Konstantin ve Helena Kilisesi Kazısı
Arkeolojik Kazı Doğal ve Kültürel Miras Kilise
-
2020
Tarihi kaynaklarda adı Andabalis, Adualis, Ambabalis olarak geçen yerleşim Geç Antik dönemde başkent İstanbul’dan Kilikya’ya giden ve oradan da kutsal topraklara ulaşan yol üzerindeki askeri bir garnizondur.
Efsaneye göre, Büyük Konstantin’in annesi Helena kutsal topraklara yaptığı hac ziyareti sırasında bu kiliseyi inşa ettirmiştir. Konstantin ve Helena Kilisesi günümüzde Niğde’nin (Nahida) sekiz kilometre kuzeydoğusunda, Yeniköy Köyü sınırları içinde yer almaktadır.
Kilise ilk kez W. J. Hamilton’ın 1842 yılındaki seyahatnamesinde kısaca anılmaktadır. Sonra sırasıyla W. J. Stryzygowski (1903), H. Rott (1908), J. Lafontaine Dosogne (1958), N. ve M. Thierry (1963) gibi batılı araştırmacılarca incelendi. Kilise en ayrıntılı biçimiyle ilk kez M. Restle’nin 1979’da basılan ve Kapadokya’daki erken Bizans dönemi mimarisini inceleyen kitabında ayrıntılı olarak ele alındmış ve tanıtılmıştır.
Yukarıda adı geçen araştırmacıların öngörüleri doğrultusunda kilisenin ilk yapısı V. veya VI. yüzyıllara Bizans mimarisinde yaygın olarak uygulanan düz ahşap çatılı, üç nefli, tek apsisli Helenistik bazilika planlıdır. VIII. ve IX. yüzyıllardaki Arap akınları sırasında kilisenin büyük tahribat gördüğü, olasılıkla yakıldığı ve daha sonra örtü sistemi kagir beşik tonoza dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır.
Anadolu’nun XI. yüzyılda Türklerin eline geçmesinden sonra kilise, yörede ikamet eden gayrimüslim tebaanın ibadetine açık kalmıştır. 1909 yılında yapıyı ziyaret eden Gertrude Bell, yapının dokuz fotoğrafını çekmiştir. O 177 numaralı arşiv fotoğrafında yapının tonozu ve ahşap ikonastasisin yerinde olduğu görülmektedir. Bu da kilisenin o tarihte büyük oranda kullanılabilir durumda olduğunu göstermektedir. Ancak Bell günlüğünde yapının bir depoya dönüştürüldüğünü de vurgulamaktadır. 1970’lerde yapıda çalışmalar gerçekleştiren ve bu çalışmalarını 1979’da yayınlayan M. Restle, orta nefi örten tonozu ve duvar resimlerinin bir kısmını gördü ve duvar resimlerinin üç ayrı katman halinde olduğunu belirtmiştir. Araştırmacıya göre yapının ilk dönemi üç nefli bazilikadır; yan nefler tek, orta nef çift pahlı çatıyla örtülüdür. İkinci yapı döneminde nefleri ayıran sütunlar payelerin eklendiği takviyeli kemerlerle desteklenen ve her üç nefin de tonozla örtüldüğü bir yapıya dönüştürülmüştür. Üçüncü yapı döneminde, yani XX. yüzyılın başlarında H. Rott’un 1908’deki ziyaretinden kısa süre önce, yan neflerin kaldırıldığını ve nefleri ayıran desteklerin aralarının örüldüğünü belirmiştir. Uzun süre elma deposu olarak kullanılan kilisenin (orta nef), 1977 yılının Mart ayında kimliği bilinmeyen kişiler tarafından yıkıldığı, Kültür Bakanlığı resmi kayıtlarında belirtilmektedir. 11.03.1977 tarihli Koruma Kurulu kararı ile kilisenin tescil edildiği ve korunmasının gerekliliği kararına varılmıştır. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 18.09.1996 tarihli kararı ile kilisenin Niğde Müzesi Müdürlüğü Başkanlığı ve Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. M. Sacit Pekak’ın bilimsel başkanlığında yapıda koruma, kurtarma ve restorasyon çalışmaları başlatılmıştır. Bakanlar Kurulu kararı ile 2010 tarihinden itibaren ise Prof. Dr. M. Sacit Pekak’ın başkanlığında çalışmalara 2016 yılına kadar devam edilmiştir.
Bu çalışmalarda mimari ve duvar resimlerinin korunmasına ve restorasyonuna öncelik verilmiştir. Yirmi yılı aşkın çalışmalar sonrasında yapı belgelendi, rölöve, restorasyon ve çevre düzenlemesi projeleri KA-BA Mimarlık Bürosu’na hazırlatılarak yetkili kurum ve kuruluşlarca onaylanmıştır.
Bununla birlikte kilisenin etrafı taş duvarlar ve demir parmaklıklarla çevrelendi, kilitli deposu da olan bir kazı evi ve bekçi kulübesi inşa ettirildi, kilisenin üzeri doğanın olumsuz etkisinden korumak amacıyla çelik ve sandviç panellerle örtülmüştür.
Kilisenin yakın çevresinde yapılan yüzey araştırmalarında yapının yaklaşık bir kilometre güneybatısında bir, yaklaşık 300 metre güneydoğusunda ikinci bir erken dönem kilisesinin temel izlerine ve çok sayıda mimari plastik parçaya rastlanmıştır. Bu buluntular da bölgenin Erken Bizans döneminde bir manastır merkezi olabileceği varsayımını güçlendirmiştir.
Duvar resimleri
Kilisenin günümüze ulaşabilen orta nef batı duvarı ve pencere kemerlerinde, orta nefi kuzey neften ayıran duvar ve tonoz başlangıçlarında duvar resimleri (fresko ve secco tekniğiyle yapılmış dini konulu resimler) yer almaktadır. Özellikle orta nef kuzey duvarındaki resimler Y. Ötüken tarafından 1987’de kısaca tanıtılmıştır.
Yapıda 20 yılı aşkın sürdürülen çalışmalar sırasında, İstanbul Konservasyon ve Restorasyon Merkez ve Bölge laboratuvarı Müdürlüğü’nden Gülseren Dikilitaş, Hande Günyol ve Niğde Müzesi Müdürü Fazlı Açıkgöz ve ekiplerince yapılan çalışmalarda daha önce görülemeyen yeni sahne ve figürler ortaya çıkartılmış, sağlamlaştırılmış ve temizlenmiştir.
Özellikle orta nef batı duvarının güneyinde orta sırada yer alan Büyük Konstantin ve annesi Helena’nın Gerçek Haç’ın iki yanında gösterildiği kompozisyon kiliseye ismini veren sahne olmalıdır. Duvar yüzeyleri ve kemer içlerinde çok sayıda aziz, martir, kadın martir, ve baş melek figürlerinin yanı sıra orta nef kuzey duvarında görülen, batıdan itibaren İsa’nın doğumu, Meryem’in anne babası Loakhim ve Anna’yı bir haçın iki yanında gösteren sahne, Lazarus’un Diriltilişi ve İsa’nın Kudüs’e Girişi sahneleri gerek teknik gerek üslup özellikleri açısından yüksek bir duvar resmi kalitesini yansıtmaktadır. Bu özellikleri açısından kilisenin hemen yakınındaki Gümüşler Köyü’nde bulunan Eski Gümüş Manastırındaki kiliselerle analoji yapmaktadır. Kilisedeki duvar resimleri en erken XI. ve en geç XIII. yüzyıllar arasında boyanmış olmalıdır. Kilisenin yıkılan duvarlarında ve apsis yarı kubbesinde günümüze gelemeyen resimler hakkında farklı görüşler öne sürülmektedir.
Kazılar sırasında kilise içi ve yakın çevresinde 200’ü aşkın farklı tekniklerle yapılmış (ana toprağa kazılmış, taş sanduka, kesme taşlarla inşa edilmiş) mezar oyuğu ve bu mezarlardan çıkan 300’ü aşkın farklı dönemlere ait birey iskeletlerin (bazıları çoklu gömü) Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü laboratuvarlarında bilimsel incelemeleri sürdürülmektedir. İskeletlerle beraber çıkan envanterli küçük buluntular ise Niğde Müzesi’nde koruma altına alınmıştır.