Milyas Bölgesi

Doğal ve Kültürel Miras Antik Kent

Elmalı ilçesi, Antalya’nın 120 kilometre batısında, Korkuteli, Kumluca, Finike, Kaş ve Fethiye (Muğla) ilçelerinin ortasında yer alır. Burası, Beydağları (Masikytos) ve Akdağlar (Kragos) tarafından kuşatılmış kuzeydoğu-güneybatı istaikametinde uzanan kendi içine kapalı bir coğrafi ünite olarak tanımlanır. Güneybatı Anadolu ile İç Batı Anadolu bölgeleri arasındaki geçiş havzası üzerine oturan bu mahal, kıyı ve iç kesimleri birbirine bağlayan yolların kavşak noktasındaki konumu ve zirai faaliyetlere olanak sunan çevresel koşulları ile tarihöncesi dönemlerden günümüze değin çok katmanlı bir yerleşim tarihine sahiptir.

Elmalı Ovası’nı yurt edinen toplulukların yaşadıkları toprakları nasıl adlandırdıkları bilinmemektedir. Bununla birlikte, MÖ yaklaşık V. yüzyıldan başlayarak çalışmalarında Güneybatı Anadolu hakkında bilgi veren azımsanamayacak sayıda Helen ve Roma yazarı Likya, Kabalis ve Pisidya’nın kesişme noktasında; fakat kimilerine göre coğrafi kimilerine göre ise etnik açıdan onlardan farklılık gösteren Milyas (Μιλυάς) adında bir bölge ya da halkın bulunduğu konusunda hem fikirdirler. Yakın geçmişte araştırma korpusuna eklemlenen İmparator Claudius dönemine ait iki epigrafik belge antik kaynakları doğruladı. Likya Yol Klavuz Anıtı GZR 29’da ve Gölova/Müğren Yazıtı’nda, Elmalı Ovası’nın ismi antik literatürdeki coğrafi tanımlamaya uygun bir şekilde Milyas (Μυλιάς) olarak okundu.

Milyas tarihsel coğrafyasının siyasi, idari ve kültürel sınırlarının belirlenmesine olanak sunacak veriler son derece yetersizdir. Ne yazık ki, antik kaynaklarda Milyaslı olarak tanıtılan bir yönetici ya da epigrafik belgelerde kendisini Milyas ethni konuyla takdim eden herhangi bir şahıs bugüne değin tespit edilemedi. Öte yandan, Ksanthos Yazıtlı Dikmesi ve Kaş Aslanlı Mezar’da kayıt altına alınarak Milyas topluluklarına atfedilen Likçe B yazısı henüz çözümlenemedi. Bu yazı dilinin Likçe’nin bir lehçesi olup olmadığı, daha da önemlisi, Milyasca olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı tartışmalıdır. Bu nedenle, Milyas tarihinin yeniden canlandırılması söz konusu olduğunda eldeki verilerin hemen hemen hepsi, -mitolojinin nerede bitip tarihin nerede başladığı belli olmayan-, Helen kaynaklarıyla sınırlıdır. Bu bağlamda, Sarpedon ve yoldaşlarının Milyas topraklarında Solymlerle giriştikleri mücadeleye ilişkin aktarımlar, Milyas’ın Likya’dan farklı ve ondan daha eski bir geçmişe sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. MÖ yaklaşık V. yüzyılın ikinci yarısında eser veren Heredotos (III.90), Akhamenid yönetiminin Milyas’ı Birinci Nomos içerisinde Likya’dan ayrıca vergilendirdiklerini aktarır. Yine Heredotos’a göre (VII. 77), Kserkses’in Yunan seferine katılan Milyaslılar, giysi ve taşıdıkları silahlarla Likya ve Kabayalılar’dan farklı bir görünüme sahiptirler. Diğer yandan, MÖ yaklaşık 425/24 yılına ait Atina Vergi Listeri’nde Milyaslılar yine komşularında ayrıca zikredilmişlerdir. Öte yandan, Nippur çıkışlı MÖ yaklaşık 422 yılına tarihlenen Yeni Babil çivi yazılı belgelerinde Tarmilaja ifadesinin Likyalılar için kullanıldığı hususunda görüş birliği bulunsa da Milidia ile Milyaslıların kastedillmiş olup olmadığı şüphelidir.

MÖ yaklaşık IV. yüzyılda Anadolu kentlerinde beliren siyasi istikrarsızlık Milyas’a da yansımış görünür. Kızılca’daki Masauwẽti’nin mezarı ve üzerindeki Likçe yazıt (MÖ yaklaşık 380-360), Limyra’lı Perikle’nin bu süreçte Elmalı Ovası üzerinde hakimiyet kurduğunu ortaya koyar. Akhamenid komutanı Authophradates’in MÖ yaklaşık IV. yüzyılın 60’lı yıllarında Perikle’yi yenilgiye uğratması bu hakimiyetin oldukça kısa sürdüğünü gösterir. Doğrudan bir kayıt bulunmamasına karşın, bu tarihten sonra Likya gibi Milyas’ın da Karyalı Mausolos’un yönetimi altına girmiş olması makul görünür. Arrianus’un aktarımları İskender’in Likya ve Karya’yı birbirinden ayırarak Pisidya’ya değin uzanan topraklarda yeni bir yönetim alanı oluşturduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, ne Arrianus’un aktarımları ne de izleyen birkaç yüzyıl boyunca bölgenin siyasi iklimi hakkında bilgi veren diğer kaynaklarda Milyas’ın politik statütüsüne dair doğrudan bir bilgiye rastlanmaz.

Bölgenin yazılı kaynaklarda yeniden görünür olması ancak MÖ yaklaşık I. yüzyıl ile birlikte gerçekleşir. Caesar ya da Roma-Likya Antlaşması olarak anılan metin, Milyas’ın M.Ö 46’da Likya yönetimine verildiğini ortaya koyar. Antlaşmaya göre “Akarassos (Elmalı), Phileta (Yarangediği), Terponella (Bayındır), Terpis, Kodoppa, Mikron Oros, ve burada bulunan mülkler, yerler, bunlara ait binalar ve araziler, dahası bu sınırlar içerisinde her ne varsa” Likyalıların oldu.

Geç Antik ve Bizans dönemlerinde bölge hakkında yazılı kaynaklara dayalı bilgiler sınırlıdır. MS yaklaşık VII-XIII. yüzyıllar arasında Doğu Psikoposluklarının listesini veren Notitiae Episcopatum’a göre Phileta kenti, Myra’ya bağlı psikoposluklardan birine ev sahipliği yapmaktadır. Benzer şekilde, İmparator Konstantinos Porphyrogenitos’un MS yaklaşık 950 civarında yazdığı De Thematibus’da, Phileta ve Podalia kentleri Kibyraioton Theması içerisinde zikredildi.

Türklerin Elmalı Ovası’na yerleşmeleri kesin olmamakla birlikte Bizans dönemine rastlamaktadır. Anadolu’nun genelinde olduğu gibi Elmalı’da da Avşar, Salur, Bayındır, Eymür, Bayat, ve Yuva gibi Türkmen boylarının adlarını taşıyan köyler vardır. Bununla birlikte, aynı adlı höyüğün üzerine oturan günümüz Elmalı Kasabası’nın oluşması ve serpilip gelişmesi Osmanlı döneminde vuku buldu.

Milyas bölgesi 1960’lı yılların başına değin arkeoloji literatüründe terra incognito (bilinmeyen yer) olarak kalmıştır. Bölgenin bilimsel araştırmalar açısından cazibe merkezi haline gelmesi Bryn Mawr Üniversitesi’nden Prof. M. Johanna Mellink’in Semayük Ovası’ndaki Karataş Höyüğü’nde başlattığı kazılar sayesinde gerçekleşti (1963-1975). Farklı dönemlerde ovanın değişik bölümlerinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarına göre, Semayük ve çevresindeki araziler şimdilik en erken buluntu merkezlerini teşkil ederler. İnlikaya mevkii, Köyderesi ve Türkiş Deresi’nin çevresindeki kaya-alltı sığınakları (özellikle Karain); Nohutlu Dağ eteklerindeki Ayvasıl’da ise Orta Paleolitik döneme ait buluntular rapor edildi.

Neolitik-Kalkolitik çağlarda tarım ve hayvancılık ile uğraşan yerleşik toplulukların Elmalı Ovası’nda Akçay’dan Gökpınar ve Bağbaşı’na değin uzanan geniş bir sahada varlık gösterdikleri tespit edildi. Tunç Çağı’na gelindiğinde, ovadaki yerleşimlerin konum, ölçek ve sayıca arttıkları görülür. Ovanın Elmalı kısmındaki Hacı Musalar Höyük ve Semayük’deki Karataş Höyük bu döneme ait yerleşim karakterini ortaya koyan başlıca arkeolojik sitlerdir. Karataş kazılarında eskiden yeniye doğru I-VI olarak adlandırılan altı tabaka tespit edildi (Karataş I-VI). Onlardan Karataş II 14C (radyokarbon) analizlerine göre MÖ 2900-2600’e tarihlenir. İskanın en yoğun olduğu dönemde (Karataş VI‘da) yerleşimin birbuçuk hektarlık bir alana yayıldığı ve yaklaşık 140 haneyi (kabaca 640 kişilik) barındırdığı tespit edildi. Karataş’ın beyine ait olması gereken konak ve onun taş tümülüs altındaki ahşap mezar odası iskân alanının merkezindeki 100 metre çapa sahip, üç-dört metre yükseklikteki bir tepecikte yer alır. Tepeciğin zirvesinde yer alan Bey Konağı, avluları kuşatan dairesel formlu çevre duvarları ve en aşağıda ise palisad/ahşap çit duvarı ile aşağıdaki konut alanından ayrıldı. Aşağı kentteki konutlar taş temel ve üzerine dal-örgü sistemi kullanılarak inşa edilmiş megaron tarzı mimariye sahiptir. Yerleşimin güney ve güneydoğusundaki nekropolde (mezarlık) 400’ün üzerinde pithos tarzı (küp mezar) gömüt açığa çıkarıldı. Bu mezarlar, Batı Anadolu’daki çağdaşlarıyla benzer özelliklere sahip olmakla birlikte, onlardan farklı olarak defin işlemi gerçekleştirkten sonra mezarların üstü arazi taşlarından oluşan bir örtü/tumulus ile kapatılmaktadır. Bugün Elmalı ve Antalya Müzeleri’nde sergilenen mezar buluntuları çok ve çeşitli nitelikte malzemelerden oluşan özgün bir kolleksiyon oluşturmaktadır.

Elmalı Ovası’nın İkinci binyıl sakinleri hakkında hemen hemen hiçbir arkeolojik veriye sahip değiliz. Aksi yöndeki değerlendirmeler bulunsa da, MÖ XIV.-XIII. yüzyıllar arasında Hitit ve Mısır kaynaklarında anılan Lukka ülkesinin Elmalı Ovası’yla tarihsel ve/veya coğrafi bir bağa sahip olduklarına dair ikna edici değerlendirmeler bulunuyor. Her halükarda, arkeolojik kayıtlardaki sis perdesi MÖ VIII/VII. yüzyıl ile birlikte, Karataş sitinin hemen kıyısındaki Bayındır’da açığa çıkarılan Milyas yöneticileri/soylularına ait mezar anıtlarıyla ortadan kalkar. Onlardan B, C, D, -tıpkı halefleri Karaburun I-II’de olduğu gibi-, aynı hanerdanlığa/aileye sahip kişilere ait mezarlar olabilir. İçlerinde nispeten daha iyi bilenen D Tümülüsü henüz 20‘li yaşlarda yaşamını yitiren genç bir kadına aittit. Mezar sahibesi, ahşap bir mezar odasına, burada kendisine tahsis edilmiş ahşap bir ölü yatağı üzerine giysileriyle yatırılmak suretiyle defnedilmiştir. Ölü armağanı olarak mezara bırakılan değerli madenlerden üretilmiş kimi Frigce grafitiye sahip statü nesneleri, kişisel eşyalar ve fildişi/gümüş yontuculuk ürünleri, olasılıkla Frigya ve Lidya gibi Anadolu’nun farklı sanat merkezlerinden satın alım yoluyla temin edilmiştir. Söz konusu eserler, bugün kısmen Elmalı ve kısmen de Antalya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedirler.

İskan alanlarına dair arkeolojik kayıtlardaki belirsizlikler Akhamenid dönemi boyunca geçerliliğini korur. Bu dönem için Milyas’da arazi kullanımı ve popülasyon dağılımı açısından bazı dönüşümlerin yaşandığına dair emareler bulunmaktaysa da bu sürecin ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmesine olanak sunacak veriler noksandır. Diğer yandan, bu dönem Milyas ve Likya bölgeleri arasındaki kültürel farklılıklar arkeolojik bulgular aracılığıyla belirginleşir. Gerçekten de, MÖ VI.-V. yüzyıllarda Likya/Ksanthos beylerinin inşa ettirdikleri mezar anıtlarıyla karşılaştırıldıklarında Kızılbel , Müğren ve Karaburun Tümülüsleri Milyas’daki siyasi ve kültürel iklimin özgün dokusunu yansıtır. Beşik çatıya sahip kapısız taş mezar odalarından oluşan bu tümülüsler yalnız mimari karakterleri ile değil fakat çok-renkli duvar resimleriyle de dönemlerinin en seçkin ve masraflı anıtları arasında olma vasfına sahiptirler. Onlardan Kızılbel (MÖ yaklaşık 540-525) 50‘li yaşlarda, olasılıkla, yaralanma sonucu yaşamını yitirmiş yerel bir bey için inşa edildi. İhtimamla düzenlenen mezar odasında taş ölü yatağı ve defin işlemi sırasında sunulan değerli aramağanların yerleştirildiği taş sehpa bulunur. Duvar resimleri’nin işleniş tarzı ve korunum durumu tasvirin içeriğinin bütünüyle kavranmasını güçleştirmektedir. Buna karşın topluca ele alındığında savaşa hazırlık, uğurlama ve ziyafet gibi sahneler mezar sahibinin yönetici vasfıyla ilgili etkinlikleri tanıtırlar; diğer yandan av, spor müsabaları vs barış zamanlarındaki aktiviteler için uygun bir içerik sunar. Doğal ve insan kaynaklı fiziki müdehaleler nedeniyle günümüze son derece kötü durumda ulaşan Müğren Tümülüsü (MÖ yaklaşık 525-500), Gölova/Tepecik Mevkii’ndeki karstik kayalığın zirvesinde yer alır. Mezar odasını Milyas bölgesindeki diğer örneklerden ayıran belirleyici unsur onun iç dekorasyonunda izlenir. Burada, geleneksel ahşap yapı kültürüne ait mimari unsurlar kabartma ve resim tekniğiyle canlandırılmak suretiyle mezar odasının mekasallaştırıldığına tanık olunur. Karaburun II (MÖ yak 475), Akhamenid kültürüne yatkın 50‘li yaşlarda bir erkeğe, olasılıkla, Karaburun I Tümülüsü’ndeki kadının eşine aittir. Mezar sahibi, odanın üç duvarını çeviren tek bir frizde kendisini gösterir. Ana sahnede refakatçileri tarafından kuşatılmış bir kline üzerinde görülür, kuzey duvarda şahlanmış atı ve kuşanmış bulunduğu silahlarıyla düşmanlarını alt etmektedir. Güneyde ise duvar resimlerindeki tempolu anlatım dili dinginleşir; sessizlik telkin eden bir cenaze alayının ağır ağır ilerleyişi ile karşı karşıya kalınır.

Tümülüslerin yerel unsurlar yanında farklı kültürel (Frigya, Lidya, İonia, Pers) merkezlerle kurulan ilişkileri yansıtan hybrid karakteri, Milyas beylerinin çağdaş merkezlerle kurdukları çok yönlü ilişikileri tasdik ediyor olması nedeniyle dikkate değerdir. Siyasal ve kültürel açıdan yakın ve uzak komşularla kurulan güçlü bağların sürekliliği Bayındır (Terponella) ve Podalia’da (Buralye) yasa dışı yollarla açığa çıkarılan sikke defineleri aracılığıyla MÖ V.-IV. yüzyıllara taşınır. Bu tarihlerle birlikte Semayük Ovası’ndaki arkeolojik verilerde seyrelme, Büyük Elmalı Ovası’nda ise belirgin bir artış gözlenir. Kızılca, Armutlu, Eskihisar, Buralye (Podalia) ve İslamlar’daki mezarların kimi doğrudan kimi ise dolaylı olarak Limyralı Perikle’nin Milyas’a dönük yayılma politikasının arkeolojik kanıtları olarak görülür. Bu mezarlar, dönemin kullanımda olan ahşap konutlarını taklit eden mimari formları ile “Kuzey Likya” grubu içinde sınıflandırılırlar ve Elmalı’nın ünlü ahşap tahıl depoları ve arı konakları için mimari bir arketip olarak görülürler.

Roma döneminde Milyas Likya eyaletine bağlandı. Yazılı kaynaklar ve arkeolojik veriler aracılığıyla lokalizasyonu yapılan kentler ya sürekli yerleşim gördükler ya da henüz araştırılmadıkları için bölgenin Roma dönemi yerleşim karakterinin anlaşılmasına olanak sunmazlar. Belli başlı arkeolojik kalıntılar Choma (Hacı Musalar Höyük) ve yakın çevresi (Sarılar, Armutlu, Avşar Kalesi, İslamlar, Balıklar Dağı); Orpei (Güğü/Yapraklı); Podalia (Buralye); Soklai (Söğle); Akarassos (Elmalı); Terponella (Bayındır) ve Phileta’da (Yarangediği) tespit edilen yollar, çeşitli yapılara ait mimari unsurlar ve nekrolojik buluntulardan oluşur. Nümizmatik veriler ise bu kentlerden yalnızca Podalia ve Choma’nın III. Gordianus döneminde sikke bastıklarını ortaya koymaktadır (MS yaklaşık 242-244).

Elmalı Ovası’nın Roma dönemine ait en ilgi çekici arkeolojik kayıtları çeşitli tanrılara adanmış yazıtlı ya da yazıtsız adak stelleri ile kaya kabartmalarıdır. Çoğu MS yaklaşık II ve III. yüzyıllara tarihlenen bu eserler; On İki Tanrı, Tanrı Üçlüsü, Dioskurlar, Artemis Lagbene gibi koruyucuların Elmalı Ovası’nda büyük bir saygı gördüğünü ortaya koydu. Genel bir değerlendirme için, Likya, Kabalya ve Pisidya’daki gösterişli kentler ve onların nitelikli kamu yapılarıyla karşılaştırıldığında bölgenin Roma dönemi arkeolojik peyzajının hayli mütevazı bir görünüm sunduğu söylenebilir.

Geç Antik ve Bizans dönemlerinde ovada gelişen tarihi, siyasi, politik, ekonomik ve kültürel devinimler hakkındaki arkeolojik kanıtlar yeterli değildir. Anlaşıldığı kadarıyla, Choma kazılarında açığa çıkarılan klise konum ve ölçeğiyle MS IV-XI. yüzyıllarda yerleşimin bölgesel bir öneme sahip olabileceğini ortaya koydu. Yazılı kaynaklar ya da fragmenter olarak ele geçmiş arkeolojik veriler Choma’nın yanı sıra, Podalia, Phileta, Bayındır, Müğren, ve Gilevgi gibi merkezlerin de bu dönemde farklı nitelikte etkinliklere odak olduklarını göstermektedir.

Müğren Mezar Odası’nın kuzey duvarı ile Elmalı Müzesi’nde sergilenen antik dönemlere ait mimari bir bloğun yan yüzüne kazınmak suretiyle işlenen çeşitli şekiller Elmalı Ovası’na yerleşen Türkmen boylarına ait tamgalar olabilir. Diğer yandan, Tekke Köyü’ndeki Hacı Bektaş Veli’nin müritlerinden Abdal Musa’nın Tekkesi Elmalı’daki Türk-İslam dönemine ait miras değerlerini teşkil eder. XVII. yüzyılda Tekke’nin ünü “Rumeli, Arap, Acem, Hint, Sind, Belh, Buhara, Semerkand ve Horasan” diyarlarına kadar yayılmıştır. Evliya Çelebi Tekke’de karşılaştığı manzarıyı “300’den fazla yalınayak ve çârdarb ârif-i billâh, dünyayı terk etmiş canları var ki her biri Aristo akıllıdır. Gece gündüz ilimle ve ibadetle meşguldurler” satırlarıyla nakletmiştir. Diğer yandan, şathaiyeleriyle ünlü Alâiye (Alanya) Beyi’nin oğlu Kaygusuz Abdal’ın (Alaaddin Gaybî) Abdal Musa Tekkesi’ne gömülüp gömülmediği konusu tartışmalıdır.

Anlaşıldığı kadarıyla Evliya Çelebi günümüz Elmalı ilçesine geldiğinde, antik çağlarda burayı işaret etmek için kullanılan “Akarassos” adı çoktan unutulmuştur. Zira o, büyük bir uğraş ile Elmalı adının nereden geldiğini anlamaya çalışmış ve bu çabasına destek olacak bir dizi söylenceden bahseder (Almalu-Almamalu). Her halükarda, onun kenti ziyaret ettiği sırada Elmalı’daki en görkemli yapı kitabesi aracılığıyla 1607 yılında yapıldığı bilinen Ömer Paşa Camii idi. Güneybatı Anadolu’nun en büyük ve gösterişli eseri olan Ömer Paşa Camii, eğimli bir arazi üzerinde inşa edildiğinden heybetli bir görünüşe sahiptir. Şimdiye kadar pek fazla tanınmadan kalmış olan bu eser, Osmanlı devri Türk mimarisinin Anadolu’da yapılmış az sayıdaki önemli örneklerinden biridir. Evliya Çelebi, Ketenci Ömer Paşa Camii’nin göz alıcı iç süslemesini kısaca tarif ettikten sonra onun İstanbul Eyüpsultan’daki Zal Mahmud Paşa Camii’ne benzediğini yazmıştır. Bununla birlikte, cami inşaatında kullanılan çok sayıda sütun ve diğer devşirme bloklar ile Belediye binasının temel kazısı sırasında açığa çıkarılan yazıtlı sunaklar Roma dönemine aittirler ve dolaylı da olsa “Akarassos” kentinden günümüze ulaşan az sayıdaki arkeolojik kanıtı oluştururlar.

Ayrıntılı bilgi için bakınız

Özgen, İ. (2008). Elmalı Ovası Tarihi ve Arkeolojik Araştırmalar. İçinde, Editör; Günay, R: Elmalı ve Yöresel Mimarlığı, Ege Yayınları: 1-18.