Antakya Hipodromu ve Çevresi Kazısı

ARKEOLOJİK KAZI VE YÜZEY ARAŞTIRMASI Yüzey Araştırması Festival DOĞAL VE KÜLTÜREL MİRAS Tapınak Kurtarma Kazısı Saray Yarışma Arkeoloji Etkinlik Merkezi Hipodrom

(Antakya, 1932 - )

Antikçağ’ın en önemli metropollerinden biri olan Antakya, Hellenistik Doğu’nun hem siyasal hem de kültürel açıdan önem taşıyan kentlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, kentin kalbinde yer alan Hipodrom ve çevresi, Antik dönem mimarisi, şehir planlaması ve sosyal yaşamını anlamada büyük öneme sahiptir. Antiokheia kenti, MÖ 300 yılında Seleukos İmparatorluğu'nun kurucusu I. Seleukos Nikator tarafından, babası Antiokhos’un onuruna kurulmuştur. Kent, Keldağ’ın (antik kaynaklarda Cassius; Arapça Cebel-i Akra) kuzey uzantısında yer alan Habib Neccar Dağı’nın (antik adlarıyla Silpios ve Staurin) kuzeybatı yamaçları ile Asi Nehri’nin (antik dönemde Arantu, Orontes veya Aksios) iki yakası üzerine kurulmuştur. Antiokheia adını taşıyan diğer yerleşimlerle karıştırılmaması amacıyla kentin adı sıklıkla coğrafi tanımlamalarla birlikte kullanılmış; bu bağlamda “Antiokheia ad Orontem” (Asi Nehri kıyısındaki Antakya) ya da “Daphne’deki Antiokheia” (Defne’deki Antakya) gibi ifadeler tercih edilmiştir. Roma ve Bizans dönemlerinde ise kentin önemi giderek artmış, özellikle MS 4. yüzyıldan itibaren “Büyük Antakya,” “Doğunun Tacı” ve “Doğunun Kraliçesi” (Orientis Apicem Pulchrum) gibi nitelendirici ünvanlarla anılmıştır. Türkçe diline de Arapça Al Antakiyye kelimesinden türetilerek Antakya şeklinde geçmiştir.  

Antakya ve çevresine yönelik ilk sistematik arkeolojik kazılar, 1932–1939 yılları arasında, Princeton Üniversitesi Sanat ve Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Charles Rufus Morey’nin başkanlığında, Princeton Üniversitesi ile Louvre Müzesi iş birliğinde oluşturulan Fransız-Amerikan ortak kazı heyeti tarafından gerçekleştirilmiştir. “Antakya ve Çevresi Kazıları Komitesi” adıyla yürütülen bu çalışmalar, bölgenin antik kent dokusunun belgelenmesi ve arkeolojik mirasının gün yüzüne çıkarılmasına yönelik ilk bilimsel girişimlerden biri olarak kabul edilmektedir. Paris Louvre Müzesi ve dört Amerikan müzesinin desteğiyle yürütülen bu çalışmalarda, William Alexander Campbell, 1932-1939 yılları arasında Antakya kazılarında saha direktörü olarak görev yapmıştır. Özellikle 1932-1935 yılları arasında Antakya Hipodromu’nun kazısını yönetmiştir. 2004 yılında Antiokheia’nın kentsel yayılım alanını belirlemeye yönelik yüzey araştırmaları gerçekleştirilmiştir. Ardından ikinci dönem kazı çalışmaları olarak adlandırılan çalışmalar ise 2011 yılında Hatay Arkeoloji Müzesi başkanlığında başlatılan kurtarma kazılarıyla yeniden gündeme gelmiştir. Bu çalışmalar, 2012 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla sistematik kazılara dönüştürülmüştür. 2013 yılından bugüne kadar kazı alanındaki çalışmalar Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hatice Pamir başkanlığı tarafından yürütülmektedir. Kazılar, Hipodrom ve Tapınak alanlarını kapsamakta olup, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Hatay Arkeoloji Müzesi ve Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi işbirliğiyle sürdürülmektedir. Ayrıca, çeşitli dönemlerde bölgesel ve uluslararası akademik kurumlar tarafından teknik destek sağlanmaktadır. 

Antakya Hipodromu, antik Antiokheia kentinin çekirdeğini oluşturan ve günümüzde “Ada” mevkii olarak bilinen bölgede konumlanmaktadır. Asi Nehri'nin doğal kollarıyla çevrili olması nedeniyle bu alan, tarihsel olarak “Ada” adıyla anılmıştır. Antiokheia kentinin kuruluşundan itibaren MS VII. yüzyıla kadar kentin çekirdeğini oluşturan Ada Mevkii, söz konusu dönemde merkezi yerleşim alanı olarak önemini korumuştur. Ancak MS VIII. yüzyıldan itibaren başlayan siyasi ve toplumsal dönüşümler, bu alandaki kentsel dokunun çözülmesine ve imar faaliyetlerinin büyük ölçüde sona ermesine neden olmuştur. Bu süreçle birlikte, kentsel yoğunluk bugünkü Antakya yerleşimine kaymış ve antik kent merkezi kırsal bir nitelik kazanmaya başlamıştır. 1950’li yıllardan itibaren nüfus artışı ve hızla gelişen modern yapılaşma, antik yerleşimin izlerinin büyük oranda göz ardı edilmesine ve modern kent dokusu içinde kaybolmasına yol açmıştır. Ancak 1980’li yıllarda alınan koruma kararları ile antik kentin sınırlı bir bölümünü kapsayan Ada Mevkii’ndeki hipodrom kalıntılarının bulunduğu alan 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescillenmiştir.

Antakya Hipodromu'nun MS I. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. Antakya, bu dönemde Roma İmparatorluğu’nun doğu vilayetlerinde en önemli kentlerden biri konumundadır. Kentte bulunan tiyatrolar, stadyumlar ve hamamlar gibi yapılar, imparatorluk ideolojisinin halk üzerindeki etkisini güçlendirmek amacıyla inşa edilmiştir. Hipodrom da bu amaca hizmet eden simgesel yapılardan biri olarak değerlendirilmektedir. Hipodromun inşası Roma dönemine tarihlendirilmekteyse de bölgedeki yerleşimin kökenleri Hellenistik döneme kadar uzanmaktadır. Roma’daki Circus Maximus başta olmak üzere, imparatorluk genelindeki diğer circus yapılarından esinlenen bu hipodrom, atlı araba yarışları gibi etkinliklere ev sahipliği yapmıştır. Hipodrom 492,5 metre uzunluğu ile dikkate değer boyutlara sahiptir. Yarış alanını ikiye bölen spina 283,3 metre uzunluğunda olup opus caementicium (Roma’ya özgü beton yapı tekniği) kullanılarak inşa edilmiştir. Oturma sıraları iki katlı ve tonozlu galeriler üzerinde yer almaktadır. Hipodromun kapasitesinin yaklaşık 80.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. 

Ada Mevkii olarak bilinen alanda yapılan çalışmalar, kentin Hellenistik ve Roma dönemlerine ait kamusal yapılaşma düzenini ortaya koymaktadır. Hipodromda, Bizans dönemi stadyumu, beş hamam yapısı (A-E), atriumlu ev (avlulu konut), kule yapıları ve muhtemel bir saray kompleksi gibi mimari kalıntılar tespit edilmiştir. 2011-2021 arasında yapılan çalışmalarda, hipodrom alanı ve çevresi özellikle doğu cavea (doğu tribün bölümü), spina (yarış alanını boydan boya bölen uzun orta duvar) ve Porta Triumphalis (zafer kazananların geçtiği anıtsal kapı) bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Bu alanda bulunan mozaik tabanlar başta Hatay Arkeoloji Müzesi olmak üzere dünyada çeşitli müzelerde sergilenmektedir. Antakya Hipodromu ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda dört ayrı yerleşim tabakası belirlenmiştir. Bu tabakalar, alanın uzun süreli ve çok katmanlı kullanım geçmişini ortaya koymaktadır.

Birinci Tabaka

Bu tabaka, Geç Roma ve Bizans dönemlerine tarihlenmektedir. Burada; seramik parçaları, mermer kaplama ve süsleme elemanları, pişmiş topraktan su boruları ile gündelik kullanım kaplarına ait kalıntılar bulunmuştur. Bu buluntular, alanda Geç Antik Çağ’a ait yerleşimlerin, özellikle de konutların varlığına işaret etmektedir. Ayrıca halka formundaki bronz kandil askılıkları, Bizans dönemine özgü polykondoleon tipi aydınlatma araçlarının kullanıldığını göstermektedir. Polykondoleonlar, o dönemde iç mekân aydınlatmasında kullanılan yenilikçi yöntemlerden biridir. Seramikler, Hellenistik dönemden Geç Roma’ya kadar uzanan bir çeşitlilik göstermekte olup, en yoğun olarak MS V. ve VI. yüzyıla ait örnekler yer almaktadır. Bu durum, bu dönemin alandaki en yoğun kullanım evresi olduğunu düşündürmektedir. Sikke buluntuları da oldukça önemlidir. En erken örnek, MÖ II. yüzyıla ait Alexander Balas dönemine aittir. Diğer sikkeler ise MS III. yüzyıldan VI. yüzyıla kadar olan dönemi kapsamaktadır. Bu da alanın yaklaşık 700 yıllık bir kullanım geçmişine sahip olduğunu göstermektedir.

İkinci Tabaka

Bu tabaka 83.80–83.40 metre kotları arasında yer almaktadır. Çatı kiremitleri ve künk parçalarının yoğunluğu dikkat çekmektedir. Bu durum, alanın yoğun bir yapılaşma ya da yıkım sürecinden geçtiğini düşündürmektedir. En dikkat çekici buluntu, küçük bir alanda yoğunlaşmış halde Geç Roma ve Bizans dönemlerine ait bulunan 48 adet bronz sikkedir. Bu durum saklama ya da terk edilme durumunu akla getirmektedir. Seramikler arasında Hellenistik Dönem’e ait önemli parçalar yer almaktadır. Özellikle kalıpla üretilmiş kaseler, kırmızı astarlı ve dışa doğru açılan ağızlı açık kap parçaları ile siyah astarlı kaplara ait ağız kısımları Erken-Orta Hellenistik döneme tarihlenmektedir. Günlük kullanım kapları arasında terra sigillata örneklerinin de bulunması, bu tabakada yerel ve ithal seramiklerin birlikte kullanıldığını ve alanın uzun bir zaman diliminde işlev gördüğünü göstermektedir.

Üçüncü Tabaka

Bu tabaka hem işlevsel hem de kronolojik açıdan oldukça karışık bir yapı sergilemektedir. Burada MS I–II. yüzyıllara ait, dış yüzeyi oluklu ve gövdesi küresel formda pişirme kaplarına rastlanmıştır. MS IV. yüzyıla ait kalıpla yapılmış bir kandil parçası öne çıkan buluntulardan biridir. Bu tabakadan toplam 119 adet sikke bulunmuş olup, büyük çoğunluğu korozyona uğramıştır. Bu yoğunluk, alanın uzun süreli kullanıldığına işaret etmektedir. Seramik buluntular arasında az sayıda da olsa MÖ I. yüzyıla ait Geç Hellenistik dönem kapları olan Pergamene Ware örnekleri dikkat çekmektedir. Bu seramikler, kırmızı astarlı yüzeyleri ve iç kısımdaki dairesel bezemeleriyle Erken Hellenistik dönemin ikinci yarısına kadar uzanmaktadır. Ayrıca MÖ Geç III. yüzyıl ile MÖ II. yüzyıl ortalarına tarihlenen seramik örnekleri de belirlenmiştir. Tüm bu çeşitlilik tabakanın karışık bir yapıya sahip olduğunu göstermekle beraber tabakanın Geç Antik Çağ’da en aktif şekilde kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Dördüncü Tabaka

Bu tabaka, Antakya Hipodromu’nun temel yapısıyla ilişkilendirilen en erken evredir. Hipodromun inşa ve kullanım sürecine ait izleri barındırmaktadır. En önemli buluntular arasında yer alan sikkelerden en erkeni, MS 114–117 yıllarına ait Trajanus dönemine aittir. Bu sikke, hipodromun inşa tarihine dair önemli bir veri sunmaktadır. Seramik buluntular ise Erken Hellenistik Dönem’in ikinci yarısından MS IV. yüzyıla kadar geniş bir zaman dilimini kapsamaktadır. Ancak bu seramikler oldukça karışık halde ele geçmiş olup, alanın önceki dönemlerde kazılmış ya da farklı zamanlara ait toprakların taşınmış olduğunu düşündürmektedir. Bu durum, hipodromun inşası sırasında alandaki daha erken kültürel katmanların bozulduğunu ya da yeniden düzenlendiğini göstermektedir. Dolayısıyla bu tabaka hem hipodromun erken yapılaşma evresini hem de öncesine ait yerleşim izlerini bir arada barındırması açısından önemlidir.

Antakya’da Daphne (Harbiye), Seleukia Pieria (Samandağ),  Aççana Höyük - Alalah, (Antik Alalakh Kenti), Al-Mina ve Amik Ovası gibi birçok arkeolojik alan yer almaktadır. Ayrıca, Antakya’nın kırsal alanları da çeşitli yüzey araştırmaları ile belgelenmiştir. Kazılardan elde edilen buluntular Hatay Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Deprem riskine açık bir bölgede yer alan hipodrom alanında koruma çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Alanın turizme kazandırılması yönünde çeşitli projeler gündeme gelmekte ancak arkeolojik ve kentsel mirasın dengeli korunması gerektiği vurgulanmaktadır.

Referanslar

Campbell, W. A. (1934). Excavations at Antioch-on-the-Orontes. American Journal of Archaeology, 38(2), 201-206 ; Pamir, H. (2011). Antakya’nın İlk Çağ Tarihi: Antiokhea Ad Orontes (Asi Kenarındaki Antiokheia ya da Asi Antiokheiası). (Ed. M. Nalan Yastı), Hatay Kültür Envanteri, 1, 21-37, Ankara: Sistem Ofset ; Pamir, H. (2014). Antakya ve Çevresinde Yapılan Arkeolojik Araştırmalar. 2002-12 Antıoch On The Orontes (Ası’dekı Antakya). (Ed. Scott Redford), (çev. Azer Keskin, Tuna Şare), İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları ; Pamir, H. (2014a). Antakya Hipodrom ve Çevresi Kazısı. (Ed. Aynur Özfırat, Çilem Uygun), Hatay Arkeolojik Kazı ve Araştırmaları, 251-274, Antakya: Hatay Life Medya ; Pamir, H. (2015). Antakya Hipodrom ve Çevresi Kazıları 2013. 36. Kazı Sonuçları Toplantısı, Cilt 3, 271–294. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Ayrıntılı bilgi için bakınız

Antakya Hipodromu ve Çevresi Kazılar (2025). https://www.mku.edu.tr/departments.aspx?birim=247 (Erişim Tarihi: 18.05.2025).
The Excavation of Antioch-on-the-Orontes. (2025). https://ochre.lib.uchicago.edu/antioch/ (Erişim Tarihi: 18.05.2025).