Assos Kazısı Assos Antik Kenti Arkeolojik Kazı Çalışmaları

ARKEOLOJİK KAZI VE YÜZEY ARAŞTIRMASI DOĞAL VE KÜLTÜREL MİRAS Yerleşim Kazısı Nekropol Kazısı Antik Kent Arkeoloji UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi

(Assos, Behram, Ayvacık, Çanakkale, 1881 - 2025)

Assos Antik Kenti Arkeolojik Kazı çalışmaları, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Behram Köyü sınırları içinde gerçekleştirilmektedir. Çanakkale’ye 85 kilometre ve Ayvacık’a 17 kilometre mesafede bulunan Assos, doğusunda Küçükkuyu ve güneyinde Ege Denizi ile sınırlandırılmaktadır. Assos’un denizden 10 kilometre güneyinde 1633 kilometrekarelik geniş yüzölçümü nedeniyle anakara izlenimi veren Midilli Adası (Lesbos) yer almaktadır. MÖ VII. yüzyılda Lesbos’un kuzey ucundan gelen Methymnalı (Molivos) Aiol yerleşimciler Assos’un bir kent görünümüne kavuşmasını sağlamışlardır. Yunan ve Roma Çağları’nda Troas olarak adlandırılan bölgenin güney ucunda bulunan Assos’u MS II.yüzyıl coğrafyacılarından Strabon “Lekton’dan sonra, kırk stadialık uzaklıkta bulunan Polymedion’a gelinir, sonra buradan seksen stadialık uzaklıkta, denizden biraz yüksekte bulunan Assos’a ve yüz yirmi stadia sonra Addramyttenos Körfezi’ni oluşturan bir burun üzerindeki Gargara’ya gelinir” şeklinde lokalize etmiştir. Bizans Döneminde Machramion ve I. Murat Hüdavendigar döneminden itibaren Behram olarak adlandırılmıştır ancak günümüzde daha çok Aiollerin verdiği Assos ismi kullanılmaktadır. Assos, doğuda Gargara, kuzeydoğuda Lamponia ve batıda Harmatos yerleşimlerine komşudur. Ayrıca doğuda Antandros’a 53 kilometre, batıda Apollon Smintheion’a 25 kilometre, kuzey batıda Alexandria Troas’a 58 kilometre ve Troya’ya 64 kilometre mesafede bulunmaktadır. 

1. Assos Tarihi 

Assos’ta akropolisin batısında ve Biber Deresi’nin kuzeyindeki düzlüklerde yakın örnekleri Lesbos’tan bilinen Paleolitik Çağ’a (MÖ 500.000) tarihlenen taş aletler ve yaşam izleri tespit edilmiştir. Ayrıca tiyatro, akropolis, nekropoliste granit ve yeşil taştan üretilmiş benzer örnekleri Gülpınar’dan bilinen Kalkolitik Çağ’a (MÖ 5000) tarihlenen baltalar bulunmuştur. Akropolis ve doğu yamaçlarında tespit edilen çok sayıda Bronz Çağı (MÖ3000-1200) seramikleri ise akropoliste bu dönemde bir iskânın varlığını kanıtlamaktadır. Ayrıca Bronz Çağı’nda Anadolu’nun yerel halkı olarak kabul edilen Leleglerin, Assos ve çevresinde yaşadıkları Homeros’un eserlerinde yer almaktadır. MÖ VIII. yüzyılın sonlarında artan nüfus nedeniyle tarım arazilerinde yetersizlik yaşanmıştır. Buna bağlı olarak Yunanistan’dan Ege kıyılarına yapılan çeyrek asırlık kolonizasyon hareketleri sonucunda Troas’ta çok sayıda poleis (şehir devletleri) kurulmuştur. Assos’ta akropolis, nekropolis ve agorada Geometrik dönem (MÖ 900-700) ya da Kahramanlar Çağı olarak adlandırılan zaman dilimine ait üzerinde cenaze ve savaş sahnelerinin betimlendiği az sayıda seramik örnekleri tespit edilmiştir. Lesbos’a yerleşen Aioller, Arkaik dönem boyunca (MÖ 700-480) ekonomik kaynakları kullanmak amacıyla Batı Anadolu kıyılarına yayılmışlardır. Assos’u Lesbos’tan gelen Metyhmnalı Aiollerin kurduğu araştırmalarda tespit edilen çok sayıda Aiol lehçesinde yazıtlar ve gri seramikler ile desteklenmektedir. MÖ 547 yılında Lidya kralı Kroisos, Pers kralı Kyros’a yenilince Assos’un da içinde bulunduğu Anadolu toprakları Pers hâkimiyetine girmiştir. Persler topraklarını eyaletlere ayırarak satrap adını verdikleri valiler aracılığıyla yönettiklerinden Assos’un idaresi merkezi Daskyleion’da (Manyas-Ergili Köyü) bulunan Phrygia satrabına bırakılmıştır. Klasik dönemde (MÖ 480-330) Anadolu’da Pers krallığının varlığı devam etmiştir. Assos, MÖ 477 yılında Perslerle mücadele edebilmek için Atina önderliğinde kurulan ve merkezi Delos olan Attika-Delos Deniz Birliği’ne katılarak 1 talent (yaklaşık 26 kilogram gümüş) vergi ödemeyi kabul etmiştir. Ancak Atina’nın kaynakları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya başlaması nedeniyle MÖ 411 yılında birlikten ayrılmıştır. MÖ 368 yılında Pers kralı tarafından bölgeye satrap olarak atanan Ariobarzanes, Sparta ve Atina ile yakın ilişkiler kurduğu için görevden alınarak yerine satrap olarak Artabazos atanmıştır. Bu durumdan hoşnut olmayan Ariobarzanes Pers kralı II. Artakserkses’e karşı ayaklanarak MÖ 366/365 yılında Assos’a sığınmıştır. Ariobarzanes ayaklanma esnasında kendisine maddi yardımda bulunan Assos’lu banker Eubolos’a, Assos ve Atarneus arasındaki toprakları bırakmıştır. MÖ IV. yüzyılın ilk çeyreğinde Mısır’da çıkan karışıklıklarla uğraşan Pers kralının otorite boşluğundan yararlanan Assos-Atarneus tiranı banker Eubolos ve kölesi Hermias topraklarını oldukça genişletmişlerdir. Eubolos’un ölümünden sonra azatlı köle Hermias Assos tiranı olmuştur ve Aristoteles ile Ksenokrates’i Assos’a davet etmiştir. MÖ 347 yılında Aristoteles ve Platon’un diğer iki öğrencisi Skepsisli Erastos ve Koriskos ile çalışmak için Assos’ta bir araya gelmişlerdir. Lesbos’lu Theoprastos bir süre sonra onlara katılmış ve Aristoteles’in başlattığı biyoloji çalışmalarına ek olarak ilk defa İda Dağı (Kazdağları) ve çevresinin bitki türlerinin taksonomisini yapmıştır. Günümüzde bilim dünyasında halen kullanılan terimlerin bir bölümü Theoprastos’a aittir. Tiran Hermias Platon’un öğrencilerinin tavsiyeleri dikkate almış ve kendisini doğru yönlendirilen bilim insanlarına Assos’ta araziler vermiştir. Aristoteles MÖ 347’de Hermias’ın davetiyle Assos’a geldiğinde tiranın akrabası Pythias ile evlenmiş ve bu evlilikten annesi ile aynı adı taşıyan Pythias ile oğlu Nikomakhos dünyaya gelmiştir. Aristoteles’in “Nikomakhos’a Etik” adındaki ünlü eserinde tavsiyeler sunduğu oğlu Nikomakhos Assos’ludur. Ayrıca Politika adlı eserinin taslak metinlerini birlikte çalıştığı diğer filozoflarla tartışarak Assos’ta hazırladığı düşünülmektedir. Aristoteles, Pers tehlikesi nedeniyle MÖ 345 yılında Assos’tan ayrılarak önce Atina sonra II. Philippos’un daveti üzerine Makedonya’ya yerleşmiş ve MÖ 342 yılından itibaren Büyük İskender’in eğitimini üstlenmiştir. Makedon kralı Büyük İskender’in III. Dareios yönetimindeki Pers krallığını ortadan kaldırmasıyla başlayan Hellenistik dönemde (MÖ 330-30) polis geleneği desteklenmiş, tarım arazilerinden ve üretimden elde edilen gelirlerle Assos’un da içinde bulunduğu Yunan polisleri altın çağını yaşamıştır. Büyük İskender’in MÖ 323 yılındaki ölümünden sonra yönetimindeki İndus vadisine kadar yayılan geniş toprakları çocukluk arkadaşları olan komutanları arasında bölünmüştür. MÖ 311 yılından sonra Assos ile birlikte tüm Küçük Asya, Antigonos Monophtalmos’un yönetimi altına girmiştir. Antigonos Monophtalmos merkezi İlion olan bir Aiol birliği kurarak üzerinde AIOL lejandı bulunan sikkeler basmıştır ve birlik sikkelerinin Assos’ta darp edildiğine dair kanıtlar bulunmaktadır. MÖ 301 yılında Antigonos oğlu ile birlikte Lysimachos karşı girdiği mücadeleyi kaybetmiş ve bölge Lysimachos’un kontrolü altına girmiştir. MÖ III. yüzyılda Lysimachos, Assos’un da üyesi olduğu İlion Birliği'ni güçlendirmiştir. MÖ 281 yılındaki Kurupedion savaşında Lysimachos’un ölümünden sonra Pergamon Krallığı kurulmuştur ancak bu dönemde Assos’un Seleukoslara bağlı kaldığı İlion’da bulunan bir yazıttan bilinmektedir. Yazıta göre I. Antiokhos (MÖ 324-261) MÖ 274 yılında 2000 plethron (yaklaşık 27-35 bin hektar) genişliğindeki verimli tarım arazisini Assos’lu Aristodikies’e işletmesi için vermiştir. Mısır kralı VIII. Ptolomaios Euergetes’in MÖ 161-154 yılları arasında düzenlediği Kıbrıs seferi sırasında Assos’a uğradığı ve kendisine değeri bin drahmi olan beyaz domuzlardan hediye edildiği kaynaklarda yer almaktadır. MÖ 133 yılında Pergamon ralı III. Attalos’un topraklarını vasiyet yoluyla Roma Devleti’ne bırakmasıyla Assos diğer Batı Anadolu kentleri gibi Küçük Asya (Asia Minor) Eyaleti’ne dâhil olmuş ancak gündelik alışverişlerde kullanılan bronz kent sikkelerinin basılmaya devam edilmesine izin verilmiştir. MÖ 123 yılında Roma Devleti yeni bir vergi sistemi uygulamaya başlamıştır ancak Assos’un bu vergilerden muaf tutulduğu tahmin edilmektedir. Pontos kralı IV. Mihridates Eupator’un MÖ 89-63 yılları arasında Anadolu’da Roma Devleti’ne karşı başlattığı savaşta Assos’un hangi safta yer aldığı bilinmemektedir. Ancak bu dönemde Assos’un Tanrıça Athena adına düzenlenen kutsal bir şenlik olan Panathenia törenlerine maddi olarak destek sağladığını, İlion civarında bulunan ve MÖ 77’ ye tarihlenen bir yazıttan öğreniyoruz. Ayrıca kazılarda ele geçen ve MÖ IV. yüzyıl-MÖ 50 arasına tarihlenen mühürlü amphora kulplarından ve yazıtlardan Assos’un Thasos, Rodos, Knidos, Kios, Paros ve Sinope gibi kentlerle şarap ticareti vasıtasıyla ekonomik ilişkiler kurduğunu anlıyoruz. Roma İmparatorluk döneminde Assoslular, İmparator Augustus başta olmak üzere hanedan üyeleri ile iyi ilişkiler kurmuş hatta Augustus ve oğlu Gaius Caesar’a bağlılıklarını göstermek amacıyla agoraya heykellerini dikmişlerdir. Bunun yanında MÖ27/26 yılındaki depremlerde ağır hasar gören yapıların proconsul Sextus Appuleius tarafından onarılması ve Strabon’un Assos’tan bahsetmesi kentin önemini koruduğunu işaret etmektedir. Germanicus’un MS 18 yılında doğu eyaletlerinin en yetkili kişisi seçilerek imperium maius ünvanını almış ve eşi Agrippina ile oğlu Caligula ile birlikte çıktğı seyahatte Assos’u ziyaret etmiştir. Assos halkı Caligula’nın MS 37 yılında imparator olması üzerine bağlılıklarını bildirmek üzere Roma’ya elçiler gönderdikleri bouleterion civarında bulunan bronz bir levha üzerindeki yazıttan anlaşılmaktadır. Ancak Assos’un Roma döneminde tanınır olmasının en önemli nedenlerinden birinin MS 57 yılında Tarsuslu Aziz Paulos’un Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Alexandria Troas’tan tek başına kara yoluyla yürüyerek Assos’a gelmesi ve limandan bir gemi ile Lesbos’a geçmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında Roma İmparatorluk döneminde Assos’ta üretilen andezit lahitler MS II-III. yüzyıllarda Akdeniz kıyısındaki Suriye, Mısır, Yunanistan ve İtalya’nın farklı kentlerine ithal edilmiştir. Assos lahitlerinin deniz aşırı ülkelerde tanınır olması antik yazarlardan Yaşlı Plinius’un eserlerinde bu lahitler hakkında anlattıkları ile ilgili olmalıdır. Bizans döneminde MS 431 Ephesos ve MS 451 Khalkedon konsül toplantılarında Assos’u Piskopos Maximos temsil etmiştir. MS V-VI. yüzyıl Roma topraklarında paganizmin zayıflaması ve Hıristiyanlığın güçlenmesi ve baş gösteren mali sıkıntılar nedeniyle sosyal yaşamın bir parçası olan gymnasion, tiyatro ve hamam gibi yapılar kiliselere dönüştürülmeye başlamıştır. Assos’ta da gymnasion ve hamam yapıları kiliseye dönüştürülürken agora ve bazı caddelerin üzerine Bizans konutları inşa edilmiştir. Assos’ta görülen yoğun imar faaliyetleri Erken Bizans döneminde müreffeh bir yaşam sürüldüğünü ortaya koymaktadır. Assos, MS 6. yüzyıldaki piskoposluk merkezi sıralamasında altıncı sırayı almıştır. MS VII. yüzyıldaki depremler ve dış saldırıların olumsuz izleri Assos’ta izlenmektedir. Orta Bizans dönemine ait yazılı kaynaklardan kentte yaşamın devam ettiği anlaşılmaktadır. MS XI-XII. yüzyılda (?) Assos Piskoposu Gregorius ve yardımcısı Diokon Leon gemilerle Lesbos’a kaçmıştır. Assos, MS 1204’teki IV. Haçlı Seferi sonrasında kurulan Latin İmparatorluğu’nun etkisinde kalmıştır. 1302 yılında Karesi Beyliği’nin Pergamon’u ele geçirmesinden sonra Assos’ta oturan Bizanslı derebeyi Machram Assos’un adını Machramion olarak değiştirmiştir. 1306 yılında Karesi Beyliği’nin batıya doğru ilerlemesi sonucunda Machram Mytilene’ye kaçmış ve topraklar Karesi Beyliği’nin eline geçmiştir. Osmanlı Devleti’nin üçüncü padişahı olan I. Murat Hüdavendigar döneminde tahminen 1345 yılında Osmanlı topraklarına katılarak Behram adını almıştır ve Biga sancağına bağlı bir yerleşim haline gelmiştir. 1530 tarihli 166 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu defterinde adının Behram nam-ı diğer Kızılca Tuzla olarak kullanılması Behram iskelesinin Tuzla’ya ait olduğu ve buradan deniz yoluyla tuz ticareti yapıldığını düşündürmektedir. 1727 yılında Kaptanıderya Mustafa Paşa tarafından korsanlarla mücadele için Babakale’ye yapılan kalenin inşası için Assos’taki antik yapıların taşları limandan kayıklarla Babakale’ye taşınmıştır. Behram limanı dalgaların taşıdığı kumlar nedeniyle derinliğini kaybetse de işlevini yitirmemiştir. Ayvacık, Ezine Bayramiç ve Kaz dağlarından elde edilen tarım, hayvancılık ve orman ürünleri uzun yıllar bu iskeleden sevk edilmiştir. Liman günümüzde ağırlıklı olarak balıkçılık ve turizm amacı ile kullanılmaktadır. 

2. Araştırma Tarihi 

Rönesans ve coğrafi keşiflerin etkisi ile Yunan ve Roma kültürlerine ilginin başlaması, eski eserlere sahip olunmasının ayrıcalık olarak görülmesi, antik eserler ve kutsal kitaplarda adı geçen yerlerin keşfedilmek istenmesi Batı Anadolu kıyılarının seyyahların ve araştırmacıların öncelikli rotalarından olmasını sağlamıştır. Platon’un öğrencilerin Aristoteles’in Assos’ta yaşamış olması, Theoprastos’un bölgenin flora ve faunası ile ilgili yaptığı araştırmalar, Assos’un İncil’de geçmesi, Aziz Paul’un haç rotasının üzerinde olması ve Osmanlı Amirali Piri Reis’in 1513 yılında çizdiği harita özellikle XVII. yüzyıldan itibaren batılı araştırmacıların ilgisini arttırmıştır. İlk olarak 1677 yılında bölgeyi ziyaret eden John Covel Athena Tapınağı ile birlikte birkaç mimari yapının tanımını yapmıştır. Choiseul Gouffier 1785 yılında kenti gezerek kentin planını çıkarmış ve denizden görünümü içeren bir gravür hazırlamıştır. Bölgede Fransız elçisi olarak görev yapan Jean Baptiste Le Chavalier 1786 yılında Assos kalıntılarını gezmiş ve tuttuğu notları 1794 yılında yayınlamıştır. İngiliz rahip ve antikacı Philip Hunt, 1799 ve 1801 yıllarında olmak üzere iki kez Troas’ı ziyaret etmiş ve Assos hakkında detaylı ve doğru bilgiler vermiştir. 1800 yılında bölgeyi gezen William Martin Leake, Assos’un oldukça detaylı bir tasvirini yaparak Assos’u “en kusursuz Yunan şehri örneği” olarak nitelendirmiştir. Aynı yıl Edward Daniel Clarke, Assos ve çevresini gezerken antik mermerleri, yazıtları ve her türlü antika eseri toplayarak 1802 yılında eserlerle birlikte ülkeden ayrılmıştır. Cambridge Üniversitesi’nde Arapça profesörü ve aynı zamanda antikacı olan Joseph Dacre Caryle ve Fransız asıllı doğa bilimci, bitki ve böcek uzmanı Guillaume-Antoine Olivier  1801’de farklı zamanlarda Assos’u ziyaret etmişlerdir. Olivier’in Osmanlı, Mısır ve Pers topraklarında yaptığı çalışmaları içeren altı ciltlik eseri Troas haritaları ve bölgenin flora ve faunası ile ilgili önemli bilgiler içermektedir. 1814 yılında Raczynski tapınağın frizlerinin kusursuz çizimlerini yapmıştır. 1816’da Otto Freiher von Richter, Tamiş ve Bergaz üzerinden Assos’a gelerek surlar, nekropolis ve bazı diğer kalıntılar hakkında izlenimlerini aktarmıştır. 1817’de Fransız Mimar Jean Nicolas Huyot Athena Tapınağı’nın planını çıkarmıştır ve bazı parçaları kaçak olarak Fransa’ya taşımak istemiş ancak köy halkı buna engel olmuştur. Philip Barker Webb, 1819 yılında Ayvacık’tan Menteşe üzerinden Assos limanına ulaşan karayolundan bölgeye gelmiş ve kalıntılar hakkındaki görüşlerini aktarmıştır. Ayrıca Kazdağları’nın fauna ve florasının taksonomisini hazırlamıştır. Alman aristokrat Anton Prokesch von Osten 1826’da Alexandria Troas’dan karayolu ile Paşaköy üzerinden Assos’a gelerek kalıntıların yanı sıra bölgenin sosyo-kültürel durumu hakkında bilgiler vermiştir. 1828 yılında İskoçyalı yazar Charles Mac Farlane Assos’a gelmiş ancak kent hakkında çok fazla bilgi vermemiştir. 1830’da Joseph François Michaud ve Jean-Joseph François Poujoulat Baba burnundan yola çıktıkları bir gemi ile Rum asıllı fırıncı Paneoiti rehberliğinde yedi saatlik zorlu bir yolculuktan sonra Assos’a ulaşmıştır. Bölgenin bakir ve antik doğasının yanı sıra çam ve meşe ağaçlarıyla dolu sonsuz yeşilliklerden bahsetmişlerdir. Mimar ve arkeolog olan Charles Felix Marie Texier, Fransız Kültür Bakanlığı tarafından Osmanlı Hükümeti’nin izni ile Anadolu’ya gönderilmiştir. 1835 yılının Haziran ayında Assos’a gelmiş ve kentin planının yanı sıra bir çok yapının plan, rölöve ve restitüsyon çizimlerini yapmıştır. Asia Minor isimli üç ciltten oluşan eserini Padişah II. Mahmut’a takdim etmiş ve devlet nişanı ile ödüllendirilmiştir. R.T. Claridge, 1836’da Assos’a yaptığı ziyaretten sonra Assos’un sadece tarihi yönüyle değil birçok farklı meslek grubundan araştırmacıların dikkatini çektiğini ifade etmiştir. Charles Fellows 1838 yılının Mart ayında Küçükkuyu sahil kıyısından Kadırga Koyu’ndaki yolu takip ederek köy mezarlığının güneyindeki antik yoldan Assos’a gelmiştir. Diğer araştırmacılardan farklı olarak özellikle kentin doğusu ile ilgili detaylı bilgiler vermiştir.1838 yılında Fransız Hükümeti doğu ülkeleri ve Yunanistan’da mimarlık ile ilgili arkeolojik keşiflerin yapılmasına karar verdiğinden arkeolog Desire Rochette Raoul’u ve ona yardımcı olması için mimar M. Morey’i görevlendirmiştir. İki direkli bir savaş yelkenlisi olan La Suprise adında orta büyüklükte bir gemi ile Ege Denizi’ni geçerek Assos’a ulaşırlar. Bölgede yaptıkları çalışmalar sonucunda padişahın iznini içeren bir ferman ile Athena Tapınağı’na ait 17 adet büyük kabartma parçasını gemi ile Fransa’ya götürdüler. Amerikalı dil bilimci, avukat ve kaşif John Lloyd Stephens Assos’a 1839’da yaptığı gezide Aziz Paulos’un havarilerinin kendisini Assos’ta beklediğini anlatmıştır. John Murray Türkiye ve çevresinde yaptığı araştırmalardan derlediği bilgileri 1845 yılında gezginler için bir el kitabı olarak yayınlamıştır. Assos hakkındaki en önemli eserlerden biri olan notlarında Assos’a nasıl ulaşıldığı, kendinden önce incelemelerde bulunan araştırmacıların doğruluğunun ve tutarlılığının sorgulanması, Assos’un siyasi tarihi, ekonomik geçim kaynakları ve arkeolojik kalıntıları hakkında oldukça detaylı bilgiler vermiştir. Rus tarihçi ve ataşe olan Peter de Tchiatcheff, 1845 yılında Assos ve çevresini iki kez ziyaret etmiş ve notlarını yayınlamıştır. 1849 yılında günlüklerini yayınlayan Tuğamiral William Knight, Assos’un Yunan korsanlarının rotasında olduğunu ve İncil’de geçtiğini anlatmaktadır. Fransız mühendis ve amatör arkeolog olan Felix Sartiaux, 1861 yılında Phrearitis adlı araştırmacının Assos gezi notlarını yayınladığını aktarmaktadır ancak yayına ulaşabilen olmamıştır. Alman Karl Theodor Kind 1862 yılında yayınladığı kısa yazısında kalıntılar hakkında güvenilir bilgiler sunmuştur ve Assos’un şaşkınlık yaratacak şekilde bakir kaldığına vurgu yapmıştır. Texier’in gezilerine eşlik eden Richard Popplewell Pullan 1864 yılında ikinci kez Assos’a gelmiştir. Notlarında orijinal özelliklerini koruyan Assos’un, Küçük Asya’daki diğer antik kentlerden daha fazlasını sunduğunu anlatmaktadır. İngiliz yabancılar masasından Mr. Abbot, 1864 Kasım’ında Assos’a yaptığı ziyarette İstanbul’da yapılacak bir arsenal için Assos’tan andezit bloklar taşındığını rapor etmiştir. Küçük Asya özellikle XIX. yüzyılda Fransızların ve İngilizlerin eser toplama mücadelelerine sahne olmuştur. İngilizlerin, British Müzesi’nden Larnaka Konsolosu Dominic Ellis Colnaghi’yi, Assos’un arkeolojik potansiyelinin araştırılması için bölgeye gönderdiğini haber alan Fransızlar, İngilizlerden önce davranılması gerektiğini düşünerek Edmund Duhoit’i görevlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti ile yapılan bir dizi yazışmalardan sonra 1865 yılının nisan ayında küçük bir ekiple Assos’a ulaşan Duhoit, öncelikli olarak kentin surlarının plan ve rölevelerini çıkartmakla işe başlamıştır. Assos’tan Fransa’daki yetkililere ve annesine yazdığı mektuplarda bölgede yürüttüğü çalışmaları ve çalışmalar esnasındaki sosyal yaşantısını ayrıntılı bir şekilde aktarmıştır. 1874 yılında William J. Armstrong, Aziz Paulos’un rotası üzerinde bulunan Assos’un Lesbos’a bir taş atma mesafesi kadar yakın olduğundan bahsetmektedir. Rudolf Wirchow 1879 yılında Skamanderos (Karamenderes) nehrinin vadisinden Satnioeis (Tuzla) nehrinin vadisine ulaşan yolu takip ederek Assos’u ziyaret etmiştir. 1880 yılında Lydia ve Troas’ı ziyaret eden A.H. Sayce, Assos’dan Lesbos’a uzanan kuzeybatıdaki yüksek dağ sıraları üzerinden Kyzikos ve Marmara denizinin görüldüğünden ve manzarasının güzelliğinden bahsetmektedir. 

3. Arkeolojik Kazı Çalışmaları 

Fransızlar 1838 yılında Athena Tapınağı’nda heykeltıraşlık eserlerin ortaya çıkarılması için birkaç günlük kazı çalışması gerçekleştirmiştir. Amerikan Arkeoloji Enstitüsü 1879 yılında kurulduktan sonra Boston Güzel Sanatlar Müzesi’ne eser sağlamak ve arkeolojik çalışmalarda Avrupa ülkelerinden geride kalmamak adına bir antik kentte araştırmalara başlanmasına karar verilmiştir. Enstitünün ilk başkanı Harvard Üniversitesinde Yunan Edebiyatı profesörü olan Charles Eliot Norton, çalışma izinleri olmadan mimarlar Joseph Thacher Clarke’i kazı başkanı olarak ve Francis Henry Bacon’u arazi deneyimleri nedeniyle plan çıkarma ve rölöve hazırlama işleri için görevlendirmiştir. Araştırma için sağlanan 1000 dolarlık bir ödenekten İngiltere’den Dorian adını verdikleri yelkenli tekneyi alıp Avrupa’yı geçerek Tuna Nehri’nden Karadeniz, oradan da Marmara ve Ege Denizi’ne ulaşarak 1879 yılının haziran ayında Troia, Sardes, Sisam ve Samothrake gibi merkezleri gezerek Assos’a ulaşmışlardır. İki günlük incelemenin sonunda Boston’a dönerek “Yunan Kıyıları Üzerine Notlar” başlıklı bir makale yayınlamış ve yirmi sayfasını Assos’a ayırmışlardır. Clarke’a göre barınma ve iaşe ihtiyaçlarının küçük bütçelerle karşılanabileceği Assos’ta kazı yapmak daha ıssız ve yol ağı bağlantılarının bulunmadığı bölgelerde kazı yapmaktan daha avantajlıydı. Ayrıca Osmanlı topraklarında Yunanistan’ın aksine 1874 tarihli Asar-ı Attika Nizamnamesine dayanarak kazılarda bulunan eserlerin üçte birinin kazı ekibiyle paylaşılmasına izin verilmesi, Assos’ta kazı yapma fikrini daha cazip hale getiriyordu. Sonuç olarak Amerikan Arkeoloji Enstitüsü başkanı C. E. Norton Assos’ta kazı yapılmasına karar verir ve 1880 yılının haziran ayında gerekli izinler için Osmanlı Hükümetine başvuruda bulunur. Farklı disiplinlerden oluşan kazı ekibi 1881 yılının mart Assos’a ulaşır ve araştırmalara başlar ancak 2 Mayıs 1881 tarihli resmi izin 13 Mayıs günü ellerine ulaşmıştır. Kazı ekibine eski eser nizamnamesi gereğince özel mülkiyet hakkı bulunan araziler için şahıslardan izin alınması, bulunan eserlerin üçte ikisinin Osmanlı Müzesi’ne gönderilmesi, tayin olunacak memurların ve ruhsatların masrafların kazı ekibi tarafından ödenmesi ve 10 lira harcın yatırılması gibi şartların yerine getirilmesi şartıyla iki yıllık ruhsat verilmiştir. Ancak izin kazı ekibine ulaştığında kazı başkanı Assos’ta olmadığı için ilk kazma 6 Ağustos 1881 günü vurulabilmiştir. Athena Tapınağı’nda başlayan kazılar boyunca ekip dini ve anıtsal kamu yapılarına odaklanmıştır. Assos Kazısı, enstitünün ilk kazısı olması açıdan da ayrı bir önem taşımaktadır. Kazıyı aynı yıl Troya kazı başkanı Heinrich Schilieman ziyaret etmiştir. 1882 yılındaki çalışmalar oldukça ilerlemiş ve Amerika’da yoğun ilgi görmeye başlamıştır. Aynı yılın eylül ayında Atina’daki Amerikan Klasik Araştırmalar Okulunun müdürü olan Harvard Üniversitesi’nden Prof. Wiliam Watson Goodwin, Cambridge’de görev yapan Sir Richard Claverhouse Jebb,  Amerika’nın Çanakkale Konsolosu Frank Calvert eş zamanlı olarak ve sonrasında Fransız Thomas Lüdlow Assos’u ziyaret ederler. 1882 yılı çalışmalarında özellikle nekropolis ve agorada çalışmalar yürütülmüştür ancak geç kalan ödenekler nedeniyle kazılar istenilen ölçüde tamamlanamamıştır. Bu sebeple Clarke enstitüye yazarak bir sezon daha çalışabilmek için izin ister. 26 Aralık 1882 sabah J.T. Clarke ve ekip üyesi olan Robert Koldewey Atina’ya, F.H. Bacon ise Frank Calvert’in yanına döner. 1883 yılının ocak ayında başlayan son kazı sezonunda J.T. Clarke Assos’a yalnız dönmek zorunda kalır çünkü Kaz Dağları’na Frank Calvert’in kızları ile bir gezi yapan F.H. Bacon, Calvert’in en büyük kızı Alice ile evlenmiş ve kazı çalışmalarına katılmama kararı almıştır. Kazı başkanı J. T. Clarke 19 Şubat 1883’te enstitü başkanı Norton’a kazıda bulunan eserleri kaçırmayı önerse de bu teklif kabul görmemiş ve her şeyin yasal yollara yapılması gerektiği cevabını almıştır. Robert Koldewey 1 Mart 1883’te kazıya döndüğünde nekropolis ve agorada bulunan anıtların tarihlendirilmesine yarayacak yazıtların stoa, heroon ve hamamda bulunduğunu ifade eder. J.T. Clarke göre ise en şanslı gün olan 24 Martta açılan 87 no’lu Arkaik lahit mezardan, altı aylık çalışmadan daha fazla eser gün yüzüne çıkarılmıştır. 1883 yılındaki kazı sezonunda 124 adet soyulmamış lahit açılmıştır ve Müze-i Hümayun Müdürlüğü bir yazı göndererek paylaşıma kadar eserlerin koruma altına alınmasını istemiştir. Ancak Osmanlı Devleti 1 Mayıs 1883 tarihinde ani bir kararla kazıların sonlandırılmasını istemiştir. J. T. Clarke İstanbul’a giderek Osman Hamdi Bey ile görüşmüş fakat sonuç alamamıştır ve Türk Halk Eğitim Bakanlığı’ndan eserlerin paylaşımını yapmak için temsilci gönderilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Osman Hamdi Bey yakın arkadaşı Demosthene Baltazzi’yi eserlerin paylaşımı için Assos’a göndermiştir. Eserlerin paylaşımında sorun yaşanmamasına rağmen Fransız Salomon Reinach Athena Tapınağı’nın kabartmalı parçalarının farklı müzelerde sergilenecek olmasına itiraz eder ve tapınağın tek bir yapı olduğunu bu nedenle tüm eserlerin Louvre Müzesi’nde sergilenmesi gerektiğinde ısrar etmiştir. Yazıtlardan sorumlu J. R. S. Sterret 1883 yılının mayıs ve haziran aylarında antik kentteki ve limana taşınan yazıtlar üzerinde çalışmış ayrıca yüz elli eserin ve antik kentin kusursuz fotoğraflarını çekmiştir. Aynı yıl Alman botanikçi Paul Ernst Emil Sitenis Assos’a gelerek bitki örnekleri toplamış ve antik kent içinden bir bitki türünü Assos Ly. Thymifolia olarak adlandırmıştır. Ayrıca J. T. Clarke, Assos mezarlarındaki kafataslarının incelenmesi için patalog Rudolf Virchow’u davet etmiştir. Araştırmaların tamamlanmasının ardından J. T. Clarke eserlerin taşınması için F.H. Bacon’dan ricada bulunarak Assos’tan ayrılmıştır ancak sandıklara istiflenen bazı eserler taşıma listesinde olmadığı için gümrük memurları eserlerin gemiye yüklenmesine müsaade etmezler. İstanbul ile yazışmalar da sonuç vermediğinden sadece listede olan eserler yeniden sandıklara yerleştirilir ve 20 Ekim 1883 tarihinde F. H. Bacon tarafından Behram’dan gönderilmesi sağlanır. Assos’tan gönderilen eserler 156 yazıt, 344 seramik, 27 cam, üç altın, 57 metal parça ve 851 adet sikkeden oluşmaktadır. Ancak Amerika’ya nakledilemeyen 41 ahşap sandık içinde eserler liman da kaderine terkedilmiştir. Eserler 13 yıl sonra Lapseki eşrafından Eyüp Sabri Bey tarafından İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gönderilmiştir. Bu olaydan sonra Osman Hamdi Bey’in dikkatini çeken Eyüp Sabri Bey, Kala-i Sultaniye (Çanakkale) Müzesi fahri memurluğuna atanmış ve ödüllendirilmiştir. Amerikan Kazıları 1881’de üç ay, 1882’de dokuz ay ve 1883 yılında üç ay olmak üzere toplam 15 ay sürmüştür. Kazı projesi resmi olarak 1884 yılının mayıs ayında sona ermiştir ve proje için toplamda 19.121,16 dolar harcanmıştır. Assos’taki kazılar döneminin aksine eser bulmaktan ziyade antik kenti bütün olarak algılamaya yönelik olarak yapılmıştır ancak o dönemde koruma bilinci henüz gelişmemiş olmasından dolayı açığa çıkarılan kalıntılar kaderine terkedilmiştir. 1896 yılında Assos’u gezen Wilhelm Dörpfeld, kenti gezerek yüzeydeki bazı parçaların İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gönderilmesini sağlamıştır. 1889 yılında Walter Judeich büyük Kiepert haritasının bazı bölümlerini tamamlamak için 26 Mayısta Assos’a gelmiştir. Judeich notlarında Amerikan kazılarından sonra buranın acilen derlenip toparlanması ve kazılara devam edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Assos ile ilgili ilk rapor 1902 yılında ikinci rapor ise 1921 yılında kitap halinde yayınlanmıştır. 1912 yılında bankacı ve klasik araştırmacı Walter Leaf Homeros’un izinde yaptığı çalışmalar sırasında Troas’ı ziyaret etmiş ve yayınlarında Assos’tan bahsetmiştir. 1913 yılındaki ekonomik krizde Alman bankası Osmanlı Hükümeti’ne borç vermek kaydıyla İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde korunan bazı eserlerin teminat gösterilmesini istemiş ve borç ödenemezse eserlere sahip olma planı yapmış ancak muvaffak olamamıştır. Bu eserlerin arasında Assos Athena Tapınağı’nın kabartmalı eserlerinin bir bölümü ve İmparator Caligula’ya ait yazıtlı bronz levha da bulunmaktadır. Foça’da kazı çalışmaları yürüten Fransız mühendis ve amatör arkeolog Felix Sartiaux 1915 yılında Assos’a gelerek belgeleme çalışmaları yürütmüştür. Araştırmalar Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle kesintiye uğramıştır. 1968 yılında Boston’daki Amerikan Arkeoloji Enstitüsü Assos’ta modern teknikler ve kamusal yapıların dışında kalan bölgeler ile limanda su altı çalışmaları yapmak için başvuruda bulunmuş ancak izin alamamıştır. 1973 yılında James Cook ve ekibi Troas’ı gezerek bölgeyi fotoğraflamış ve Assos ile ilgili detaylı bilgilerin bulunduğu bir kitap yayınlamıştır. 1979 yılında Oxford’da doktora öğrencisi olan Bonna Westcoat, tez konusu olarak seçtiği Assos Athena Tapınağı ile ilgili incelemeler ve çizimler yapmıştır. Assos eserlerinden Athena Tağınağı’na ait kabartmalı parçalar ve sütunlar, yazıtlar, terrakotta, seramik, cam, metal, kemik, fildişi ve taş İstanbul Arkeoloji Müzesi, Troya Müzesi, Louvre Müzesi ve Boston Fine Arts Müzeleri’nde sergilenmektedir. Duhoit’un yaptığı rölövelerin nüshaları Musee de Picardie ve kazı çalışmalarına ait fotoğraflar Penn Müzesi’nin arşivlerinde yer almaktadır. Ayrıca bu müzelerin koleksiyonlarında yer alan sikkelerin dışında birçok Assos sikkesi Anadolu’nun ve dünyanın çeşitli müzelerindeki koleksiyonlara dağılmış bulunmaktadır. 

1981 yılında yaklaşık yüzyıllık bir aradan sonra Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tarihi Çevre ve Restorasyon Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Ümit Serdaroğlu’na (1 Mart 1932-23 Ekim 2005) Assos kazılarına yeniden başlaması için 18.06.1981 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile izin verilmiştir. Kazının ilk yıllarındaki düşük bütçelere ve zorlu şartlara rağmen Kültür Bakanlığı’na tahsis edilen arazi üzerinde aşamalı olarak bir kazı evi inşa edilmiş ve ekip üyeleri kazı çalışmalarını büyük bir özveri ile sürdürmüşlerdir. 1996 yılında açık ceza evinde kalan 30-35 mahkûmun Assos kazılarında çalıştırılması yeni bir model olarak denenmiştir ancak mahkûmların aralarında çıkan sorunlar nedeniyle bu proje rafa kaldırılmıştır. Kazı işçileri ağırlıklı olarak Behram ve yakınındaki Paşaköy’den temin edilmiştir. Özel kuruluşların arkeolojik kazılarda sponsorluk yaptığı örneklerin henüz yok denecek kadar az sayıda olduğu yıllarda Anadolu Efes Grubu, Assos kazılarının sponsorluğunu üstlenerek 2010 yılına kadar ödenek sağlamıştır. Kazılarda öncelikli olarak akropoliste çalışmalar yürütülmüş ve Athena Tapınağı’nın restorasyon projesi kapsamında güney ve kuzeyinde bazı sütunlar ayağa kaldırılmıştır. Tapınaktan sonra festivaller ve konserler için tiyatroda yenileme çalışmaları yürütülmüştür. Mekânlarda etkinlikler düzenleyerek turizmi canlandırmak ve kazıya daha fazla destek sağlamak amacıyla yürütülen çalışmalar amacına ulaşmıştır. Bunun yanı sıra Batı Nekropolü, Batı Kilisesi ve Ayazma Kilisesi’nde yürütülen kazı çalışmalarının Batı Nekropolü araştırmaları Mannheim Üniversitesinden Reinhard Stupperich tarafından idare edilmiştir. Bandlar halinde yayınlanan bu çalışmaların yanı sıra bu alan ile ilgili üç adet doktora tezi hazırlanmıştır. Daha önce Amerikalılar tarafından kazılan Batı Kilisesi Gönül Çantay ve ekibi tarafından modern teknikler ile yeniden araştırılmıştır. Bu dönemde ayrıca Agora’da bouleterion, Kuzey Stoa’nın batı bölümü, kentin doğu ve güney yönündeki konut alanındaki Bizans dönemi konutları ve kent surları dışında kalan Ayazma Kilisesi’nde kazılar gerçekleştirilmiştir. Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu 2005 yılının ekim ayında aramızdan ayrılana dek çalışmalarını sürdürmüş ve çok sevdiği Assos’ta doğu kapısının yakınındaki Ege Denizi manzaralı köy mezarlığında sonsuzluğa uğurlanmıştır. Son dönem Assos Kazıları 2006 yılından itibaren Çanakkale 18 Mart Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Nurettin Arslan başkanlığında çok uluslu multidisipliner bir ekip tarafından sürdürülmektedir. 

Assos Kazısı çalışmalarına T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın gönderdiği bütçenin yanı sıra Türk Tarih Kurumu destek sağlamaktadır. Bunun yanı sıra özel kuruluşlardan 2006-2010 arasında Anadolu Efes Grubu Assos Kazıları’na sponsor olmuştur. Ayrıca Balıkesir KZ Mekatronik 2023 yılında kazıya bir yıllık destekte bulunmuştur. Kazının ana sponsoru olan İÇDAŞ 2011 yılından itibaren 2025 yılı dâhil olmak üzere desteklerini kesintisiz olarak sürdürmektedir. 

4. Arkeolojik Kalıntılar 

Assos kalıntıları Arkaik dönemden Osmanlı Dönemi’ne kadar uzanan geniş bir zaman aralığına tarihlenmektedir. Hellenistik dönem sonrasında devam eden imar faaliyetleri kapsamında Hellenistik yapıların özgün planlarına müdahale edilmemesi Hellenistik şehirciliğinin araştırılması açısından önem taşımaktadır. Assos ideal bir polisin tüm öğelerini halen korumaktadır. 

4.1. Savunma Duvarları-Surlar 

Sur duvarları kenti dış saldırılara koruyarak halkın güven ve huzur içinde yaşamasını sağlamak açısından önem taşımaktadır. Surların inşası hakkında yazılı bir kaynak mevcut değildir ancak örgü teknikleri göz önüne alınarak en erken bölümleri MÖ VI. ve en geç bölümleri ise MÖ III. yüzyıla tarihlenmektedir. Yerel andezit taşından ve iki duvar arasının küçük taş ve topraklarla doldurulmasından meydana gelen sandık tipi sur duvarları 3,5 kilometre uzunluğundadır ve yaklaşık 50 hektarlık bir alanı kapsamaktadır. Surlarda Arkaik dönemde polygonal, MÖ IV. yüzyılda pseudoisodomik ve Hellenistik dönemde ise bosajlı isodomik ve pseudoisodomik duvar örgüsü teknikleri birlikte kullanılmıştır. Arazinin sarp olmadığı kuzey ve batı bölümlerde ise duvarlar sekiz dikdörtgen ve bir tane yarım planlı olmak üzere dokuz kule ile güçlendirilmiştir. 

4.2. Akropolis

Yunan polislerinde kentlerin en yüksek noktalarına kurulan akropolis tanrılar için planlanmıştır ancak acil durumlarda halkın sığınma yeri olarak da kullanılmıştır. Katil, doğuştan kusurlu ve sarhoşların akropolise girmeleri uygun görülmemiştir. Akropolisi kutsal amaçlarla ziyaret edenlerin bıraktıkları adak hediyeleri ile adeta bir açık hava müzesine dönüşen akropolisin en önemli yapısı kuşkusuz tanrılara adanan tapınak yapısıydı. Assos akropolisi denizden 334 m. yükseklikte sarp bir kayalık üzerine kurulmuştu. Akropolisten Edremit Körfezi ile Müselllim Boğazı’ndan seyreden gemileri, limanı ve agorayı izlemek mümkündü. Buradan çevrenin gözetlenebilmesi şehir güvenliği açısından oldukça önemliydi. 

4.2.1. Athena Tapınağı 

Assos Athena Tapınağı Küçük Asya’da Arkaik Döneme ait tek Dor düzenli tapınaktır. Assoslular tapınağı kente hem karadan hem denizden yaklaşanların görmesini sağlamak amacıyla akropolisin en doğu kenarına inşa edilmiştir. MÖ 540 yılında inşasına başlanan tapınağın MÖ 520-470 tarihleri arasında onarım geçirdiği tahmin edilmektedir. Yunan polislerinde birçok tanrı ve tanrıçaya saygı gösterilse de şehrin koruyucu tanrısı bir taneydi. Assos sikkeleri üzerinde miğferli Athena tasviri ve agoradaki yazıtlar Assos’un koruyucu tanrıçasının Athena olduğunu göstermektedir. Tanrıça onuruna İlion’da düzenlenen Panathenaia şenliklerinin organizasyonunda Assos halkı da görev almıştır. Athena Tapınağı ana kaya kesilerek oluşturulan büyük düzlüğe doğu-batı yönünde ve tamamen andezitten inşa edilmiştir. Tapınak 14.40 x 30.31 metre ölçülerinde, girişi doğuya bakan 3.30 metre olan iki sütunlu pronaos (giriş holü)  ve 17.71 x 6.65 metre ölçülerinde dikdörtgen planlı bir celladan (kutsal oda) oluşmaktadır. Cellaya 1.65 metre genişliğinde bir kapıdan girilmektedir ve cellanın çevresi kısa yönlerde altı uzun yönlerde 13 sütun ile çevrelenmiştir. Tapınağın kısa kenarlarında beşer uzun kenarlarında on ikişer olmak üzere toplam otuz dört friz bloğu bulunmaktadır. Frizler üzerinde Heraklesin kentauroslarla mücadelesi, karşılıklı duran sfenksler, boğalar, bir hayvana saldıran aslanlar ve symposium sahnesi gibi farklı konular işlenmiştir. Tapınağın kısa kenarlarında on uzun kenarlarında yirmi dört olmak üzere toplam altmış sekiz metoptan günümüze kadar korunan on tanesinin üzerindeki betimlemelerde Priamos’un Hektor’un cenazesini istemesi, Zeus’un Europa’yı kaçırması, at üzerinde süvariler, ikili insan grupları, kentaur, sfenks ve domuz gibi çeşitli hayvanların bulunduğu konular işlenmiştir. Hellenistik dönemde cellanın zeminine siyah ve beyaz taşlar kullanılarak dalga ve baklama dilimi oluşturulan bir mozaik döşenmiştir. Bizans döneminde akropolis kaleye dönüştürüldüğünde tapınağın çevresi ikinci bir sur ile çevrilmiştir. 

4.2.2. Bizans Dönemi Kalesi 

Akropolisin bir Bizans kalesi olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı kesin olarak bilinmemektedir ancak son olaral MS1306 yılında bölgedeki sahil kesiminin kontrolünü elinde tutan Bizans subayı Machrame tarafından kullanılmıştır. Merkezi yönetimin zayıfladığı ve kentlerdeki komutanların korunaklı tepeler üzerinde surlarla çevrili yaşam alanları inşa ettiği bu dönemde akropolis şapeller, sarnıçlar, depolar ve konutlar inşa edilerek yeniden düzenlenmiştir. İkinci bir iç sur ile tahkim edilen akropolis kalesinin duvarları doğuda bir kare ve üç yuvarlak batı da ise yuvarlak planlı iki kule ile güçlendirilmiştir. 1965-66 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışmaları kapsamında Bizans dönemi kuleleri küçük taşlar ve kireç harcı ile hazırlanan bir harç ile onarılmıştır. Ayrıca devam eden kazı çalışmaları esnasında mevcut ve yeni tespit edilen yapıların onarımları da yapılmaktadır. Akropolis 2024 yılı çalışmaları sırasında nadir örneklerle temsil edilen bir Erken Osmanlı hamamının kalıntılarına ulaşılmıştır. 

4.2.3. Sarnıçlar 

Uzun süreli kuşatmalarda kalenin su ihtiyacını karşılamak için akropolisin kuzey yamacına inşa edilen sarnıçların 1960’lı yıllara kadar köy halkının su ihtiyacını karşıladığı bilinmektedir. Ana kaya kesilerek elde edilen büyük bir hazne duvar ile ikiye bölünerek üzeri tonoz çatı ile örtülmüştür. Batıdaki haznesi yaklaşık 160 metreküp su tutma kapasitesine sahiptir ve içine bir merdiven ile inilmektedir. Doğudaki hazneye birinci haznenin kuzey batı kenarındaki bir kapıdan girilmektedir ve yaklaşık 120m³ kapasitesi olan sarnıcın zemininde bir su kaynağı bulunmaktadır. 

4.2.4. Konut ve Depolar 

Akropoliste Bizans dönemine tarihlenen çok sayıda yapı kalıntısı bulunmaktadır ancak birçoğu tahribata uğramış ve sadece temel seviyesinde korunabilmiştir. Sağlam durumda olan üç yapıdan ilk örnek tahıl silosu olarak kullanıldığı düşünülen yapıdır. Kuzey-güney yönünde uzanan yapı tek katlı dikdörtgen planlı, 12.60 x 7.30 metre ölçülerinde ve yaklaşık beş metre yüksekliğinde korunmuştur. Yapının özelliklerinden altta silo, onun üzerinde çeşitli gıda maddelerinin saklandığı bir ara kat ve onun üzerinde yaşam alanı ile yapının üç katlı olduğu anlaşılmaktadır. Tapınağın güneyindeki duvara yaslanan zemini taşlarla kaplanmış ikinci dikdörtgen planlı yapı 11,20 x 9,30 m ölçülerindedir. Alt katı bodrum ve üst katı yaşam olanı olarak kullanılan yapının içinde bir ocak yeri bulunmaktadır. Bu yapının doğusundaki üçüncü oval planlı yapı 6,45 x 4,61 metre ölçülerindedir ve duvarları yaklaşık 6,90 metre yüksekliğinde korunmuştur. Yapının iç duvarları oldukça özenli bir şekilde sıvanmıştır ve yapının özellikleri nedeniyle buranın bir sarnıç olma ihtimali yüksektir. Akropolisteki en son inşa faaliyeti 1952 yılında Osman Ağa’nın tapınağın kuzey kenarındaki ana kaya üzerinde inşa ettirdiği ve günümüzde sadece tek sıra temel kalıntıları ile öğütme sistemine ait birkaç parça kalan yel değirmenidir. 

4.2.5. Hüdavendigar Camii 

Hüdavendigar Camii, akropolisin kuzeyindeki kayalık kesilerek kentten birçok yerden görülebilecek hâkim noktaya bir noktaya inşa edilmiştir. Camiye batısındaki ana kaya kesilerek oluşturulmuş merdivenle ulaşılmaktadır. Cami 17,50 x 15,60 metre ölçülerindedir ve 16,60 x 3,90 metre son cemaat yeri ve 10,90 x 10,90 kare planlı harim bölümlerinden oluşmaktadır. Caminin minaresi yoktur ve duvar kalınlığı yaklaşık 1,60 metre kalınlığındadır. Son cemaat yerinin yanları kapalıdır ve önünde üç adet kemer bulunmaktadır. Kemerleri taşıyan iki sütun ve giriş kapısının üzerindeki kemerli bölüm antik bir yapıdan devşirilmiştir. Harim sekizgen bir kasnak ve üzerinde bir kubbe ile örtülmüştür ayrıca kubbenin üzeri kiremitlerle kapatılmıştır. Kubbenin köşelerinde Türk üçgenleri kullanılmıştır ve caminin yapımında stoa ve Bizans dönemi kiliselerinden devşirilen andezit ve mermer taşlar kullanılmıştır. Duvarları kireç harcı ile sıvalı olan harim bölümüne boyama ve kazıma tekniği ile yelkenli gemiler, kayıklar, balıklar, geometrik ve bitkisel bezeklerden oluşan grafittolar çizilmiştir. Caminin bölgenin 1362 yılında I. Murad tarafından Osmanlı topraklarına katılmasından hemen sonra inşa edildiği düşünülmektedir. Erken Osmanlı dönemine tarihlenen tek kubbeli, sade ve küçük bir cami olmasına rağmen konumu camiye etkileyici ve anıtsal bir görünüm kazandırmıştır. 

4.3. Nekropolis 

Assos Nekropolisi kentin güneye bakan deniz kıyısındaki yamaçları hariç oldukça geniş bir bölgeye yayılmıştır. Özellikle kentin doğu ve batısındaki ana kapılara bağlanan yolların kenarlarında yoğunlaşmaktadır. Şehrin batı kapısı önünde uzanan nekropoliste 1881 yılından beri sürdürülen kazılarda ölü gömme adetleri, mezar hediyeleri, mezar tipleri ve alanın tarihlenmesi hakkında kapsamlı bulgular elde edilmiştir. Batı Nekropolü’nde ortaya çıkarılan en eski mezarlar Arkaik döneme (yaklaşık MÖ 650) tarihlenmektedir. Arkaik dönemde yetişkinler yakılarak (kremasyon) ve çocuklar ise inhumasyon ile klasik tarzda gömülmüşlerdir. Kremasyon yapılan yetişkinlerin külleri urne adı verilen yaklaşık 20-30 santimetre yüksekliğindeki pişmiş toprak ya da nadiren bronz kapların içine konularak gömülmüşlerdir. İçinde herhangi bir gömü hediyesi bulunmayan urnelerin ağzı çoğu zaman bir tabak ya da başka bir kap ile kapatılarak ana kaya üzerine bırakılmıştır. Toprak ile üzeri örtülen urnelerin üzerine yarım daire formlu taşlar konularak arkasına dikdörtgen steller dikilmiştir. Çocuklar ise çağlar boyunca yakılmadan pithos, amphora veya sandık tipi mezarların içine hocker (cenin) pozisyonunda gömülmüşlerdir. Klasik dönemde yetişkinlerin yakılmadan gömülmesi daha yaygınlaşmıştır ve ölüler kentin kuzey batısındaki taş ocaklarında üretilen andezit lahitlerin ya da pişmiş toprak lahitlerin içine koyulmaya başlamıştır. Klasik dönemde sandık tipi mezarların kullanımı devam etmiştir ve yerin altına gömülen mezarların yerini göstermek için üzerlerine isim blokları konulmuştur. Klasik dönemin sonuna doğru caddenin batı kenarında etrafı duvarla çevrilmiş ve birden fazla kişinin gömüldüğü aile mezarları ortaya çıkmıştır. Klasik dönemde lahitlere bırakılan ölü hediyeleri hem tür hem sayı bakımından artış göstermiştir. Ölü hediyelerinin arasında pişmiş topraktan büstler, tanrıçalar, savaşçılar, müzisyenler, çocuklar, hayvanlar, atlılar, oyuncak bebekler, kayıklar, mobilyalar ve yiyecekler ile altı ve bronz takılar bırakılmıştır. Klasik döneme ait iskeletlerin üzerinde yapılan antropolojik araştırmalar bireylerin ortalama ömrünün 50-60 yıl olduğunu ortaya koymuştur. Hellenistik dönemde erken dönemlerden farklı olarak aile mezarlarının yapıları büyümüştür. Lahit ve taş urnelerin kapakları alçı ile yapıştırılarak içine yabancı madde girmesi önlenmiştir. Yakılan ölülerin külleri ve yakılan kemikler bir öbek halinde toplanarak taştan yapılmış iki ya da tek hazneli kare ya da dikdörtgen urnelere yerleştirilip üzerine hediyeler bırakılmış ve kumaş parçası ile kapatıldıktan sonra kapaklar yerleştirilmiştir. Amphora ya da testilerden oluşan urneler ise dik ya da yan bırakılmış ve ağızları bir kâse ya da seramik parçası ile kapatılarak etrafı küçük işlenmemiş taşlarla çevrilmiştir. Bazı mezarlarda baş tarafına yazıtlı ya da yazıtsız olabilen dikdörtgen steller yerleştirilmiştir. Roma İmparatorluk dönemi mezarları Satnioesis Irmağı’nın (Tuzla) güneyinden kentin doğusuna kadar geniş bir alana yayılım göstermiştir. Bu bölge de kazı çalışması yapılmamakla birlikte Amerikalı araştırmacılar Batı kapısı önünde çok sayıda Roma dönemi mezarları ortaya çıkarmışlardır. Özellikle Batı kapısının önündeki Arkaik caddeniz kuzeyine inşa edilen yolun iki yakasında bulunan yüksek podyumlu çok sayıda Roma lahitleri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Ayazma kilisesi ve Tuzla çayı arasındaki bölgede anıt mezarlar tespit edilmiştir. Günümüze ulaşabilen anıt mezarlardan Publius Varius mezarı piramidal yapısı ile dikkat çekmektedir. Batı kapısının hemen doğusunda sur duvarına yaslanmış ve üç basamaklı podyum üzerine inşa edilmiş mezarın odasının zemini, dromusu ve önündeki avlu taş plakalarla kaplanmıştır. MÖ 1.yüzyılın sonlarına tarihlenen 3,28 x 2,89 metre ölçülerinde ve 4,00 metre yüksekliğindeki mezarı üzerinde 8,00 metre yüksekliğindeki piramidal çatı girlandlı bir kaide üzerindeki kadın heykeliyle son bulmaktadır. Mezar odasının içinde bir podyum ve mezarın korunması ile ilgili bir yazıt bulunmaktadır. Assos’ta MS II-III. yüzyılda detayları yarı işlenmiş tamamlanmamış girlandlı lahitler ortaya çıkmıştır ve bu tip lahitler uzak kentlere ihraç edilmiştir. Yaşlı Plinius’un Doğa Tarihi eserinde Assos sacrophagus taşından bahsetmesi üretilen andezit lahitlerin ünlenmesini sağlamıştır. Roma İmparatorluk dönemi lahitlerinin büyük bir bölümü Bizans döneminde ikincil gömü için tekrar kullanılmıştır. MS V. Yüzyıla tarihlenen bir lahtin tabula ansata kısmında “Daniel’in Mirasçıları” yazılmıştır. Ayrıca Ayazma kilise ve Ahır kilise çevresinde kaya bloğunun içine oyulmuş çok sayıda Bizans mezarları tespit edilmiştir. 2006-2017 yılları arasında kentin gömü geleneklerini anlamak için farklı bölgelerde kazı çalışmaları yürütülmüştür. 

4.4. Gymnasion

Antik kentlerde özgür vatandaşlara ve ağırlıklı olarak 15-18 yaşları arasındaki genç erkeklere (ephebos) spor, müzik, retorik ve felsefe derslerinin verildiği kurumlardır. MÖ IV. yüzyıla kadar kentlerin dışındaki koruluk alanlarda inşa edilen gymnasionlar, Hellenistik dönemden itibaren kent merkezine taşınmıştır. Assos gymnasionu, Batı kapısının 45 m güneyinde agoraya giden caddenin üzerindedir. MÖ II. yüzyıla tarihlenen Kare planlı 49,00 x 52,65 metre ölçülerindeki yapıya 3,86 x 16,40 metre ölçülerinde bir dromos ile ulaşılır. Dromos girişinde Hellenistik döneme özgü yuvarlak planlı ve üç basamaklı bir merdiven bulunmaktadır. Roma döneminde eklentiler yazılarak kullanılmaya devam edilmiştir ancak Bizans döneminde kiliseye dönüştürülmüştür. Gymnasionun gelişim evrelerini anlamak için yapılan kazı çalışmaları 2020 yılından beri devam etmektedir. Gymnasionun güneyinde ise Büyük yapı olarak adlandırılan 30,00 x 30,00 metre ölçülerinde kare planlı ve portikosu mozaik döşemeli Hellenistik döneme tarihlenen bir yapı daha tespit edilmiştir. 2018 yılından itibaren yürütülen araştırmalarda yapının Hellenistik dönemde bir gymnasion olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca kazılarda açığa çıkarılan yapı kitabesinden yapının MS III. yüzyılda gençlerin eğitim gördüğü bir gymnasion olarak kullanıldığı kesinleşmiştir ancak MS V. yüzyılda diğer kamu yapıları gibi bir konuta döndürülmüştür. 

4.5. Tetrapylon 

Büyük yapının doğu kenarında MS IV. yüzyıla tarihlenen dört ayaklı ve 5,20 x 5,20 metre ölçülerindeki kare planlı tetrapylon (çeşme) yer almaktadır. Kubbesinin altındaki zemin mermer kaplıdır ve havuzun kuzey yönünde çeşmeye su sağlayan pişmiş toprak su künklerinin bir bölümü korunmuştur. MS VI. yüzyıldaki depremde yıkılan tetrapylon yeniden inşa sürecinde bir apsis eklenerek şapele dönüştürülmüştür. 

4.6. Agora 

Araştırmacılar Antik Yunan’da özgür vatandaşların zamanının büyük bölümünü agora, stoa ve tiyatro gibi açık mekânlarda toplanarak uzun sohbetler ve tartışmalar yaparak geçirmesi nedeniyle eğitim ve görgülerinin arttığı hatta demokrasinin bu nedenle geliştiğini düşünmektedir. Agora meydanları ticari ve siyasi yaşamın merkezi hatta büyük davaların oylandığı halk mahkemelerinin merkezi olarak kullanılmaktaydı. Agorada stoa, bouleterion ve prytaneion gibi daha küçük ölçekli yapıları barındıran bir yapı kompleksiydi. Hellenistik dönemden itibaren bu yapılar anıtsal binalara dönüşmeye başlamıştır. Hellenistik dönem öncesinde Assos’ta gymnasionun güneyindeki büyük düzlük agora olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Assos’ta Erken Hellenistik döneme ait agoranın ilk evresinden kalan tek yapı bouleteriondur ancak Kuzey stoanın içinde gerçekleştirilen kazılarda ortaya çıkarılan yapı kalıntısının tek katlı stoa olduğu düşünülmektedir. Agorada MÖ IV. yüzyılın son çeyreğinde başlayan inşa faaliyetleri Roma İmparatorluk dönemine kadar devam etmiştir. Bizans döneminde işlevini kaybeden agora kompleksinde bulunan binalara eklentiler yapılarak konut alanına dönüştürülmüştür. 

4.6.1. Kuzey Stoa

Antik dönemin alışveriş merkezleri olan ve agoranın kuzeyini sınırlayan iki katlı stoa MÖ II. yüzyılda konglomera kayalık kesilerek inşa edilmiştir. 111,5 metre uzunluğunda ve 12,5 metre genişliğinde inşa edilen stoada birinci kat 5,70 metre ve ikinci kat 3,19 metredir. Her iki katın cephelerinde 2,63 metre aralıklarla 37 adet sütun yerleştirilmiştir. Birinci katın zemini sıkıştırılmış toprak ve ikinci katın zemini ahşaptan oluşturulmuştur. Stoanın içinde batı kenarında yapılan kazı yapının MS V. yüzyıla kadar kullanıldığını ortaya koymuştur. Kuzey duvarı önünde tespit edilen sarı, yeşil, mavi ve kırmızı renklerin kullanıldığı fresk parçaları Roma İmparatorluk döneminde yapının sıvalı ve boyalı olduğuna işaret etmektedir. MS VI. yüzyılda üst terastaki konutların inşası sırasında doldurularak üst terasa çıkan bir yol yapıldığı tespit edilmiştir. 

4.6.2. Bouleterion

Meclis binası olarak kullanılan bouleterion binası agoranın en doğusunda kuzey yamaçtaki konglomera kayalık kesilerek inşa edilmiştir. Kare planlı 20,60 x 20,60 metre ölçülerinde ve Dor düzenin inşa edilen yapının agoraya bakan cephesi sütunlar ve kapılardan oluşmaktadır. Batı cephesi 4,82 metre uzunluğunda yivsiz beş monolit sütun ve bunları arasındaki iki kanatlı altı ahşap kapı ile kapatılmıştır. Üzeri dört sütun ile taşınan bir kırma çatı ile kapatılan yapının ön cephesine ait yazıltlı üç adet arşitrav bloğu tespit edilmiştir. Yapı kitabeleri Aiol lehçesi ile yazılmıştır ve MÖ IV. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Roma İmparatorluk döneminde planında bir değişiklik yapılmadan bir kült odası olarak kullanılan yapının içinde bulunan yazıtlı mermer kaidenin üzerinde MS 18 yılında Germanicus’un oğlu ve karısının Assos’u ziyareti şerefine Germanicus ve karısının heykelleri konulmuştu. Bizans döneminde yaklaşık olarak MS V. yüzyılda agoranın işlevini kaybetmesiyle bouleterionun da işlevi son bulmuştur.  

4.6.3. Agora Tapınağı

Agoranın batı kenarında 10,00 x 16,60 metre ölçülerinde 1,10 metre yüksekliğinde bir podyum üzerinde doğu-batı yönlü uzanan yapı kalıntısı Amerikalı araştırmacılar tarafından tapınak olarak önerilmiştir. Ancak yapının bir mezar anıtı mı yoksa bir tapınak mı olduğu ya da hangi tanrıya ve ya hangi kişiye adandığı gibi sorular yazıtı bulunmadan cevapsız kalacaktır. Amerikan kazılarında yapının batı kenarına eklenen apsis nedeniyle Bizans döneminde şapel olarak kullanıldığı iddia edilmekle birlikte somut bir kanıya varmak için daha fazla araştırma gerekmektedir. Tapınağın tarihi ve altında daha erken bir yapı olup olmadığının belirlenmesi için pronaosta yapılan sondaj kazısı sonucunda yapının MS II. yüzyılın sonu-erken III. yüzyılda inşa edildiği ve altında başka bir tapınak kalıntısı olmadığı anlaşılmıştır. Tapınağın güney duvarı önündeki alanda yürütülen araştırmalarda Hellenistik dönem öncesi konut bölgesinin bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca aynı alanda bulunan sarnıcın dip bölümünde yüze yakın testi, ikinci tabakada Hellenistik dönem seramikleri, üçüncü tabakada Roma İmparatorluk dönemi seramik kaplar ve hayvan kemikleri ele geçirilmiştir bu nedenle sarnıcın MS I. yüzyılın ortalarına kadar çöplük olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. 

4.6.4. Batıdaki Yapılar 

Agoranın batı bölümünde dikdörtgen planlı 4,45 x 3,30 metre ölçülerinde pronaos ve naostan oluşan iki odalı bir yapı tespit edilmiştir. Raczynski tarafından yayınlanan yapıyla bağlantılı yazıtta Kleostratos adlı kişinin arazi gelirlerini kente bağışladığını anlatılmaktadır. Meclis binası olduğu düşünülen yapı, 2017 yılında yürütülen çalışmalarda elde edilen veriler ve opus caementicium ile sıvalı duvarları nedeniyle su ile ilişkilendirilmiştir. Yapının Kleostratos’a adanmış bir su saati olduğu düşünülmektedir. Bizans döneminde naos sıvanarak üzüm ezme teknesine dönüştürülmüş ve pronaosa, süzülen suyun toplanması için bir pithos eklenerek şarap işliği olarak kullanılmıştır. Agoranın batı girişinde en az iki evreye ait kapının temelleri tespit edilmiştir ve batıdaki kapının kemer ayaklarındaki opus caementicium nedeniyle Roma İmparatorluk dönemine, güneydeki kapının ise daha erken bir döneme tarihlendiği anlaşılmıştır. Kapılar 3,45 x 1,53 metre ölçülerindedir ve tek gözlü olduğu anlaşılan kemerlerin aralıkları 8,65 metredir. 

4.7. Güney Stoa/Çarşı/Bazaar

Agoranın güneyinde 11,15 x 69,10 metre ölçülerinde çok katlı bir stoa yer almaktadır ve stoadaki ilk kazılar 1882 yılında Koldewey tarafından gerçekleştirilmiştir. Yaklaşık 13,95 metre yüksekliğinde olan dört katlı yapının sarnıç, dükkânlar, depolar ve stoa olmak üzere dört bölümden oluştuğu önerilmiştir. Ancak bazı yayınlarda çok katlı yapısı nedeniyle diğer merkezlerdeki benzer örneklerdeki gibi Bazaar yani Pazar yeri kavramı kullanılmaktadır. Güney stoanın altında sarnıç ve çeşme olmak üzere iki su yapısı yer almaktadır ve çeşme beş dikdörtgen sütun ile onun gerisinde bir havuzdan (2,37 x 14,85 metre) meydana gelmektedir. Hellenistik dönem çeşmeleri için karakteristik olan bu örnek işlevini antik çağın sonuna kadar sürdürmüş olmalıdır. Çeşmenin batısında kuzey stoadaki sarnıca bir kanalla bağlanmış ikinci bir sarnıç (2,70 x 41,60 x derinlik 3,77 metre) bulunmaktadır. Sarnıcın üzerinde 4,81 metre genişliğinde bir koridor ve koridorun arkasında 4,70 x 4,79 metre ölçülerinde 13 dükkân yer almaktadır. Koridorun caddeye bakan dokuz kapısı bulunmaktadır. Dükkânların üzerindeki uzun kapalı mekân depo olarak kullanılmıştır ve deponun içindeki tek sıra halindeki on iki sütun üst katın zeminini taşımaktadır. Yapının en üst katı önünden yirmi bir sütun ile açık stoa şeklinde düzenlenmiştir ve hem agoraya hem limana bakmaktadır. Stoanın orta eksenine çatısını desteklemek için yaprak bezemeli başlıklara sahip yirmi beş adet sütun yerleştirilmiştir. Stoanın önünde zemini taş plakalarla döşeli bir cadde bulunmaktadır ve Güney stoa Hellenistik dönemden Bizans döneminin sonuna kadar kullanılmıştır. 

4.8. Heroon (Anıt Mezar)

Güney stoanın batı duvarına bitişik inşa edilen anıt mezar (6,3 x 5,7 x 9,0 metre) prostylos planlıdır ve dor düzenindedir. Anıt mezarın kalkan kabartmalı alınlığı ve giriş bölümünde yer alan sütunları mermerden, diğer bölümleri ise andezitten inşa edilmiştir. Bir duvarı güney stoa ile ortak olan heroon agoraya giden bir cadde üzerinde bulunmaktadır. Amerikalı ekip tarafından anıt mezarın içinde tahrip edilmiş iki lahit ve çok sayıda boyalı fresk parçaları bulunmuştur. Ön cephesinde yer alan arşitrav parçasındaki yazıta göre anıt mezar MÖ I. yüzyılda Assoslular tarafından Hephaistogenes’in oğulları Kallisthenes ve Aristidias için yaptırılmıştır. Mezar kitabesi birinci dönem kazılarında yapılan eser paylaşımı sırasında Boston’a götürülmüştür. 

4.9. Hamam

Güney stoanın önünde caddenin kenarında yer alan hamam kitabesinden anlaşıldığı üzere MÖ 2 yılında Roma İmparatorluk döneminde Assos’un ileri gelenlerinden Quintus Lollius Philetairos’un eşi Lollia Antiokhos tarafından Roma imparatorunun kızı Aphrodite Julia’yı onurlandırmak adına inşa edilmiştir. Eğimli arazinin doğu ve batı yönlerine yüksek teras duvarları örülerek hamamın inşası için geniş bir düzlük oluşturulmuştur. 1882 yılı çalışmalarında hypocaust sisteminin bir bölümünün halen korunduğu anlaşılmaktadır ancak hamamda tahribatın bu denli fazla olmasının sebebi kazı işçilerinin tuğlaları ve su sistemine ait olan künkleri götürmelerine izin verilmesidir. Amerikan kazılarından kalan bir fotoğrafta hamamın kuzey tarafında bir kemer, onun yanındaki niş içerisinde bir kapı, zemini taşıyan künkler (hypocaust) ve yapı kitabesi görülmektedir. Hamamın sıcaklık bölümü (caldarium) örnekleri MÖ I. yüzyıldan bilinen tabandan ve duvardaki künklerden sıcak havanın dolaştırılması tekniği ile ısıtılmıştır. Sıcak hava demir ve ya pişmiş toprak çivilerle (tegula mammatae) duvar içine tutturulan kuru tuğla (tubuli), kiremit ya da künklerden geçirilmiştir. Anadolu’daki en erken örneklerden biri olan hamam MS II ya da II. yüzyılda tadilat görmüş ve Erken Bizans döneminde güneydeki mekânın doğu yönüne apsis eklenerek kiliseye çevrilmiştir. Yapı kitabesinde kilisenin Helladios tarafından yaptırıldığı yazılmıştır ancak hamam Bizans döneminde yaşanan ekonomik sıkıntılar ve din adamlarının sık yıkanmaya karşı takındığı olumsuz tavırlar nedeniyle kapatılmıştır. Hamam için gereken suyun Geme deresinden künklerle taşındığına dair izler bulunmakla birlikte hamamda yeniden çalışmalar yürütülmelidir. 

4.10. Mozaikli Yapılar

Agoranın güney yamacında işlevleri tam olarak bilinmeyen ancak bulundukları konumdan dolayı kanu binası olduğu düşünülen iki mozaikli yapı keşfedilmiştir. İlk yapı tek mekanlıdır (8,30 x 6,00 metre) ve zemininde 4,40 x 2,70 metre ölçülerinde etrafı menander bordürü ile çevrili, kenarlarında birer dikdörtgen panelle bölünmüş bir mozaik döşeme bulunmaktadır. Merkez panelin içinde köşelerinde birer Eros ve bitkisel bezekli daire içinde tarı yapan Aphrodite, Nike ve Eroslar betimlenmiştir. Panellerden en dikkat çekici olanı elinde bir tapınak modeli tutan Nike betimlemesi bulunandır ve siyah, beyaz, sarı, kırmızı ve gri taşların kullanıldığı mozaik MÖ IV. yüzyıl sonu ve MÖ III. yüzyıl başına tarihlenmektedir. Zemini mozaikle kaplı ikinci yapı (12,80 x 5,95) iki mekândan oluşmaktadır. Sadece bir bölümünün korunduğu mozaik bordüründe aralarında rozet motifi olan karşılıklı griphonlar betimlenmiştir ve MÖ III. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir. 

4.11. Tiyatro 

Kentin kolayca ulaşılabilen noktasında olmasının yanı sıra denizin ve Lesbos’un etkileyici manzarası düşünülerek inşa edilen tiyatro Erken Hellenistik döneme tarihlendirilmektedir. Doğal bir yamaca yaslanan at nalı planlı yapı tipik bir Yunan tiyatro örneğidir oturma sıraları kayalık yamaç kesilerek oluşturulmuştur. Roma döneminde revize edilerek kullanılmaya devam edilen tiyatronun birinci oturma sırası kesilerek taş korkuluklar (parapet) ilave edilmiştir. Ayrıca gladyatör ve hayvan mücadeleleri gerçekleştirilen tiyatroda ahşap korkulukların kullanılması için açılmış yuvalar bulunmaktadır. Oturma sıraları üzerindeki yazıtlardan taş işletmeleri, demirciler ve dericilere ait meslek birliklerine ayrıca Serapis kültüne inanan kişilere rezerve edilen oturma alanları olduğu anlaşılmaktadır. Tiyatronun yaklaşık olarak dört bin kişilik kapasitesi olduğu düşünülmektedir. 1994 yılında tiyatroda dönemin koşullarına uygun bir restorasyon çalışmaları yürütülmüştür. 2020 yılında yeni teknolojilerle bağlantılı olarak tiyatro için yeni bir restorasyon projesi hazırlanmıştır. Projenin en kısa sürede hayata geçirilip deforme olan beton bloklar sökülmesi, andezitten uzman kişilerce hazırlanmış orijinaline yakın parçalar ile değiştirilmesi ve analammeta duvarları tamamlanması planlanmaktadır. Assos Tiyatrosu ile daha detaylı bilgilere ansiklopedi kapsamındaki ilgili maddeden ulaşılabilir. 

4.12. Kiliseler 

Assos’ta sur içinde Gymnasion kilisesi, Batı kilisesi, Aşağı agora kilisesi, Tiyatro kilisesi, sur dışında Ayazma kilisesi, Ahır kilisesi, Kıyı kilise ve Biber deresi şapeli olmak üzere çok sayıda kiliseler bulunmaktadır. Andezitten inşa edilen bu kiliselerden sadece üç tanesinde kapsamlı çalışmalar yürütülmüştür. Tiyatronun doğusunda yer alan kilise (14,80 x 19,20 metre) üç nefli ve bazilikal planlı olup Assos için narteks duvarı en iyi korunmuş Bizans dönemi kalıntısıdır. Aşağı Agora kilisesi (14,70 x 21,0 metre) piskoposluk kabul salonu olarak adlandırılan yapının doğusunda yer almaktadır. Narteksli, üç nefli ve bazilikal planlı olan kilise diğer kiliseler gibi doğu-batı yönlü olarak konumlandırılmıştır. Kilisenin kabul salonu ve şapel ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Kabul salonu ise kilisenin yaklaşık dört metre batısında opus caementicium ve andezit taşlardan doğu-batı yönü olarak inşa edilmiştir. Kabul salonu T tipi planlıdır ve batıda kare planlı iki oda (3,70 x 3,70 metre) ve bunların doğusunda bir odadan (7,70 x 12,50 metre) oluşmaktadır. Doğudaki odanın batı duvarını bitişik bir apsis ve odanın duvarlarının freskler ve mermer levhalar ila kaplı olduğunu gösteren buluntular tespit edilmiştir. Batı kilisesinin bir bölümü 1970’li yıllarda liman yolu inşa edilirken tahrip edilmiş ve mozaiklerinin bir bölümü yok olmuştur. 199-1999 yılları arasında G. Çantay ve ekibi tarafından kazı çalışmaları yürütülmüş ve kilisenin doğusundan geçen cadde açığa çıkarılmıştır. 2018 yılında kilisenin kuzey duvarındaki on bir nişin kemerleri restore edilmiş ve apsisin doğusundaki cadde tamamen ortaya çıkarılmıştır. Doğu-batı yönlü bazilikal planlı (19,70 x 47,34 m) üç nef, naos, narteks ve ön avlu bölümlerinden meydana gelmektedir. Kuzey nefin zemini çok büyük dikdörtgen andezit taş levhalar ile orta ve güney nefin tabanı ise mozaiklerle kaplıdır. Mozaiğin kenar bordürü örgü ve koşan dalga bezemelerden oluşmaktadır. Ayrıca merkezde karşılıklı duran iki kuş, geometrik bezemeler ve dikdörtgen pano içinde “Alypios yeminine sadık kalarak kutsal yer için yaptırdı” yazılıdır. Orta nefte yer alan mozikte ise baklava dilimli bördürün çevrelediği bitkisel ve geometrik motiflerle dolu sekizgen panellerin birinde “Bilge Satornilos bunu yeminine uygun olarak yaptı” yazılıdır. Buluntular ışığında kilisenin MS V. yüzyılda İmparator Theodosius döneminde inşa edildiği ve MS VI. yüzyıl sonu-VII. yüzyıl başında bazı değişikler yapılarak narteks zeminine opus sectile döşendiği görülmektedir. 

4.13. Ksenedokhion (Misafirhane)

Bizans döneminde misafirhane diğer bir deyişle han olarak kullanılan yapı işlikler, lokanta, mutfak, ocak yapısı, depolar, sarnıçlar ve şapel gibi çok sayıda mekândan oluşmaktadır. Kompleksin doğu kenarında yer alan şapelde (5,00 x 2,30 metre) dini törenlerde kullanılan altar apsisin önünde in situ olarak bulunmuştur. Mekânların içinde çok sayıda arkeolojik buluntu ele geçirilmiştir. Buluntuların restorasyonu sağlanmıştır ve yayına hazırlanmaktadır. Toprak altında bulunan misafirhane kompleksinin kazı çalışmaları tamamlandığında yapı ile ilgili olarak daha fazla bilgi elde edilecektir. 

4.14. Atrium

Amerikan kazılarında tiyatronun doğusunda yer alan teras üzerinde açığa çıkarılan kare planlı kalıntı atrium olarak tanımlanmıştır. Doğu kapısı yönünden gelen bir caddenin atriumun doğu yönündeki kemerli girişe bağlanması yapının sivil mimariden ziyade kamusal bir yapı olduğunu düşündürmektedir. Araştırmacılar tarafından Geç Antik çağa tarihlenen atrium yapısının yeni bir kazı çalışması ile tekrar araştırılması gerekmektedir. Assos’ta ortaya çıkartılan ev kalıntılarının neredeyse tamamı Geç Antik ve Bizans dönemine aittir. Konutların genelde gösterişten uzak basit yapılar olması araştırmacıları kamu binalarının araştırılmasına yönlendirmiştir ancak gündelik hayatın maddesel kültürünün evlerde olması nedeniyle konutlar son on yılın araştırma programına dâhil edilmiştir. Gymnasionun güneyindeki agoraya bağlanan ana caddenin kenarında Erken Bizans dönemine ait bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu yapı büyük bir oda ve onun kuzeyinde L şeklinde dizilmiş üç odadan meydana gelmektedir. Güneydeki oda depo olarak kullanılmıştır ve biri avluya diğeri işlik olarak kullanılan diğer odaya açılan iki kapısı bulunmaktadır. İşlikten girilen doğudaki mekân ise (-2,80 metre kotta) ise mahzen olarak kullanılmıştır. Mahzenin doğu kenarında önünde avlu olan iki oda daha bulunmaktadır ve oda kapılarından biri önündeki taş döşeli avluya diğeri ise sokağa açılmaktadır. Bizans konutları simetriden yoksun taş ve hamur harcı ile örülmüş özensiz yapılar olmakla birlikte çatıları kiremitler ile örtülmüştür.  

4.15. Yollar ve Sokaklar 

Assos’un en önemli caddesi Alexandria Troas yönünden gelen yolun devamı olan ve nekropolisin içinden geçip batı kapısından içeriye girerek agoraya bağlanan caddedir. Standart bir genişlikten yoksun olan caddenin agoraya kadar olan bölümü düzgün kesilmiş polygonal taşlarla kaplıdır ve batı kapısının arkasında 11 metre genişliği ile adet bir meydan oluşturmaktadır. Bir kenarında açık yağmur kanalı bulunan caddenin ilk olarak MÖ IV. yüzyılın ilk çeyreğinde iskân edildiği ve kentin son iskânına kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Doğuda Antandros yönünden gelen gelen yollar ana kapıya ve onun kuzeyinde bulunan ikinci bir kapıya bağlanmaktadır. Yolun geçirdiği tamirat izleri özellikle Osmanlı döneminde yoğun olarak kullanıldığını göstermektedir ve H. Schiliemann 1881 yılında Assos’a geldiğinde bu caddeden girmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra kentin içinde konut alanlarına giden dar sokaklar ve tiyatrodan limana inen bir yol daha bulunmaktadır. Geç Klasik ve Hellenistik döneme tarihlenen düzgün taş levhalar ile döşenmiş yolların büyük bir bölümü Bizans kalıntılarının altında kalmıştır. Nekropolisin önünden gelen kazı evinin altındaki Kıyı kilisesi ve bahçelere giden yol 1950’li yıllarda günümüzde kullanılan liman yolunun açılmasıyla atıl hale gelmiştir. Köprü ve Tuzla çayının her iki yanında kentten gelen yolları izlemek mümkündür ancak karayollarının ve köprülerin inşası sonrasında yol güzergâhları değişikliğe uğramıştır. 

4.16. Sur Dışındaki Kalıntılar

Assos’ta sur dışındaki özellikle kentin batısından yoğunlaşan kalıntılar Bizans dönemi dini yapılarından oluşmaktadır. Doğuda ise Kadırga Burnu üzerinde konutlar tespit edilmiştir ve konutların güneyinde bulunan opus caementicium ile yapılmış kalıntıların kilise olduğu düşünülmektedir. Doğu kapısının karşısında günümüzde Kilise mevkii olarak anılan alandaki kalıntılar yine bir kilise yapısına ait olmalıdır. Kentin batısında Biber deresi civarında tespit edilen apsisli yapı küçük bir şapel kalıntısı olmalıdır. Kıyı kilise limanın 650 metre batısında deniz kenarında ve yaklaşık 20 m yüksekliktedir. Doğu-batı yönünde apsisi görülebilen kilise yaklaşık 34,00 x 36,00 metre ölçülerindedir. Nekropolisin batısındaki plato üzerinde, Alexandria Troas’tan gelen yolun kenarında 6,00 x 8,00 metre ölçülerinde anıtsal bir kapı ile girilen yapı Ahır kilisesi olarak adlandırılmaktadır. Kiliseye 39,00 m uzunluğunda ve 3,70 metre genişliğinde uzun bir koridor ile ulaşılmaktadır. Bazilikal planlı ve çokgen apsisli kilise üç nefli, arteks ve atriumdan oluşmaktadır. 2020 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilen kilisede kapsamlı araştırmalar yürütülmesi gerekmektedir. Batı kapısına 360 metre uzaklıkta bulunan ve nekropolis alanının üzerine inşa edilen Ayazma kilisesi MS geç V. yüzyıl ve erken VI. yüzyıla tarihlenmektedir. Kilise 30,00 x 15,35 metre boyutlarındadır ve merkezi nef ile kuzeydeki yan neften oluşmaktadır. Kilisenin doğusundaki haç planlı vaftiz havuzu (2,65 x 2,65 metre) devşirme mermer, taş ve tuğlalar ile inşa edilmiştir ve Assos’ta bilinen tek vaftizhanedir. MS IX. yüzyıldan itibaren apsisin doğusundaki alan çocuk mezarlığı olarak kullanılmaya başlamıştır ve kiliseye geç X. yüzyıl-erken XI. yüzyılda çocuklar için bir mezar şapeli ilave edilmiştir. 

4.17. Su Yolu 

Satnioesis’in güney kıyılarındaki yamaçlarda tespit edilen su kanalı yamaç boyunca devam etmekte ve köyün doğusundaki mezarlığın yakınında son bulmaktadır. Kaynaktan gelen su kalın duvarlı sağlam ve oldukça ağır olan künklerle bazen ana kaya kesilerek oluşturulan kanallarla ya da kanalların içine yerleştirilen 20 santimetre genişliğinde künklerle şehre taşınmıştır. Kanallara yerleştirilen künklerin yüksek su basıncı ile yerlerinden oynamasını engellemek için devşirme kesme taş bloklarla payanda duvarları örülmüştür. Suyolunun kenarında yaklaşık 10 metre kadar oyulmuş ve yarım bırakılmış bir tünel bulunmaktadır. Tahminen su kanalının dağın içinden geçirilmesi planlanmış ancak sonra vazgeçilmiştir. Suyolunun (aquaeduct) inşasında kullanılan devşirme mimari taşlar yapım tekniği ile Geç Antik çağ özelliklerini yansımaktadır. MS 360/70 tarihli epigramda Aksiochos isimli mühendisin Assos’u suya kavuşturan bir aquaeductus inşa ettiği anlatılmaktadır ve kalıntılar söz konusu kitabe ile uyum göstermektedir. 

4.18. Köprüler

Homeros’un Satnioesis olarak adlandırdığı 55 kilometre uzunluğundaki ırmak, İda’nın (Kazdağları) güney yamaçlarından doğarak Tuzla köyü yakınlarından denize dökülmektedir. Assoslular su ihtiyaçlarını sarnıçlar ve ırmaktan temin etmişlerdir. Kent halkı ırmağın diğer yakasındaki arazilere ya da diğer kentlere ulaşım sağlamak amacıyla köprüye her çağda ihtiyaç duymuşlardır. Irmak yatağının geniş olması ve yağmurlardan sonra güçlü akmasından dolayı taş köprüler inşa etmişlerdir. Günümüzde kullanılan modern köprünün 60 metre kadar batısında Hellenistik döneme ait köprünün kalıntıları bulunmaktadır. Kentin kuzeyinden gelen zemini taş döşemeli yol bu köprüye bağlanmaktadır. Modern köprünün 50 m doğusunda Roma dönemine ait köprünün ve onun da bir kilometre kadar doğusunda Bizans döneminde kullanılan üçüncü köprünün kalıntıları bulunmaktadır. Erken Osmanlı dönemine tarihlenen dördüncü köprünün XIV. yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiği düşünülmektedir. 1970’li yıllarda yapılan modern köprünün inşasından uzun bir süre sonra 2017 yılında restorasyon geçiren Osmanlı köprüsü araç trafiğine kapatılmıştır. 

4.19. Liman 

Lesbos ile Assos arasında yer alan Müsellim Boğazında belli dönemlerde esen kuvvetli kuzey rüzgârları akropolisin güneyinde hissedilmektedir. Assos’ta mendirekle oluşturulan limanın kuzeyinde aniden yükselen kayalıklar rüzgârın etkisini azaltır. Seyahatnamelerden açıkça okuduğumuz gibi XIX. yüzyılda bile kuzey rüzgârları esmeye başladığında, gemilerin Babakale burnundan (Lekton) geçmesi ve Hellespontos (Çanakkale Boğazı) girişine ulaşması mümkün olmamaktaydı. Bu nedenle seyrüseferdekilerin Edremit Körfezi’nde rüzgâra yakalandığında sığınacağı güvenli tek liman Assos limanıydı. Assos limanı ile ilgili bilinen en önemli yazılı belge Strabon’un eseridir. Strabon’un Coğrafya adlı eserinde Assos’a ve limanına geniş yer vermesi kentin refah düzeyi ile doğrudan ilişkilidir. Ayrıca Ephesos’ta (Efes) bulunan MS 26 yılına ait gümrük yazıtında Troas’ın limanları kuzeyden güneye doğru sıralanırken Alexandria Troas ve Hamaksitos’tan sonra Assos yer almaktadır. Limanın, mendireğinin yapım tekniğine bağlı olarak Hellenistik dönem öncesi ve Roma İmparatorluk dönemi ve sonrasına ait olmak üzere iki evreli olarak inşa edildiği anlaşılmaktadır. Denizcilerin en çok ihtiyaç duydukları içme suyu temini limanın hemen yanındaki kaynağa bağlı çeşmeden sağlanmaktadır. Çeşmenin önünde L planlı bir havuz bulunmaktadır ve doğal bir kaynağa bağlı olan bu çeşme günümüzde bir restoranın altında kalmıştır. 2022 yılında limanın doğusunda iki kaynak daha tespit edilmiştir ve her iki kaynağın kalıntılarının yapı teknikleri Hellenistik döneme tarihlenmektedir. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Çanakkale ve Bozcaada ile birlikte Behram iskelesinde gümrük binası bulunması limanın ticari öneminin devam ettiğini göstermektedir. 1970 sonrasında gümrüğün kapanması ile liman daha çok balıkçılık faaliyetleri için kullanılmaktadır ve limandaki yapılar turizm amaçlı olarak otele dönüştürülmüşlerdir. 

Referanslar

Arslan, N. (2024). Assos-Behram Tarih, Arkeoloji, Diplomasi. İstanbul: Assos Kazısı Yayınları I. Ege Yayınları; Arslan, N. ve Böhlendorf-Arslan, B. (2014). Assos. Taşın Hayat Verdiği Kent. İstanbul: Homer Yayınları; Böhlendorf-Arslan, :, Ergün, N. ve Ayaz, M. (2024). Assos 2023 Yılı Çalışmaları. KST44-6: 75-88; Böhlendorf-Arslan, B. (2016). Leben in der Provinz. Ländliche Siedlungen in der spätantiken und byzantinischen Troas. İçinde Falko Daim ve Jörg Drauschke (Edt.), Hinter den Mauern und auf dem offenen Land Leben im Byzantinischen Reich (ss.63-88); Böhlendorf-Arslan, B. (2020). Changes in Settlements and Economy of the Southern Troad (Turkey) from 4th to 15th centuries AD. İçinde B. Böhlendorf-Arslan and R. Schick (Edt.), Transformations of City and Countryside in the Byzantine Period (ss.61-71).

Ayrıntılı bilgi için bakınız

Arslan, N. (2024). Assos-Behram Tarih, Arkeoloji, Diplomasi. İstanbul: Assos Kazısı Yayınları I. Ege Yayınları; Arslan, N. ve Böhlendorf-Arslan, B. (2014). Assos. Taşın Hayat Verdiği Kent. İstanbul: Homer Yayınları.

Sanal Gezinti / İnternet Adresi

https://assosexcavation.comu.edu.tr/