesur kahramanlıkları hakkında okumaya istekli bir okuyucu kitlesini yakalamaya çalışırken, günlükler, mektuplar ve saha notları gibi diğer belge türleri de Büyük Turistler hakkında kritik bilgi kaynakları olarak hizmet etmiştir. Büyük Turistler, XIX. yüzyılın sonlarına kadar İtalya’yı ziyaret etmeye devam ederken, bazı Batılı gezginler Doğu’ya daha da uzağa gitmeye devam etmişlerdir. Bunun erken bir örneği, 1737’de üç yıllık bir yolculuğa çıkarak Mısır’ı, Kutsal Toprakları (bugünkü İsrail ve Filistin) ve Osmanlı İmparatorluğunu (bugünkü Türkiye ve Yunanistan dahil) ziyaret eden Richard Pococke’dur. Pococke, yolculuğunu 1743’te yayımlanan Doğu ve Bazı Diğer Ülkelerin Açıklaması başlıklı bir seyahat günlüğünde anlatmıştır.

XVIII. ve XIX. yüzyıllar boyunca, Voyage en Orient fikri, bazı Avrupalı gezginlerin, yazarların ve sanatçıların zihinlerinde giderek Büyük Tur’un yerini aldı. Voyage en Orient, Fransız yazar ve şair Gérard de Nerval tarafından 1842’de Kahire ve Beyrut’a yaptığı gezi (diğer destinasyonların yanı sıra) hakkında yayınladığı ve içinde Seba Kraliçesi gibi Doğu masallarının da kitabın adı olarak kullanmıştır. Daha önceki dönemlerde Batı Avrupa’yı ve özellikle İtalya’yı gezenler, şimdi bakışlarını Doğu’ya çevirerek yolculuklarının ve deneyimlerinin hem metinsel hem de görsel anlatımlarını yaratmışlardır. Montague, William Makepeace Thackeray ve Alexander William Kinglake gibi İngiliz gezginlerin mektupları ve seyâhatnâmeleri, Avrupalıların coğrafi olarak Ortadoğu’ya atfettikleri “Orient” terimiyle andıkları Doğu ile ilişkilerini şekillendirmede önemli bir rol oynamışlardır. Oryantalist söylem, yani Batılı seçkinlerin, dünyanın üstün bir Batı ve aşağı bir Doğu olarak bölünmesi üzerine kurulan Batılı olmayan dünya algıları ve kavramsallaştırmaları bu metinlerde yaygınlaşmıştır.

XV-XIX. yüzyıllar arasında başta İstanbul olmak üzere Osmanlı topraklarını ziyaret eden Corneille Bruyn, Guillaume Joseph Grelot, Cornelius Loos, Jean Baptiste Hilair gibi gezgin ve Giovanni Andrea Vavassore, Melchior Lorichs, Henry Aston Barker, Charles Texier, A. Slom, Taylor, James Silk Buckingham, Thomas Allom, William Henry Bartlett, Charles Pertusier, Joseph Piton De Tournefort, Antonie Ignace Melling, M. François Preault gibi sanatçılar eserlerinde gravür baskı resim tekniğini de kullanmışlardır. Anadolu’nun çeşitli yörelerinin, coğrafik koşullar altında betimlendiği görüntülerde mimari yapılar, yapı malzemesi ve yapısal özellikler, genellikle kent görüntüleri içinde genel hatlarıyla yansıtılırken kimi zamanda yakın plan çizimleriyle verildiği görülmüştür. Anadolu kentlerinin geleneksel mimarisinin resim sanatına yansıyan ilk örnekleri olmasının büyük önem arz ettiği düşünülen bu eserler aynı zamanda, fotoğraf makinesinin icadına kadar bir belgeleme aracı niteliği de taşımıştır. XIX yüzyılın ikinci yarısında fotoğraf makinesinin, sanatın ve seyyahların ayrılmaz bir parçası haline gelmesiyle birlikte, seyâhatnâmeler içinde yer alan gravür yerini fotoğrafa bırakmaya başlamış ve belgesel nitelikteki gravürlere olan ilgi azalmıştır. Ancak Sanatın ayrılmaz bir parçası olan baskı resim içerisinde sanatsal ağırlığıyla, yerini korumaya devam etmektedir.

Seyâhatnâme, doğa, macera, keşif yazımı, rehber kitaplar vb. ile ilgilenen ve hatırâtın altında doğan bir edebiyat türüdür. Seyahat her zaman temel bir insan dürtüsü olmuştur. İnsanlar merak, macera, kişisel, politik, diplomatik görevler, hac ve manevi tatmin, iş ve ticaret, göç ve çeşitli nedenlerle seyahat etmişlerdir. Dikkatli ve metodolojik zihinlere sahip bazı gezginler, gözlemlerini, deneyimlerini ve tarihin gerçeklerini, seyahat yazılarında kaydetmişlerdir. Okurlar açısından seyâhatnâmeler, sıradan dünyanın gerçekliğinden uzak hayali bir diyara bir kaçıştır. Yazarların kendileri için, genellikle bir şekilde kendileri için bir hediyeyi ve gelecek nesillerin geçmişini korumanın bir yoludur. Kaydı tutulan yerin tarih kitaplarında olmayan bir boyutudur. Aynı zamanda bir yerin kültürü, tarihi ve coğrafyasının da kaydını vermektedir. Seyâhatnâmeler çok eski çağlardan bu yana toplumların uzak medeniyetlere dair meraklarını kısmen de olsa gidermelerini sağlamış, sadece hakkında hikayeler ve kulaktan dolma bilgiler edinebildikleri medeniyetlere dair insanları aydınlatma gibi bir görev üstlenmişlerdir. Seyâhatnâmeler yazıldıkları dönemin birinci elden kaynaklarıdır. Günümüzde içerdikleri bilgiler bakımından bilhassa tarihçiler, antropologlar, coğrafyacılar, müzeciler gibi birçok bilim ve sanat alanından insanların ilgisini çekmeyi sürdürmektedir. Yakın zamanda Türkiye’de gelişmeye başlayan Turizm Tarihi’nin de içeriğini oluşturan pek çok bilgiye sahiptirler.

Yararlanılan Kaynaklar

Asiltürk, B. (2009). Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnameler, Turkish Studies, 4 (1-I): 911-995; Çankaya, Ş. (2019) İslam Kültüründe SeyahatEndülüslü Seyyah İbn Cübeyr’in Hac Yolculuğu (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Maden, S. (2008). Türk Edebiyatında Seyahatnameler ve Gezi Yazıları, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 37: 147-158; Şirin, İ. (2012). Seyahatnamelerin Sosyo- Ekonomik, Sosyo-Kültür ve Düşünce Tarihi Yazımındaki Yeri ve Önemi, Türk İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 7 (14): 101-111; Yılmaz, Ö. (2013). Osmanlı Şehir Tarihleri Açısından Yabancı Seyahatnamelerin Kaynak Değeri, tarih İncelemeleri Dergisi, 28 (2): 587-614.

Ayrıntılı bilgi için bakınız

Özdemir, Ç. ve Tekinsoy, Y. E. Editörler (2016). Yabancı Seyahatnamelerde Türkiye. Ankara: Türk Yurdu Yayını; Yazıcı, H.-Coşun, M.-Dilek, K. (2009). Seyahatname. TDVİA. c. 37. (ss. 9-16) İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayını.