-
2020
Türk kültüründe yemek olgusu beslenme gereksiniminin karşılanmasının yanı sıra birtakım inançların tezahürü ve sosyalleşmenin bir aracı olarak görülmektedir. Bu kapsamlı gastronomi anlayışı çok boyutlu kültürel bir yapı içinde farklı tarihsel dönemlere göre tasnife tabi tutulduğu gibi çeşitli sosyal gruplarla ilgili olarak da değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda Osmanlı tekke kültürü, farklı etnik ve kültürel referanslara sahip olsa da Osmanlı Devleti’nin geniş coğrafyası içinde Türk töresinin ve İslamî düşüncenin izlerini taşımanın yanında çeşitli dünya mutfakları ve yerel mutfakların da aynı potada eridiği sistematik bir bütünlük oluşturmaktadır. Bu birikim tasavvufî düşünce ekseninde Yesevîlik, Bektaşîlik, Mevlevîlik ve Ahîlik gibi dinî grup ve tezahürlerin şekillendirdiği birtakım tarikat erkân ve adabıyla da bağlantılıdır.
Türk kültüründe sofra açarak yedirmek her dönemde önemsendi. İslamlaşma sürecinde kurulan sofraların Halil İbrahim Sofrası olarak karşılık bulması, Türklerin misafirperverlik anlayışları ile örtüşerek daha da güçlendi. Misafirlere, yolculara ve muhtaçlara sofra kurmak, sofranın bereketini arttıran bir husus olarak görülmektedir. Bunun yanı sıra söz konusu faaliyet Mevlevîlik ve Bektaşîlik gibi derviş terbiyesinin mutfaklarda yapıldığı tarikatlarda toplumsal birliktelik ve kolektif şuuru besleyen bir eğitim süreci olarak değerlendirilmektedir. Anadolu’nun kolonizasyonu sürecinde tekkeler sosyal ve kültürel birtakım önemli işlevler üstlendi. Bu süreçte yolcuların iaşe ve ibatesi de tekkeler tarafından temin edildi. Bu bakımdan tekkeler çoğunlukla külliye formunda teşekkül ederken, merkezî imaret veya aşevi ile birlikte cami, türbe, kütüphane, derviş hücreleri, sebil, fırın ve hamam gibi farklı ünitelerden oluşan kompleks yapılar ortaya çıktı. Bu form, Osmanlı döneminde de geliştirilerek korundu. Yolcular imaretlerde konaklama ve beslenme ihtiyaçlarını karşılarken aynı zamanda tekkelerdeki manevî iklimden istifade etti. Güvenli bir sığınak olarak görülen tekkeler, günün her saati açık olan mutfaklarından Baba Çorbası ile yolcuların yemek ihtiyaçlarını karşıladı.
Tekke mutfağı tekke içindeki ziraî üretim ve zanaat faaliyetleri ile ilişkili olarak tekkenin üretim araçlarının kullanımına yön veren merkezî bir birim olarak görüldü. Bu doğrultuda tekke mutfağı, bazı tekkelere ait vakfiyelerin de en önemli unsurlarından sayıldı. Tekke mutfağının diğer bir işlevi tekke hiyerarşisinde birtakım görevlerle bağlantılı dinî bir organizasyon oluşturmasıdır. Bu doğrultuda mutfak mihverinde belirginleşen kolektif bellek, ortak bir mekân ve sembolik anlam dünyası oluşturarak geçmiş birikimi, yaşatılan ritüeller şeklinde canlı tutmaktadır. Bu ise -geleneksel referanslara bağlı kalındığı müddetçe-, ocak, ağaç, su, yas töreni, evlilik, ölü aşı, kurban, adak, nazar, sihir, büyü, geyiğin uğuru, tavşanın uğursuzluğu gibi inanış ve gelenekler etrafında ortak bir kültürden beslenen sosyal bir yapı ve cemaat inşa etmektedir. Bu bakımdan Anadolu tekke mutfağı, Hz. Peygamber’in yemek yedirme ve ikram ile ilgili teşviklerini referans almasının yanında Eski Türk kültürü ve Yesevî geleneğinden de izler taşımaktadır.
Tekke mutfağının yiyecek kompozisyonu, aslında tarikat hayatındaki çok boyutlu kültürel kodların birbirini tamamlayan karmaşık bir birleşimidir. Bu yapı, mit ve ritüel bakımından iç içe geçmiş temsillerle dolu bir dil oluşturmaktadır. Bu çerçevede tekkelerde önem verilen simge ve sembollerin, birçok defa bir arketipe dayalı olarak yemeklerle ilişkili olduğu görülmektedir. Girift ve senkretik bir tasavvur içinde yiyecekleri ve besinleri mitolojik ve sembolik birer figür olarak kullanan Osmanlı tasavvuf düşüncesi, tarikat merasimlerinde de yemekle bağlantılı unsurları kullandı. Buğday, kurban, aşure, helva, tuz, bal, süt, su, hurma, zerde ve ayran gibi yiyeceklere ve ocak, kazan ve şamdan gibi birtakım mutfak eşyasına yüklenen ayinsel görevler ve sembolik değerler bu görüşü destekler niteliktedir. Dervişlerin tasavvurundaki aşure ile ilgili yaklaşım buna örnek teşkil eder. Aşure tatlısının tarikatların temel parametreleri hâline gelen bazı inanışların ve tekke geleneğinde yer edinmiş önemli tarihsel olayların izdüşümü olduğu bilinmektedir.
Hz. Ali’nin doğum günü olarak kabul edilen Nevruz’un uzun merasimlerle kutlanmasında olduğu gibi, dinî ritüellerdeki bazı besinlerin farklı inançlarla veya kutsal figürlerle birleştirilmesi, söz konusu yiyecekler etrafında çeşitli inanç ve kültürlerden etkilenildiğini göstermektedir. Osmanlı tekkelerinde aynı eğilimin bir yansıması olarak bu gibi merasimlerde yemeğe yüklenen değer, gıdalara besin değerinin yanında inançla ilgili bir kutsallık atfedildiğini göstermektedir. Bu çerçevede tasavvuf düşüncesinde âlem tasavvuru ve kozmogonisi ile bağlantılı olarak, yiyeceklerle toplumsal bellekte yer edinmiş olaylar ve inançlar arasında kurulan bağ, İbnü’l-Arabî, Abdülkerîm el-Cîlî, Yunus Emre ve Niyâzî-i Mısrî gibi sûfîlerin eserlerinde görülmektedir. Bu bakımdan tasavvuf düşüncesinde gıda, varlık mertebesindeki en yüksek değer olarak kabul görmekte, öyle ki besin feleği hayat feleğinden daha kapsamlı sayılmaktadır. İbnü’l-Arabî’ye göre Hak, mevcudatın müsebbibi ve ilk gıdası olarak kabul ediir ve ilk olarak Hak ile birlikte bulunan temiz besinin, ontolojik ve metafizik bir değer taşıdığı düşünülür. Bu düşünce sisteminde vücudun iyi beslenerek ruhun temiz kalması Hakk’a ulaşmanın bir vesilesi olarak görülmekte ve dolayısıyla bütün temiz gıdalara bir kutsallık atfedilmektedir. Bu çerçevede dinî hükümlerin yanında toplumsal kabullerde yiyeceklerin meşruiyetini veya mubahlığını belirleyen veya onları yasaklı ve tabu konumuna getiren folklorik, siyasî ve coğrafî pek çok faktörün olduğu anlaşılmaktadır. Yeniçerilerin zerdeye karşı tavırlarının arkasında böyle bir tutum yatmaktadır.
Tekke ritüellerindeki uygulamaların pek çoğu -İbrahim Peygamber’in Allah’a verdiği sözü tutmak için oğlu İsmail’i kurban etme girişiminin, kurban ibadeti için arketip oluşturmasına benzer şekilde- belli arketiplere dayandırılmaktadır. Örneğin Bektaşî tarikatında 12 postun her biri, Aşçı Postu: Seyyid Ali Sultan, Etmekçi Postu: Balım Sultan, Kilerci Postu: Şahkulu Hacım Sultan, Kurbancı Postu: Hz. İbrahim, Mihmandar Postu: Hızır Aleyhisselâm gibi büyük tarihsel şahsiyetlere bağlanmaktadır. Osmanlı tekke kültüründe var olan yemeklerin teşekkülünde dinî gerekçelerinin yanı sıra bu yemeklerin benimsenmesi, hazırlanışı, sunumu ve tarikat merasimlerinde yer almasında hayat tarzı, ekonomik üretim enstrümanları gibi karmaşık sosyal, siyasî, ekonomik, hukukî ve coğrafî pek çok yapı etkili oldu. Osmanlı tekke edebiyatında şiir, nesir, sımâtiye ve menakıbnâmelerde tasavvufî alegorik dilin oluşmasında yemeğe dair unsurlar çokça kullanıldı.
Osmanlı tekkeleri sadece mistik ritüellere ev sahipliği yapan yerler değildir. Ayrıca tekke mutfakları, haftalık ayinler, kandil geceleri, helva sohbetleri ve aşure cemiyetleri gibi özel münasebetlerde dervişler, misafirler ve yoksullar için yemek pişirilen mekânlar olarak sosyalleşmek için bir zemin oluşturmaktadır. Osmanlı tekke mutfağı, hayatın pek çok farklı alanına tekabül eden uygulama ve faaliyetlerin de odağındadır. Bu yönüyle bu tekkeler, vakıf hizmetleri, ziraat faaliyetleri, kendi ölçüleri içerisinde sınaî üretim şekilleri, istihdam alanları, vergi boyutu ve sosyal yardım işlevleri itibariyle kapsamlı bir sosyal yapı oluşturmaktadır.
Referanslar
Ahmed Bedreddin Halvetî Sırrı Rıfaî Alevî. (Tarihsiz). Risâle-i Lâhûtiye-Bektaşi Tarikatı’na Ait Usul Âdâb Ayinler Mecmuâs. Süleymaniye Kütüphanesi, İzmirli İsmail Hakkı, no. 1243, 37 varak; Evliya Çelebi. (1970). Seyahatnâme. İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi; İbnü’l-Arabî, Muhyiddîn Muhammed b. Alî. (2013). Mevâki‘u’n-Nucûm. Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye; İmam Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed. (2010). İhyâu Ulûmi’d-Dîn. Şam: Dârü’l-Feyhâ, 6 cilt; Yesevî, Ahmed. (2016). Dîvân-ı Hikmet. Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Yayınları.
Ayrıntılı bilgi için bakınız
Gündüzöz, G. (2015). Bektaşi Kültüründe Yemek Motifi. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.