Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi

Seyyah ve Seyahatname Seyahatname

Eserin orijinal adı Târîh-i Seyyâh Evliyâ Efendi’dir. Türklerin Batutası olarak anılan Evliya Çelebi’nin 1630-1681 yılları arasında Osmanlı topraklarında ve komşu ülkelerde yaptığı seyahatleri içermektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Türk ve dünya tarihinde ortaya konan gezi kitapları içerisinde özel bir yere sahiptir. Seyyah; gezdiği yerleri, şahit olduğu olayları ve öğrendiklerini canlı bir anlatımla sunmuş ve sihirli kalemiyle tüm bu yaşadıklarını ölümsüzleştiren biridir. Seyahat ettiği yerlerin coğrafi durumunu, tarihini, insanlarının özgün taraflarını; dillerini, gelenek ve göreneklerini, kıyafetlerini, oyunlarını, sanatlarını, meşgul oldukları işleri en ince ayrıntısına kadar ele almıştır. Aynı zamanda gezdiği yerlerdeki cami, mescit, mektep, medrese, imaret, han, hamam, çeşme vb. her türlü mimari yapıyı da bir sanatkâr inceliğiyle eserinde işlemiştir. Çoğu kez, bu yapıları imar edenlerden ve bu eserlerin imar ediliş sürecinden de bahsetmiştir. Çelebi, seyahatleri esnasında karşılaştığı meşhur ziyaret yerlerine de değinmiş, buralarda medfun evliyaların menkıbelerine yer vermiştir. Bir seyahatname olmasına rağmen; içerdiği tarihi, coğrafi, iktisadi, sosyal ve edebi konulardan ötürü XVII. yüzyıl Osmanlı tarihinin en önemli kaynaklarından biri kabul edilen eser, son dönemlerde oldukça önem kazanan turizm tarihi araştırmaları için de oldukça kıymetli bir yapıt olarak değerlendirilmektedir. XVII. yüzyıldaki seyahat koşulları, yollardaki konaklama imkânları ve dönemin gastronomi kültürü düşünüldüğünde, Seyahatname doyurucu ve başka yerde karşılaşılması pek mümkün görünmeyen ender bilgiler sunmaktadır. Örneğin Sokullu Mehmed Paşa’nın Lüleburgaz’da Mimar Sinan’a yaptırdığı kervansaray hakkında Çelebi’nin verdiği bilgiler Osmanlı Devleti’ndeki kervansaray ve hanların işleyişi hakkında önemli ipuçları içermektedir. Çelebi, eserinin üçüncü cildinde bu kervansaray hakkında Burgaz Kervansarayı’na Övgü başlığında şu bilgileri aktarmaktadır:

“Büyük bir kapının içerisinde büyük bir kale misali karşı karşıya 150 ocaklı (odalı) muazzam bir handır. İçli, dışlı, haremli, develikli ve ahırlı görkemli bir mihmansaraydır. Üç bin hayvanı barındıracak çaptadır. Kapısında gözcüleri (nöbetçiler) sürekli gözcülük etmektedir. Hava karardıktan sonra kapıda mehterhane davulu çalınıp içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye gelip gittiklerinde kapıyı kapatıp herkesi içeri aldıktan sonra vakıftan karşılanan kandilleri yakıp kapı dibinde yatarlar. Eğer gece yarısında dışarıdan misafir gelirse kapıyı açıp içeri alırlar ve daha önceden hazırlanan yemeği getirirler. Ama dünya yıkılsa içeriden dışarıya bir kişiyi bırakmazlar. Vakfedenin şartı böyledir. Ne zaman ki bütün misafirler kalkıp mehterhane davulu dövülüp herkes mâlından haberdar ve hazır olur hancılar tellâllar gibi ‘Ey ümmet-i Muhammed! Malınız, canınız, atınız ve donunuz tamam mıdır?’ diye bağırıp hepsi Tamamdır. Hayır sahibine hak rahmet eyleye! dediklerinde kapıcılar gün ağardığında kapı kanatlarını açıp yine kapı dibinde Yollarda dikkatsiz gitmeyin, çulunuzu kaybetmeyin, herkesi arkadaş bilmeyin. Yürüyün Allah getire! diye nasihat yollu sözler deyip herkes bir yöne yola çıkarlar.” Seyahatname’deki bu ve benzeri bilgilerin turizm ve seyahat tarihi araştırmalarına önemli katkılar sağladığı yadsınamaz bir gerçektir.

Seyahatname, coğrafi açıdan çok geniş bir sahayı içine almaktadır. Eserde hemen hemen bütün Osmanlı coğrafyası, İran, Irak, Suriye, Mısır, Rusya, Kırım, Balkanlar, Macaristan, Almanya, Flemenk (Hollanda), İsveç, Lehistan gibi çeşitli ülke ve şehirlere ait geniş bilgiler vardır. Seyahatname; bu yönüyle Kafkasya, Arap toprakları, Balkanlar ve Orta Avrupa için önemi bir tarih, coğrafya ve kültür atlası niteliğindedir.

Evliya Çelebi, gezdiği her ülke ve şehrin tarihi hakkında kimi zaman duyduklarına, kimi zaman da çeşitli tarih kitaplarına dayanarak kıymetli bilgiler vermiştir. Örneğin birinci cildi hazırlarken Şahidi Lügati, İskendername, Tuhfe Tarihi, Kanunname, Taberi Tarihi, Füvvetname, Künhü’l-Ahbar, Hadaikü’l-hakaik, Peçevi Tarihi, Tezkiretü’l-bünyan gibi birçok eserden yararlanmıştır. Diğer ciltlerde de Kazvinî, Makrizî, Taberî, Zehebî, Celalzade, Solakzade, Âlî, Atlas Minor gibi belli başlı eserlere, kanunnamelere, eyalet tahrir defterlerine, menakıbnamelere; Latin, Yunan dilleri ile yazılmış çeşitli tarihlere başvurmuştur. Bu açıdan bakıldığında Çelebi’nin sadece gördüğünü, duyduğunu kaleme alan bir seyyah değil; birçok eserin muhtevasına vakıf bir entelektüel olduğunu söylemek de mümkündür. Çağının Osmanlı zihniyetini, dünya görüşünü ve hayata bakışını zamana tutulan bir ayna berraklığıyla gösteren eser, XVII. yüzyıl ve öncesi Osmanlı tarihini araştırmak isteyenlerin başvuracakları bir başucu kaynağıdır.

Eser Türk kültür tarihine katkıları yanında; Türk edebiyatı ve Türk dili açısından da büyük önem taşımaktadır. Güçlü tasvirleri, sıcak mizahı, seciler ve mübalağalarla süslenmiş üslubu Evliya Çelebi’yi çağının yazarları arasında seçkin kılmaktadır. Seyahatname her şeyden önce bir otobiyografidir ve eserin başkahramanı olumlu-olumsuz tüm yönleriyle Evliya Çelebi’dir. Eserde pek çok halk şairine ve divan şairine yer verilmesi, eserin edebiyat tarihi açısından da önemini göz önüne sermektedir. Seyahatname’de sadece nesir şeklinde bir anlatım mevcut olmayıp pek çok manzum parçaya da yer verilmiştir. Eserde halk kültürüne ve inançlarına dair pek çok pratiğe yer verilmesi Seyahatname’nin çok değerli bir folklor kaynağı olduğunun da kanıtı niteliğindedir. Seyahatname aynı zamanda bir tarih kitabıdır. Çelebi, eserinde gerek kendinden önceki Osmanlı tarihi ve şahsiyetler hakkında gerekse kendi zamanındaki olaylar ve şahsiyetler hakkında önemli bilgilere yer vermiştir. Eserde, yazarın bizzat içinde yer aldığı seferler ve savaşlar büyük bir ustalıkla tasvir edilmiştir. Seyahatnamede yazar olaylar arasına zaman zaman insan aklına ters düşen ilginç şeyler de ilave etmiştir. Fil doğuran kadınlar, gelecekten haber veren mağaralar gibi birçok olağanüstü hadise, mucize ve keramet de eserde mevcuttur. Bu yönüyle yazarın, zaman zaman mübalağa sanatına başvurduğunu ve eserini daha eğlenceli kılacak bir üslup kullandığını söylemek mümkündür. Çelebi, kendisinin bizzat içinde olduğu olayları adeta bir roman tadında sunmuştur. Üslup açısından seyahatname, orta dönem nesrinin en görkemli yapıtlarından biridir. Çelebi, süslü bir üsluptan ziyade genellikle sade anlaşılır bir dil kullanmıştır. Halk dilinden alınma söz ve deyimler, yazarın ustaca anlatımıyla birleşerek eserin üslubuna lezzet ve zenginlik katmıştır. Eserin dili, kaleme alındığı dönemin yazın dilinden çok halkın kullandığı dile daha yakındır.

Evliya Çelebi’nin eserinde anlattığı olayların hepsine şahit olup olmadığı hususu da üzerinde durulan müphem konulardan biridir. Seyahatnamedeki bazı olayların daha çok hayal mahsulü olduğu tahmin edilmekte ve seyyahın gittiğini söylediği bazı yerlere aslında gitmediği araştırmacılar tarafından tartışılmaktadır. Bununla birlikte, son dönemde resmi Osmanlı kayıtlarına göre yapılan Osmanlı şehir tarihi çalışmaları Evliya Çelebi’nin verdiği pek çok bilginin tutarlılığını ortaya koymaktadır.

Evliya Çelebi’nin Hayatı (1611-1685?): Asıl adı Evliya bin Derviş Mehmed Zıllî olan Evliya Çelebi 25. 03. 1611’de İstanbul Unkapanı’nda, dünyaya gelmiştir. Derviş Mehmed Zıllî Efendi’nin oğludur. Ataları aslen Kütahya’nın Zeregen Mahallesi’ndendir. Çelebi, köklerini Hoca Ahmed Yesevi’ye dayandırmaktadır. Dedesi Yavuz Er, İstanbul’un fethi sırasında Fatih Sultan Mehmed’in mir-i alemliğini yapmıştır. Fetihten sonra Unkapanı semtine yerleşmiş; burada Evliya’nın doğduğu ev ile bir cami yaptırmıştır. Sahibi olduğu 100 kadar dükkânı camiye vakfetmiştir. Evliya Çelebi’nin babası Derviş Mehmed Zıllî Efendi, Saray-ı Amire kuyumcubaşısı olup 117 yaşındayken Temmuz 1648’de vefat etmiştir. Derviş Mehmed I. Süleyman (Kanuni), II. Selim, III. Murad, III. Mehmed ve I. Ahmed, IV. Murad ve I. İbrahim devirlerinde yaşamış; birçok savaşta yer almış; iyi bir asker olarak da devlete hizmet etmiştir. Aynı zamanda iyi bir sanatkâr ve hoş sohbet bir kişilik oluşundan ötürü padişah musahibliğine kadar yükselmiştir. Sanatındaki ustalığı sayesinde kuyumcubaşı olan Derviş Mehmed, Kabe’ye yaptığı altın oluklar ile Sultan Ahmed Camii’nin kapı ve pencere tezyinatlarındaki titiz sanatkarlığıyla meşhur bir şahsiyettir. Evliya Çelebi’nin annesi Abaza asıllı olup I. Ahmed zamanında saraya getirilmiş, daha sonra Derviş Ağa ile evlendirilmiştir. Annesi, Melek Ahmed Paşa ile teyze oğludur. Defterzade Mehmed ve İbşir Mustafa Paşalarla da akrabalığı vardır. Evliya Çelebi’nin Mahmud isminde bir erkek, İnal isminde kız, iki öz kardeşi vardır. Üvey annesi ve diğer kardeşleri hakkında ise malumat yoktur.

Evliya Çelebi, eğitimine Fil Yokuşu’nda bulunan Hamid Efendi Medresesi’ne devam etmiş; Ahfeş Efendi’den yedi sene ders almıştır. Bir yandan da aynı tarihlerde Sadizade Darülkurrası’nda Evliya Mehmed Efendi’den hafızlık dersleri almıştır. Adının da Evliya Mehmed’den verildiği rivayet edilir. Kısa sürede güzel sesi ve hafızlıktaki kuvvetiyle muhitinde şöhret bulan Evliya Çelebi, bir Kadir Gecesi Sultan IV. Murad’ın da hazır bulunduğu Ayasofya Camii’nde ahenkli sesiyle okuduğu Kur’an-ı Kerim sonrası padişahın dikkatini çekmiş; o tarihlerde silahtar olan annesinin akrabası Melek Ahmed Paşa, ruznameci İbrahim Efendi ve Hattat Hasan Paşa gibi zamanın tanınmış simalarının aracılığıyla padişaha tanıtılmış, böylece saraya kabul edilmiş ve kendisine Has Kiler’de görev verilmiştir. Saraya girdikten sonra, eğitimine önem verilerek kendisine çok sayıda kitap hediye edilmiştir. Saraydaki eğitimini Enderun’da sürdüren Evliya Çelebi; Turşucu Ahmed Ağa, Hadım Gazanfer Ağa’nın gözetiminde olmuş; Güğümbaşı Mehmed Efendi’den yazı, Müsahib Derviş Ömer Gülşeni’den musiki, Keçi Mehmed Efendi’den Arapça gramer, Evliya Mehmed Efendi’den tecvid eğitimi almıştır. Ayrıca aynı tarihlerde babasının çırağı olan bir Rum’dan da Rumca öğrenmiştir.

Evliya Çelebi’nin hangi tarihte, nerede öldüğü ve ebedi makamının nerede olduğu halen belirsizliğini korumaktadır. Ancak kesin olmamakla birlikte 1685 yılında öldüğü kabul edilmektedir. Çelebi, bilindiği kadarıyla hiç evlenmemiş ve çocuğu olmamıştır. Çelebi’nin hattatlık, nakkaşlık, musikişinaslık, şairlik ve kuyumculuk özellikleri onun çok yönlü bir kişiliğe sahip olduğunun göstergeleridir.

Evliya Çelebi’nin Seyahatleri: Evliya Çelebi; üstün zekâsı, nüktedanlığı, meddahlıktaki yeteneği, çeşitli bilimlere olan ilgisi ve birçok sporla ilgilenmesi hasebiyle saray çevresinin hemen dikkatini çekmiş yıldızı parlak bir karakterdir. Bu özelliklerine binaen sarayda dört yıl eğitim alan Evliya Çelebi, IV. Murad’ın Bağdat Seferi’nden (1638) önce 40 akçe ile sipah zümresine çırak olarak kaydedilmiştir. Gençlik çağından itibaren, varlıklı ve devrinin enteresan olaylarına şahit olan yaşlı baba dostlarının meclislerinde bulunmuştur. Evliya, bu insanların anlattıkları çeşitli savaş hatıralarını ve seyahat hikayelerini dinledi; ondaki seyahat etme isteği ilkin bu şekilde kıvılcımlanmıştır. Bununla birlikte, babasından izin almadan seyahate çıkmaya gönlü razı olmaz. Bir gece bir rüya görmüş ve bu rüya onun seyahat etme arzularını gerçekleştirmeye aracı olmuştur. 20. 08. 1630 tarihinde gördüğünü iddia ettiği bu rüya ile Hz. Muhammed ve sahabenin şefaatine nail olan Evliya Çelebi; rüyasını bazı kişilere yorumlatmıştır. Bunlar arasında Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede de vardır. Onun bu rüyasının seyahat etmesine dair yorumlanması seyahatinin çıkış noktasını oluşturmuştur. Seyahatnamede nakletmiş olduğu rüya ve tabiri Evliya Çelebi’nin seyahate başlamasını meşru gösteren bir vesika gibidir.

Rüya şöyledir: “Çelebi, 19. 08. 1630 gecesinde rüyâsında, Yemiş İskelesindeki Ahi Çelebi Câmiinde kalabalık bir cemâat arasında Hz. Muhammed’i görür. Huzûruna varınca; Şefâat yâ Resûlallah! diyecekken, heyecanla; Seyâhat yâ Resûlallah! der. Hz. Muhammed de tebessüm ederek ona hem şefâatini müjdeler hem de seyahatine izin verir. Orada bulunan Sa’d bin Ebî Vakkas da gezdiği yerleri ve gördüklerini yazmasını tavsiye eder.”

İşte bu hadiseden sonra Evliya seyahatine başladı, önce 1631 yılında yaya olarak İstanbul ve çevresini gezmiş; gittiği her yerde gördüklerini, duyduklarını ve öğrendiklerini tek tek kayıt altına almıştır. On yıl devam eden ilk seyahatleri esnasında Seyahatname’nin, adeta bir İstanbul tarih ve coğrafyası olan birinci cildini oluşturan bilgileri derlemiştir. Her ne kadar Evliya Çelebi bizzat ilk Anadolu seyahatine başladığı tarih olarak 1640 senesine işaret etse de onun bu tarihten evvel Kütahya, Manisa, Bursa, İzmit gibi yerlere kısa süren seyahatler yaptığı bilinmektedir. Eski dostu olan Okçuzade Ahmed, Çelebi ile 1640 yılının Nisan-Mayıs’ında Bursa’ya gitmiştir. Deniz yoluyla yaptığı kısa İzmit seyahatinden (21. 06. 1640) sonra iki ay kadar İstanbul’da kalmıştır.

Küçük yaşından itibaren dünyayı görüp bilme ve keşfetme isteği olan Evliya Çelebi, bu arzusuna ulaşmak için her türlü zorluğu göze almış ve çeşitli devlet adamlarının maiyetinde bulunarak ve yine çeşitli vazifeler üstlenerek seyahatler yapmıştır. Vazifeleri gereği yaptığı ilk seyahat, babasının ahiret oğlu (oğulluğu) Ketenci Ömer Paşa’nın Trabzon Valisi olması hasebiyle onun maiyetinde Doğu Karadeniz’e yapmış olduğu yolculuktur. Çelebi, bu Karadeniz seyahatinde pek çok olaya şahit olmuş; paşanın kethüdasıyla birlikte vergi toplamak üzere Anapa’ya geçmiştir. Buradayken Azak Kalesi’ne giden Hüseyin Paşa’nın ordusuna dahil olmuş ve 1641 yılının Nisan’ında Azak Kalesi’nin Kazaklardan alınması için gerçekleştirilen Azak Seferi’nde bulunmuştur. Bu seferin neticesiz kalması üzerine Kırım Ordusu’yla beraber Kırım’a geçmiş ve ertesi sene yapılan Azak Seferi’ne kadar Bahadır Giray Han’ın misafiri olarak Bahçesaray’da bulunmuştur. Ertesi sene Azak’ın kurtuluşunu gördükten sonra denizyoluyla İstanbul’a dönmüştür.

1645 senesine kadar İstanbul’da kalan Evliya Çelebi, bu tarihte Yusuf Paşa’nın Girit Seferi’ne katılmış; Hanya’nın fethine şahit olmuştur. Ardından İstanbul’a dönmüştür. Bu seferden sonra 1646’da akrabası Defterzade Mehmed Paşa’nın Erzurum’a beylerbeyi tayin edilmesiyle müezzin ve musahib görevleriyle onun maiyetine girmiştir. Aynı zamanda kendisine Erzurum Gümrük Eminliği görevi de verilmiştir. Böylece doğuya karayoluyla seyahat etme fırsatını yakalamıştır. Orta Anadolu üzerinden Erzurum’a ulaşmıştır. Burada paşanın yaptığı çeşitli seferlerde mektup getirip götürmek, elçi refakatinde bulunmak ve vergi toplamak gibi çeşitli vazifelerde bulunması dolayısıyla Revan (Erivan), Gümüşhane, Tortum’un da aralarında olduğu Doğu Anadolu’da pek çok şehri görme fırsatı elde etmiştir. Tebriz Hanı’nın memleketine dönen elçisine refakat ederek Azerbaycan ve Gürcistan’da bazı yerleri ziyaret etmiştir. Gönye’nin zapt edilmesinde ve sınırdaki paşaların Gürcistan Seferi’nde yer almış, 1647-1648 kışını Erzurum’da geçirmiştir.

Defterzade Mehmed Paşa, Kars Valiliği’ne atanıp da bu görevi kabul etmeyince İstanbul’a dönmek üzere yolda bulundukları sırada Sivas Valisi Varvar Ali Paşa’nın isyanı başlamıştır. Mehmed Paşa bu isyanı bastırmakla görevlendirilse de bu emre itaat etmeyip Anadolu’daki diğer paşalarla işbirliğine girişmiştir. Evliya Çelebi paşalar arasındaki muhaberede ve asker toplamada önemli roller üstlenmiştir. Bu süreçte zaman zaman çeşitli sıkıntılar da yaşamış; hatta Kara Haydaroğlu ve Katırcıoğlu gibi eşkıyaların eline düşmüştür. Varvar Ali Paşa, İbşir Mustafa Paşa ve Celalilerin çıkardıkları hadiselere bizzat tanıklık etmiştir. 1648’de İstanbul’a döndü. İstanbul’dayken, babasının vefatından dolayı bir müddet aile işlerini düzene koymakla meşgul olmuştur.

Murteza Paşa’nın Şam Beylerbeyi olarak tayin edildiğini haber alınca ona katılmış ve 1648 Ağustos’unda Şam’a hareket etmiştir. 1650 senesinde Paşa azledilinceye kadar onun maiyetinde kalmıştır. Bu görevi sırasında vergi toplama, çevredeki paşalara mektup götürüp getirme vb. işler vasıtasıyla Suriye ve Filistin’in birçok yerine gitme imkânı elde etmiştir. Paşa Sivas’a tayin edilince onunla Sivas’a gitmiştir. Vergi toplamak için Orta ve Doğu Anadolu’da epeyce dolaşmıştır. Böylece Anadolu’nun çeşitli bölgelerini tanıma ve buralarda meydana gelen olayları bizzat görme fırsatına erişmiştir.

Murteza Paşa, Sivas’taki valilik görevinden alınınca Evliya Çelebi de onunla 14. 07. 1650’de İstanbul’a döndü. İstanbul’a geldiği günlerde Melek Ahmed Paşa 05. 08. 1650 tarihinde sadrazam oldu. Melek Ahmed Paşa’nın sadaret makamına getirilmesi Evliya Çelebi için tam bir yükselme devri olmuş; Evliya Çelebi bundan sonraki seyahatlerini daha kolay yapma olanağı elde etmiştir. Melek Ahmed Paşa kendisini müsahib ve sırdaş edindi. Bu süreçte Evliya Çelebi saraydaki entrikaları, mali sorunları daha yakından görme imkânı bulmuştur. Yine bu süreçte Celalileri cezalandırmak amacıyla Söğüt’e giden orduda yer almıştır. Sadrazamın piyasaya bozuk akçe sürmesi, bir esnaf ayaklanmasına neden olmuş; bu olay sadrazamın sadaretten azledilmesi ve Özi Valiliği’ne atanmasıyla sonuçlanmıştır. Çelebi; anne tarafından yakın akrabası olan Melek Ahmed Paşa’nın hem sadrazamlığı zamanında hem de onun Özi, Rumeli, Van ve Diyarbakır’daki beylerbeylik (valilik) görevleri sırasında hep yanında olmuştur. Ona refakat etmek ve onun postacılığını yapmak suretiyle Anadolu ve Rumeli’de tanımadığı birçok yeri gezme ve bu dönemde meydana gelen bazı olaylara bizzat şahitlik etme şansı yakalamıştır.

Melek Ahmed Paşa’yla 1651 Eylül ayı ortalarında Özi’ye doğru yola çıkmış; böylece ilk Rumeli seyahati başlamıştır. Rusçuk’tan İstanbul’a mektup götürüp getirme vazifesini üstlenmiştir. Silistre’ye gitmiş, Özi eyaletinin kasaba ve köylerini dolaşarak Babadağı köylerini tahrir etmiştir. Melek Ahmed Paşa’nın Rumeli Beylerbeyliği sırasında onunla Sofya’da bulunmuştur. Paşa azledilince 1653 Temmuz’unda İstanbul’a döndü ve 1655’e kadar İstanbul’da kalmıştır.

İbşir Mustafa’ya mektup götürmek için Konya’ya giden Evliya Çelebi, Van Beylerbeyliği’ne tayin edilen Melek Ahmed Paşa ile yeni bir Anadolu seyahatine çıkmıştır (09. 03. 1655-24. 06. 1656). Bu görevi sırasında Doğu Anadolu’nun büyük bir bölümünü dolaşmıştır. İranlılar tarafından götürülen koyun sürülerinin geri verilmesini sağlamak ve İranlılara esir düşen Murteza Paşa’nın kardeşini kurtarıp Bağdat’a getirmek göreviyle İran’a ve Bağdat’a seyahat etmiştir. Yezidiler arasında kalarak onlar hakkında dikkate değer bilgiler topladı ve Van’a dönmüştür.

Melek Ahmed Paşa’nın 26. 07. 1655’te ikinci kez Özi eyaletine vali tayin edilmesi üzerine Silistre’ye hareket etmiştir. 1657’de Macar Rakoçi üzerine yapılan sefere katılarak bu seyahati sırasında Kırım Hanı IV. Mehmed Giray’ın hizmetine girmiştir. Güney Rusya’ya yapılan akınlarda bulunmuş; Kazakların bozgunuyla sonuçlanan savaşlara katılmıştır. 10. 12. 1657’de İstanbul’a dönmüştür. Bir müddet İstanbul’da kalan Evliya Çelebi Melek Ahmed Paşa Bosna Beylerbeyi olunca onunla yola çıkmış; Büyükçekmece’de Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın adamları tarafından yaralanınca tedavi için bir ay İstanbul’da kalmıştır.

Dördüncü Mehmed’in Anadolu’ya yaptığı seyahate katılmış; Bursa, Gelibolu, Çanakkale ve çevresini dolaşıp buralar hakkında bilgiler toplamıştır. 09. 11. 1659 tarihinde Boğdan Voyvodası seçilen Stefanitza’nın kafilesinde Yaş’a kadar gitmiştir. 26. 04. 1660 tarihinde Köse Ali Paşa’nın ordusuna katılıp Varad Seferi’ne iştirak etmiştir. Kalenin ele geçirildiğini bildirmek üzere Bosna Beylerbeyi Melek Ahmed Paşa’nın yanına gitti. Evliya Çelebi yaklaşık iki sene Bosna’da kalmış ve çeşitli sebeplerle eyaletin birçok noktasını dolaşmıştır. Bir serhat gazisi gibi çok sayıda sefere de katılmıştır. 29. 07. 1661’de Temeşvar’da, Erdel Seferi’ne giden Köse Ali Paşa’nın ordusuyla karşılaşmış ve bu orduya katılmıştır. Kırım gazileriyle beraber düşmanla yapılan çatışmalarda yer almış; Erdel civarında uzun müddet gezip kışı Belgrat’ta geçirmıştır. Baharda Arnavutluk’ta vergi tahsilinde bulunduktan sonra 04. 04. 1662’de İstanbul’a dönmüştür.

İstanbul’a dönüşünde Fazıl Ahmed Paşa ile Avusturya Seferi’ne katılmıştır. Evliya Çelebi, bu seferin devamında Belgrat’tan Hersek’teki Sühra Mehmed Paşa’ya mektup götürmüş, Venedik sınırındaki hareketlere katılmıştır. Daha sonra Macaristan’da Raab Savaşı’nda bulunmuş, Budin’den Eğri’ye kadarki bölgeyi gezmiş ve Peşte’de Kara Mehmed Paşa ile buluşmuştur. Hatta sefer sonrasında imzalanan Vasvar Antlaşması için elçi tayin edilen Kara Mehmed Paşa’nın maiyetinde 09. 06. 1665’te Viyana’ya gitmiştir. Burada Kral I. Leopold ile tanıştığını ve almayı başardığı pasaport ile uzun bir Avrupa seyahati gerçekleştirdiğini öne sürmektedir. Evliya Çelebi; İspanya, Hollanda, Brandenburg ve Danimarka gibi ülkeleri ve kendi ifadesiyle yüzlerce şehri dolaştığını zikretmiştir; ancak Viyana’dan ileride ancak bir iki yer hakkında bilgi vermiştir. Bu nedenle bu gezinin gerçekliği şüpheli görülmektedir ve gerçekleşmediği hususundaki görüşler ortaya atılmaktadır. Zaten Çelebi, 29. 06. 1665’te Viyana’dan çıkıp Macaristan’a dönmüştür. Macaristan’da bu seferki görevi eyalet ve sancakları tahrir etmek olmuştur. Tam bu sırada Mehmed Giray Han’ın Kazaklar ile olan mücadelesinden haberdar oldu ve mücadeleyi yerinde görmek üzere Erdel, Eflak ve Boğdan yoluyla Kırım’a gitmiştir. 1665 güz başlangıcında Kırım Hanı IV. Mehmed Giray ile Kazaklar arasındaki muharebeye katılmıştır. Kırım’dan karayoluyla Kafkasya’ya geçmiş ve o ana kadar görmediği Dağıstan’ı, Hazar Denizi kıyılarını ve Volga sahillerini gezmiştir. Terek Kalesi’ndeyken Azak’a gitmekte olan bir Rus elçisinin kafilesine katılmıştır. Azak’a geldiğinde Osmanlı donanmasının Girit Seferi’ne çıktığını haber almış ve Kefe yolundan Bahçesaray’a gitmiştir. Adil Giray’ın bazı seferlerine katıldıktan sonra karayoluyla İstanbul’a dönmüştür. Birkaç ay İstanbul’da kaldıktan sonra 26. 12. 1668’de Edirne, Gümülcine, Selanik yoluyla Teselya ve Mora’yı dolaştı. Anadolu’dan gemiyle Girit’e geçmiştir. Girit’te Osmanlı ordusunun Kandiye Kuşatması’nı yerinde temaşa etmiştir. Kalenin fethinin ardından 1670 yılının Nisan’ında Yunanistan’a dönmüş; Arnavutluk ile Adriyatik kıyılarını dolaşmıştır. 28. 12. 1670’te yeniden İstanbul’a gelmiştir.

Böylece Kuzey, Orta, Doğu Anadolu ve Rumeli seyahatlerini tamamladığına ikna olarak çok arzu ettiği hac yolculuğuna hazırlanmaya başlamıştır. 21. 05. 1671’de dostlarından Saili Çelebi ile İstanbul’dan Hicaz’a hareket etmiştir. Bu seyahatinde; Batı Anadolu’yu, Sakız, Sisam, İstanköy, Rodos Adalarını, Güney Anadolu’yu, Adana, Maraş, Antep ve Kilis’i geçerek Suriye’ye ulaşan Evliya Çelebi; Şam Beylerbeyi Hüseyin Paşa’nın hazırladığı hac kafilesine katılmış, Mekke’ye gitti ve kutsal görevini yerine getirmiştir. Bundan sonra Mısır hacılarıyla beraber Mısır’a geçmiştir. Sekiz sene bu ülkede kalmış; Mısır ve Nil Nehri dışında Sudan ve Habeşistan eyaletlerine de seyahat etmiştir. Evliya Çelebi’nin on ciltten oluşan Seyahatname’sindeki hatıraları Mısır’a vali olarak tayin edilen Abdurrahman Paşa’yı karşılamak üzere 12. 07. 1676’da Mısır’dan Şam’a yaptığı seyahatle sona ermiştir. Her ne kadar seyahatleri Mısır’dan Şam’a olan yolculuğuyla sona erse de bazı notlarını kaleme alamadığı anlaşılmaktadır.

Seyahatname Çalışmaları: Evliya Çelebi’nin, seyahatleri boyunca aldığı notlarını 1673’ten sonra yerleştiği Kahire’de kitaplaştırdığı düşünülmektedir. Mısır’dayken Emir Özbeg Bey ve ailesiyle kaldı. Bu aile, Seyahatname’yi I. Mahmud’un (1717-1746) Darüssaade Ağası olan Hacı Beşir Ağa’ya 1742-43 yılında hediye olarak gönderdi. Beşir Ağa, daha önce Mısır’da bulunduğu sırada (1715) bu eseri görmüş ve büyük bir ilgi duymuş; kendisine gelen bu eseri Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ne koyarak kopyalarını çıkarttırdı.

Joseph von Hammer, İstanbul sahaflarında 1804 yılında bir tesadüf eseri olarak Tarih-i Seyyah Evliya Efendi adını taşıyan seyahatnamenin dördüncü cildine rastlayınca seyahatnamenin kaderi de değişti. Hammer, 1814’te eseri Türkçe Bir Seyahatnamenin İlginç Bulunuşu başlıklı yazısıyla tanıttı. Daha sonra, eseri, ilk dört kitaptan yaptığı oldukça kapsamlı seçmelerle ilk kez İngilizceye üç kitap olarak çevirmiş (1834-1850) ve eserin giriş kısmında Evliya Çelebi’nin ilk biyografisini yazdı. Evliya Çelebi’nin kim olduğunun araştırılması, Seyahatname’nin nasıl bir eser olduğunun anlaşılması, Osmanlı kültür tarihi içindeki ayrıcalıklı yerinin fark edilmesi Joseph von Hammer’in keşfinin ve yoğun gayretinin ürünüdür.

Eser, Müntehabat-ı Evliya Çelebi adıyla İstanbul’da 1843’te 143 sayfalık küçük bir seçmeler kitabı olarak yayımlandı. Bu ilk Türkçe baskıda seyahatnamenin birinci cildinde yer alan İstanbul’un tarihi, Ayasofya ile ilgili çeşitli rivayetler, İstanbul’un tılsımları ve diğer ciltlerden nakledilen kimi keramet ve sihirbazlık hikayelerine yer verildi. 1846’da kitabın ikinci baskısı çıktı. Ancak muzır yayın ilan edilip bu baskının satışı yasaklandı. Kitabın Türkçe üçüncü baskısı Bulak’ta yapıldı; buradan İstanbul’a getirilerek satışa çıkarıldı. 1862’de dördüncü baskı gerçekleştirildi. Müntehabat-ı Evliya Çelebi’den sonra Seyahatname yaygın bir önyargı ile halk için yazılmış masalsı hikayeler içeren bir kitap olarak algılandı. A. D. Mortdmann, bu yayının yarattığı etkiye dayanarak Okumuş Türkler arasında yazarın Nasreddin Hoca’ya ve eserin Bin Bir Gece Masallarına benzetildiğini ifade ederek, Evliya’nın verdiği bilgilerin en ufak bir inandırıcılığı olmayan, saçma sapan şeyler söyleyen bir zevzek ve muazzam bir yalancı olduğunu ileri sürdü.

1896-1901 arasında Seyahatname’nin ilk altı cildi, Ahmed Cevdet ve Necip Asım tarafından yayımlandı. Bu yayın, dönemin kitap basımına uygulanan sansüre tabi tutuldu. Eserin, özellikle bazı paşalar ve Celalilerle ilgili bölümleri çıkarıldı, kimi cümleler değiştirildi. 1904 ve 1908’de Imre Karacson’un Evliya’nın 1660-1664 ve 1664-1666 yıllarındaki Macaristan yolculuklarını Macarcaya çevirmesi esere karşı yeni bir ilgi dalgası yarattı.

Evliya Çelebi araştırmalarına 1922’den itibaren katılan Franz Taeschner, eseri Osmanlı Devleti’nin Anadolu topoğrafyasını ve Anadolu’daki ulaşım ağını anlamak için kaynak olarak kullandı. J. H. Mordtmann, 1927’de Encyclopedia of Islam'da Ewliya Celebi maddesini yazdı. Dergâh Mecmuası’nın 1921-22 tarihli sayılarında Mustafa Nihad Özön’ün Evliya Çelebi’nin hayatını ilk kez anlatan yazıları çıktı.

Türk Tarih Encümeni tarafından eserin yedi ve sekizinci ciltleri eski harflerle 1928’de basıldı. Franz Babinger 1930’da Evliya Çelebi’nin Arnavutluk’taki Rotası adlı yazısında 1662 ve 1670’te Evliya Çelebi’nin Arnavutluk seyahatini adım adım izledi, verdiği bilgileri ayrıntılı bir şekilde değerlendirdi ve verdiği bilgilerin büyük bir çoğunluğunun doğru olduğunu saptadı. Bu arada Seyahatname’nin dokuz ve onuncu ciltleri yeni harflerle 1935 ve 1 938’de yayımladı.

Reşat Ekrem Koçu, 1943-67 yıllarında seyahatnamenin ilk altı cildini özetleyerek ve sadeleştirerek yayımladı. Mustafa Nihat Özön, 1944-45’te Seyahatname’den üç ciltlik seçmeler yayımladı. 1943’te A. Bombaci, Evliya’nın Habeş yolculuğunu İtalyancaya çevirdi. 1947’de Cavit Baysun, İslam Ansiklopedisi’nde Evliya Çelebi maddesini yazarak, eserin içeriği ve Evliya Çelebi’nin hayatı hakkında o zamana kadarki en kapsamlı bilgileri ortaya koydu; eserin bilimsel ve bütüncül yayınını kaçınılmaz bir gereklilik olarak vurguladı.

1996’da İstanbul’da Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından Seyahatname’nin metin yayınına başladı. 10. kitap 2007’de yayımlandı. 2013’te Seyit Ali Kahraman tarafından seyahatnamenin ilk altı cildinin indeksli tıpkıbasımı yapıldı. 2001’de Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz Üniversitesinde (Gazimağusa) ilk kez Uluslararası Evliya Çelebi ve Seyahatname Sempozyumu, 2008’de Ankara’da Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi tarafından Çağının Sıradışı Yazarı ve Eseri: Uluslararası Evliya Çelebi ve Seyahatname Sempozyumu düzenlendi. Seyahatname; Almanca, Arapça, Arnavutça, Bulgarca, Ermenice, Fransızca, Gürcüce, İngilizce, İtalyanca, Macarca, Polonezce, Rumence, Rusça, Sırpça, Slovakça, Yunanca olmak üzere toplam 16 dile çevrildi.

Seyahatnamenin yazma nüshaları İstanbul’daki çeşitli kütüphanelerde bulunmaktadır. Biri Fatih Millet Kütüphanesi’nde Pertev Paşa kitapları içerisinde 458-462 numaralar arasında, diğeri Süleymaniye Kütüphanesi’nde Beşir Ağa kitapları arasında 448-452 numaralar arasında kayıtlıdır. Topkapı Sarayı’nda Bağdat Köşkü Kütüphanesi’nde de 304 numaralı bir yazma mevcuttur. İstanbul Üniversitesi Kitaplığı’nda çeşitli tarihlerde istinsah edilen 2371 ve 5939 numaralarda kayıtlı iki nüsha bulunmaktadır. Londra Asya Cemiyeti Kraliyet Kütüphanesinde ilk dört cildi, Viyana Kütüphanesi’nde dördüncü cildi kapsayan yazmalar vardır.

Seyahatname’nin Ciltlere Göre İçeriği: 10 ciltten oluşan seyahatnamede ciltlere göre konular şunlardır:

  • 1. Cilt: İstanbul’un tarihi, kuşatmaları ve fethi, İstanbul’daki mübarek makamlar, camiler, Sultan Süleyman Kanunnamesi, Anadolu ve Rumeli’nin mülkî taksimatı, tekke, medrese, mescit, türbe, darülhadis, imaret, hastane, konak, kervansaray, sebilhane, hamamlar gibi yapılar. Fatih Sultan Mehmet zamanında itibaren yetişen vezirler, âlimler, nişancılar. İstanbul esnafı ve sanatlar.
  • 2. Cilt: Mudanya ve Bursa. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, İstanbul’un fethinden önce tahta çıkan padişahlar, Bursa’daki cami, türbe ve diğer mimari eserler, Bursa’nın âlimleri, vezirleri, şairleri, Trabzon ve çevresi, Abaza ülkesi, Gürcistan dolayları.
  • 3. Cilt: Üsküdar’dan Şam’a kadar yol boyunca bütün şehir ve kasabalar, Şumnu, Niğbolu, Silistre, Filibe, Sofya ve Edirne hakkında detaylı ve ilgi çekici bilgiler.
  • 4. Cilt: İstanbul’dan Van’a kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, Evliya Çelebi’nin elçi olarak İran’a gidişi, İran ve Irak hakkında bilgiler.
  • 5. Cilt: Tokat, Rumeli (Özi, Akkirman, Kili), Sarıkamış’tan Orta Avrupa’ya kadar olan çeşitli ülke ve eyaletler, Lehistan, Çanakkale Boğazı, Gelibolu, Boğdan.
  • 6. Cilt: Macaristan ve Almanya.
  • 7. Cilt: Avusturya, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyarı, Ejderhan havalisi.
  • 8. Cilt: Kırım ve Girit olayları ile Selanik ve Rumeli’deki olaylar.
  • 9. Cilt: İstanbul’dan Mekke ve Medine’ye kadar olan yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, Evliya Çelebi’nin başından geçen ilginç olaylar, Mekke ve Medine hakkında geniş bilgiler.
  • 10. Cilt: Mısır ve çevresi.

Evliya Çelebi ve Seyahatname’sine olan ilgi her geçen gün artmaktadır. UNESCO Genel Kurulu, Evliya Çelebi’nin 400. doğum yıl dönümü münasebetiyle 2011 yılını Evliya Çelebi’yi Anma Yılı olarak ilan etti. Bu anma yılına özel olarak, Evliya Çelebi’nin İstanbul’u Sergisi (19. 01. 2011), Evliya Çelebi Ankara Sergisi (25. 02. 2011), Doğumunun 400. Yılında Evliya Çelebi Sempozyumu (Kütahya-26. 03. 2011), Bir Osmanlı Seyyahı Evliya Çelebi Paris Sergisi (14. 11. 2011), Evliya Çelebi Paris Sempozyumu (14. 11. 2011), Evliya Çelebi Bosna Hersek Sergisi (10. 01. 2012)” ve Evliya Çelebi’nin Balkanları Kongresi (Üsküp-21. 04. 2012) gibi etkinlikler tertip edildi.

Yararlanılan Kaynaklar

Demir U. (2015). Yasaklanan ve Sansürlenen Bir Kitabın Macerası: Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi’nin İlk Baskıları, Osmanlı Araştırmaları, XLVI: 193-212; Evliya Çelebi (2013). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Cilt- 1-2. (Yay. Haz. Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları; Özön M. N. (1976). Evliya Çelebi Seyahatname (Gördüklerim). c. 1-2. İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevi; Tezcan N. (2011). 1814’ten 2011’e Seyahatname Araştırmalarının Tarihçesi. İçinde N. Tezcan ve S. Tezcan (editörler) Evliya Çelebi (ss. 78-115). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Devirler/İsimler/Eserler/Terimler 8 (1998). İstanbul.

Ayrıntılı bilgi için bakınız

Baysun, M. C. (1947). Evliya Çelebi. İçinde; İslâm Ansiklopedisi. Cilt-4 (ss. 400-412). İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları; Eren M. (1960). Evliya Çelebi Seyahatnamesi Birinci Cildinin Kaynakları Üzerinde Bir Araştırma. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası; Tezcan, N. (2009). Seyahatname. İçinde; Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt- 37 (ss. 16-19). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayını.