Maddeye katkıda bulunan yazarlar:
Anadolu’nun güneyinde, Antik Kilikia Bölgesi’nde, Mersin kent merkezinin kuzeyinde, üç yönden Demirtaş Mahallesi’yle, bir taraftan da Müftü (Efrenk, Soğuksu) Deresi tarafından çevrilen bir noktada, yaklaşık 23 metre yüksekliğinde, erken Neolitik dönemden Ortaçağ’a (XIII. yüzyıl ortaları) kadar kesintisiz olarak dokuz bin yıl boyunca tarihsel sürekliliği devam eden, farklı yerleşim katmanlarını barındıran geniş yapay bir tepe ve önemli bir kültürel miras alanıdır. Yumuktepe adı Türkçe’de yummak fiilinden türetilmiş bir sıfat olan ve yumulmuş, kapanmış ve tombul gibi anlamlar taşıyan yumuk sözcüğünden türetilmiştir. İngiliz bilim adamları bu özgün Türkçe adı yanlış telaffuzları sonucu Türkçe’de anlamı olmayan Yümüktepe olarak kullanmışlardır. Buna karşılık M. V. Seton Williams’ın (1954-164) Yümüktepe adının anlamını İngilizce’ye Closed or Soft olarak çevirmiş olması da yumuk sözcüğü ile ilgili olmalıdır. Yanlış telaffuzla ilgili kullanımın tipik bir örneği olarak, J. Garstang’ın (1937) ilk raporunda tepeden Souk Sü olarak söz etmesi örnek gösterilebilir.
İngiliz arkeoloğu John Garstang’ın Yumuktepe’de yaptığı ilk kazılar 1936 ve 1948 yılları arasında yapılmış, bu tarihten sonra uzun bir süre hiç çalışma olmamıştır. 1963 yılında ağaçlandırma ve yamaçlarına terasların yapılması ile park haline getirilen höyükte büyük çapta bir tahribat söz konusudur. 1993 yılında Prof. Dr. Veli Sevin'ın önderliğinde başlayan kazılara, 2000 yılından sonra Prof. Isabella Caneva başkanlığında devam edilmiştir. Höyüğün zirvesindeki çalışmalarda Ortaçağ tabakaları ortaya çıkartılmıştır. Bu çalışmalar Doç. Dr. Gülgün Köroğlu bilimsel danışmanlığında yürütülmektedir. Döneminde etrafı surla çevrili olan bu Bizans yerleşiminin zirvesinde ortaya çıkarılan yapılar MS XI.-XIII. yüzyıllar arasına aittir. Kazılarda ortaya çıkarılan en erken kalıntı XI. yüzyıla tarihlenen bir kilise, güneyindeki şapel ve diğer yapılardan oluşmaktadır. XI. yüzyılın sonları ve XII. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde, kilise mekanlarının mutfak ve depolar olarak kullanıldığı görülmektedir. 1160/1170 tarihlerinde yaşanan büyük bir yangınla konutlar tahrip olmuştur. Bu süre zarfında, kilise işlevini yitirmiş olmasına karşın şapel kullanılmaya devam etti. XIII. yüzyılda ise höyüğün zirvesindeki büyük bir alan mezarlık olarak kullanılmıştır. Höyükte ele geçen buluntular Neolitik dönemden Ortaçağ’a kadar takip edilebilmekte ve 34’ten fazla tabakaya rastlanmaktadır. Höyükteki kazılarda, mimari buluntuların yanı sıra seramik objeler, metal ve cam eserler gibi geniş bir yelpazeye sahip buluntulara rastlanmıştır. Kalkolitik Çağ’la birlikte Anadolu coğrafyasının genelinde kullanılan hammadde çeşidinde önemli oranda artış olmuştur. Anadolu madenciliğinin oldukça erken dönemlerde başlamasının en önemli nedenlerinden biri Anadolu coğrafyasının sahip olduğu maden yataklarıdır. Kalkolitik Çağ’la birlikte Anadolu’da kullanılan maden çeşitlerinde ve metal eşya sayısında ciddi oranda artış olmuştur. Bu kazıların önemli sonuçları:
- Müftü Çayı’nın bugünkü değil de, tam aksi yönde doğusundan aktığının belirlenmesi çarpıcı bir sonuçtur.
- Yeni Taş çağı ve Maden çağında iç içe bir yapılaşmanın varlığı ortaya çıkmıştır.
- İngiliz arkeoloğu, John Garstang’ın sandığı gibi 33 tabaka değil, 60’tan fazla tabakaya sahip olduğu anlaşılmıştır.
- Burada en erken dönemlerden başlayarak öküz, keçi, koyun ve domuz gibi hayvanların evcil olarak bulunduğu tespit edilmiştir.
- Tepenin doruğunda açılmakta olan ve daha önce hiç bilinmeyen Bizans Kalesi, Mersin’in Ortaçağ’larda ne denli önem taşıdığına tanıklık etmektedir.
Mersin’in tarihsel çekirdeği ve bir zamanlar kentlilerin ailecek gittiği mesire alanı olan Yumuktepe, özellikle 1980’lerden sonra artan göç ve kentleşme baskısı nedeniyle zaman içinde çöküntü alanı haline gelmiştir. Terör olayları, güvenlik ve işsizlik gibi nedenlerle Mersin’e göç eden grupların önemli bir kısmı Yumuktepe etrafındaki bahçelik alanlara yerleşmişler, hisseli parselasyon ile elde edilen parsellere konut inşa etmişler ve bugünkü mahalleleri kurmuşlardır. Bu süreç içerisinde yöre halkı, kentin ekonomik sosyal hayatıyla tam anlamı ile bütünleşemedi; süreç içerisinde kendi içine kapanmışlardır. Sorunların derinleşmesine koşut suç ve madde bağımlılığına karışma riski yüksek gençlerin sayısı hızla artmıştır. Sonuç olarak, sahip olduğu tarihsel ve bilimsel öneme karşın, Yumuktepe Höyüğü suç ve asayiş problemleriyle anılan bir yer haline gelmuş ve kent içinde gözden düşmüştür. Bu durum, Yumuktepe’ye yönelik geliştirilecek koruma stratejilerinin, salt fizik koruma müdahaleleriyle değil, kapsamlı ve kapsayıcı sosyal araçlarla ele alınması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede, 2013-2015 arasında Yumuktepe ve Çevresi Koruma, Sunum ve Turizm Altyapısını Geliştirme Projesi gerçekleştirildi. Projenin amacı "Yumuktepe Höyüğü’nün tanınırlığa ulaşmasını sağlamak; yakın çevresi ile birlikte sosyal, kültürel ve ekonomik altyapısının geliştirilmesi; böylece bölgede sürdürülebilir turizm kalkınmasına katkıda bulunmak” olarak tanımlanmaktadır. Projenin, Yumuktepe Höyüğü’nün çevresinde yaşayan insanlar arasında farkındalık yaratma ayağının bir unsuru olarak höyük yakınındaki iki ortaokul (Yumuktepe’ye 1.000 metre mesafede yer alan Alsancak Lions Ortaokulu ve Yumuktepe’ye 250 metre mesafede bulunan Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu) hedef alınarak 2015 yılının Ocak ayında ortaokul öğrencileri arasında farkındalık geliştirme etkinlikleri gerçekleştirilmiştir. Bu etkinliklerdeki amaç ortaokul öğrencilerinin doğal, tarihi, arkeolojik ve kültürel varlıklar ile ilgili farkındalık düzeyinin arttırılarak projenin sürdürülebilirliğini sağlamaktır.
Mersin kent merkezinde yer alan Yumuktepe Höyüğü, Neolitik dönemden Ortaçağ’a kadar sürekli yerleşim görmüş bir merkez konumundadır. Ortaçağ’da deniz kıyısına yakın olan konumu ile Akdeniz havzasının ticaret ağı içerisinde bulunuyordu. Böylesi bir kentte buluntuların göz ardı edilmesi düşünülemez. Seramik buluntular arasında insanların günlük hayatları içerisinde vazgeçilmez olan kandiller de vardır. Aydınlatma araçları arasında yer alan kandil Arapça bir kelime olup aslı kındil’dir. Bu anlamda Latince’de candela kelimesi kullanılmıştır. Araştırmacılar kandil kelimesinin Latince candela’dan geldiğini ileri sürmüşlerdir. İçerisine zeytinyağı ve fitil konarak yakılan ışık veren objeler olarak tanımlanırmaktadır. Kandiller, erken dönemlerden beri insanların gecelerini ve karanlık mekanlarını aydınlatmak için kullandığı ve meşalelere göre daha kullanışlı olan araçlar arasındadır. Ayrıca, pişmiş toprak kandiller, cam ya da metal kandillere göre daha ucuz oldukları için yaşam alanlarında sıklıkla kullanılmıştır. Antik Mısırlılar, Fenikeliler, elde taşınan kandiller kullanmışlardır. Daha sonra kandil kullanımı Antik Yunan kentlerinden Romalılara geçmiştir. Erken dönemlerde çarkla yapılan kandiller, Hellenistik ve Roma döneminde çoğunlukla kalıpla yapılmakta idi. Erken Bizans döneminde Roma geleneğini devam ettiren ustalar Ortaçağ’da yine kandillerini çarkta yapmaya başlamışlar ve yaptıkları kandillerin bazılarını dönemin bir özelliği olarak sırla kaplamışlardır. Ortaçağ’da seramiklerin sırlanması karakteristik dönem özelliğidir. Sırlanmış kandillerde sır çoğunlukla yeşil kahverengi ve mavidir. Sırlı yapılabildiği kadar ucuz ve kolay olmasından dolayı sırsız kandiller de karşımıza çıkmaktadır. Yumuktepe kandillerinin çoğunun sırsız olduğu görülmektedir. Anadolu’da Bizans ve Selçuklu dönemlerinde daha çok tek kulplu yağ hazneli ve sivri emzik kısmından oluşan seramik kandillere rastlanmaktadır. Seramik kandillerin yanı sıra camdan yapılan kandillerin de azımsanmayacak şekilde kullanıldığını çeşitli kazı merkezlerinden gelen buluntular göstermektedir. Kubad Abad, Demre, Kadıkalesi, Amorium, Yumuktepe gibi merkezler bu açıdan önemlidirler. Anadolu’da vazo tipli kandil ile ilk kez Yumuktepe kazısında karşılaşılmıştır. Yumuktepe kandilleri, kentin konumu ve ticari ilişkileri göz önüne alındığında önemli sayılacak bir gruptur. Tüm Akdeniz havzasına yayılan bu tipin Höyük’te de bulunmuş olması şaşırtıcı değildir.
Referanslar
Güngör, E., Köroğlu, G. ve Laflı, E. (2010). Yumuktepe Pişmiş Toprak Kandilleri. İçinde XIII. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri Kitabı (ss. 334-336), 14-16 Ekim, İstanbul: Ege Yayınları; Naycı, N., Sarıkaya Levent Y., Yoloğlu, A.C. ve Uçar, M. (2017). Kültürel Miras Yönetiminde İnsan-Odaklı Koruma Politikaları: Mersin, Yumuktepe Höyüğü Koruma-Geliştirme Projesi, Koruma: Geçmiş, Bugün, Gelecek Arasındaki Diyalog Sempozyumu, 26-28 Ekim, Ankara; Sevin, V. ve Caneva, I. (1995). 1993 Yılı Mersin/Yumuktepe Kazıları, XVI. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Kültür Bakanlığı Yayın No: 1734, Ankara: Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü Yayınları 95.06.Y.0001, Kültür Bakanlığı Milli Kütüphane Basımevi; Tiryaki, S. (2017). Kalkolitik Çağda Doğu Anadolu Bölgesi Madenciliğinin Başlangıç Evreleri, Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7(13): 177-200; Uçar, M. ve Yoloğlu, A. C. (2018). Arkeolojik Alanların Korunmasında Paydaş Olarak Çocuklar: Mersin Yumuktepe Höyüğü Örneği, Tasarım Kuram Dergisi, 14(25): 114-133; Uysal, Z. (2019). Samsat Kazılarında Bulunan Cam Kandiller, Turkish Studies-Social Sciences, 14(3): 1139-1158; Yumuktepe, Yumuktepe Höyüğü Şahin Özkan, http://www.yumuktepe.com/yumuktepe-hoyugu-ars-sahin-ozkan/, (Erişim tarihi: 26.08.2019).
-
2020
Yumuktepe Höyüğü, verimli topraklar, sulak alanlar (Efrenk/Müftü deresi), ticaret yolu üzerinde olması, zengin yerüstü ve yeraltı kaynakların bulunması ve insan yaşamına en uygun olan Akdeniz iklimine sahip olması sebebiyle sürekli yerleşim gördü ve bu sayede 23 metreye kadar yükseldi. Höyük Akdeniz, Anadolu’nun içiyle ve Mezopotamya’yla temasa geçmesi bakımdan önem bir konumda kurulduğu anlaşılmaktadır. Yumuktepe Höyüğüne yakın olupda, üzerinde kazı çalışmaları yapılan höyükler, 10 kilometre batıda Soli Höyüğü ve 30 kilometre doğuda Tarsus Gözlükule Höyüğü bulunmaktadır.
Höyükle ilgili ilk araştırmalar, 1937-1939 yılları arasında İngiliz arkeolog John Garstang ve ekibinin tarafından yapıldı. Höyüğün batısında bulunan Müftü Deresi’nin yarattığı taşkınlarda tahrip olan kesitlerde Neolitik döneme ait küçük buluntulara rastlamalarıyla, höyükte arkeolojik kazılar yapıldı. Aynı ekip, 1946-1947 yıllarında bilimsel kazı çalışmalarına tekrar başlattılar. 1993 yılında, Kültür Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veli Sevin başkanlığında yeniden başlatılan kazı çalışmaları, 2001 yılından itibaren, Lecce Üniversitesi’nden Dr. Isabella Caneva tarafından devam ettirilmektedir. Bu çalışmalar, hala aynı İtalyan ekip tarafından devam edilmektedir.
Höyükteki ilk bulgular, Neolitik Dönem (MÖ 8000-5500) çiftçilere aittir. Artık avcılık ve toplayıcılıktan ziyade yerleşik hayata geçen Yumuktepe sakinleri, taş temeller ve kerpiç duvarla örülen evler oturdular ve içlerinde taş platformlar muhtemelen ocak işlevini olan yerler yaptılar. Ele geçen hayvan kemiklerin çoğu koyun, keçi, seyrek olarak da sığır ve domuza aittir. Arkeo-botanik analizler sonucunda, Akdeniz’de zeytinin ve incirin ana vatanının bu bölge olduğu, üzümün ise daha geç dönemde buraya geldiği tespiti yapıldı. Tahıllar, baklagiller (mercimek, bezelye ve burçak) ve meyvelerin (zeytin, incir, Antep fıstığı vb.) bulunduğu zengin bir tarımsal içeriğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. İlk dönemlerden itibaren, en erken çanak-çömlekler küçük, kalın çeperli, perdahlı ve devetüyünden, koyu kahverengine değişen seramikler yapıldı. Aletlerde özellikle, tipik örnekleri delgiler olan obsidyen (volkanik siyah cam), farklı delgiler ve çeşitli spatulalardan oluşan kemik objeler ele geçmiştir. MÖ beş binden itibaren ise, höyük tepesinde surlarla kuşatılan kale duvarı (stadel), yamaçlarda ise evlerin teraslar üzerine yerleştirildi. Hititler Dönemi’nde de höyükte güçlü duvarların yapıldığı anlaşıldı. Bu duvarlar MÖ 1200 yıllarına kullanılmış ve bir yangınla buranın son bulduğu tespit edildi. MÖ VI. yüzyılın ortalarından itibaren bölgedeki Pers (İran) hakimiyeti, buradaki yaşamı zayıflattığı kazılardan anlaşılmaktadır. Klasik (MÖ 480-330), Hellenistik (MÖ. 330-30) ve Roma Dönemi’yle (MÖ. 30-MS 395) ilgili bilgiler son derece kısıtlıdır. Mersin Üniversitesi’nde Murat Durukan’a göre, Perslerin baskısıyla Zephyrion, daha sonra bugünkü Mersin kıyı bandına (Kültür Merkezi yakınında) taşındığı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla, Yumuktepe’nin bilinen ilk isminin Zephyrion olduğu anlaşılmaktadır.
Ortaçağ’da bir kale olduğunu anlaşılan Yumuktepe’de buluntular yardımıyla MS XI.-XIII. yüzyıllar arasına tarihlendirilen üç yapı katına rastlandı. Buradaki yapının altında haç, cam koku şişesi, cam bardak, seramik bardak ve kase gibi ölü hediyeleri bırakılmış mezarlar olduğu görüldü. Üst bölümün bir kilise olduğu anlaşıldı. Bu buluntular sayesinde, Ortaçağ yapı katlarında ele geçen buluntular, Yumuktepe’nin Batı Anadolu, Ege ve Suriye-Filistin bölgesiyle yakın ilişkiler içinde olduğunu anlaşıldı. Yumuktepe Höyüğü’nde ele geçen kazı buluntuları Mersin Müzesi’nde sergilenmektedir. Yumuktepe Höyüğü’ne gelen ziyaretçi sayıları henüz tutulmadığından istenilen bilgiye sahip değiliz.
Referanslar
Caneva A. (1998). 9000 Years Ago Yumuktepe. 1993-1997 yılları arasında 5. Yılında Yumuktepe. İçinde, K. Köroğlu, Editör, The V. Aniversary of the Excavations at Yumuktepe, (ss. 9-12). İstanbul: Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları; Durukan, M. (2015). Mersin’den Tarsus’a Kilikia Kıyılarındaki Kayıp Kentler. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları; Köroğlu, G.,(2004). Yumuktepe in the Middle Ages, Mersin Yumuktepe A Reappraisal (pp.103-132). Lecce: Università degli Studi; Sevin, V., & Köroğlu, K., (2004). Late Bronze Age at Yumuktepe: New evidence from Step-Trench South. Mersin Yumuktepe A Reappraisal (pp.73-83). Lecce: Università degli Studi.