Metropolis Örenyeri
Doğal ve Kültürel Miras Antik Kent
Maddeye katkıda bulunan yazarlar:
-
2020
İzmir-Aydın otoyolunun 52. kilometresinde, İzmir’in Torbalı ilçesine bağlı Yeniköy ve Özbey mahalleleri arasındaki bir tepe ve yamaçlarında kurulan Metropolis, antik yazarlar tarafından bir İon kenti olarak anlatılmaktadır. Metropolis Antik Gallesion (Alaman) Dağı eteklerinde kuruludur. Burada bulunan ve Ana Tanrıça ile bağlantılı olduğu anlaşılan kült mağaraları ile kent yazıtlarında görülen Meter Gallesia yani Gallesion Dağını Tanrıçası ifadelerine göre Metropolis adının Ana Tanrıça Kenti anlamına geldiği kabul edilmektedir. Kentin Ephesos’a yakınlığı ve Smyrna ile Ephesos karayolunun üzerinde yer alması bu rota üzerinde ilerleyen seyyahların Metropolis harabelerini görmelerine olanak tanımıştır. İlk olarak 1675-1676 yıllarında J. Spon ve G. Wheler, Torbalı’dan geçerken Metropolis harabelerini görmüştür. Ardından sırasıyla 1828 yılında Francis, V. J. Arundell, 1949 ve 1862 yıllarında C. Texier, 1878 yılında A. M. Fontrier, 1890 yılında W. M. Ramsey, 1904 yılında G. Weber ve 1914 yılında J. Keil ile A.v. Premerstein yazdıkları kitaplarda Metropolis’te gördükleri kalıntılara yer veren en erken araştırmacılardır.
Metropolis antik kentindeki ilk bilimsel kazı ve araştırmalar ise Efes’teki arkeolojik araştırmaları yürüten arkeologların ziyaretleri ile başlamıştır. Kısa süre içinde aynı ekipte yer alan Recep Meriç, Metropolis’te ilk arkeolojik yüzey araştırmalarına başlamıştır. Aynı zamanda doktora tezini oluşturan Metropolis araştırmaları 1982 yılında bir kitaba dönüştürmüştür. 1990 yılından itibaren ise Dokuz Eylül Üniversitesi adına antik kentteki ilk bilimsel kazıları başlatmıştır. Recep Meriç, kazı başkanı olarak görev yaptığı 1990-2007 yılları arasında Metropolis’in kent merkezindeki Bouleuterion (Meclis Binası), Stoa ve Hamam-Gymnasium Kompleksi gibi önemli kamu yapılarının ortaya çıkarılmasını sağlamıştır. Akropolis’te ise kent surlarının batı tarafının ortaya çıkarılması ve Metropolis’in şehirleşme öncesi dönemine dair araştırmaların yapılmasına ağırlık vermiştir. Kentin güney yamacındaki tiyatro yapısın büyük bölümü de R. Meriç başkanlığında ortaya çıkarılmıştır. 2007 yılında Recep Meriç Metropolis’teki kazı başkanlığı görevini Serdar Aybek’e devretmiştir. Kazı başkanlığına başladığı dönemde Trakya Üniversitesi adına bilimsel kazı ve araştırmaları yürüten Serdar Aybek, 2013 yılı itibariyle Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nde görev almakta ve kazı başkanlığı görevini halihazırda sürdürmektedir. İkinci kuşak kazılarda ortaya çıkarılan yapıların başında kentin en büyük ölçekli yapısı olan Roma Hamamı-Palaestra Kompleksi gelmektedir. Bunun yanı sıra, 1000 metrekarelik ölçüsüyle Metropolis’in en büyük sivil konutu olma özelliğini taşıyan Peristilli Ev, Aybek’in kazı başkanlığı yaptığı süreçte ortaya çıkarılmıştır. 2007 yılından bugüne kadar yürütülen çalışmalarda ortaya çıkarılan ya da çalışmaların sürdürüldüğü diğer yapılar arasında Zeus Krezimos Kutsal Alanı, Akropolis’teki Roma dönemi su sarnıçları, tiyatro ve stoa yapıları yer almaktadır.
Bereketli Kaystros (Küçük Menderes) Ovası’na hâkim konumda olan Metropolis’te Erken Tunç Çağı’ndan Ortaçağ’a kadar buluntu tespit etmek mümkündür. Nehrin ve ovanın getirdiği zenginlik çağlar boyunca bölgenin canlı kalmasında etken olmuştur. Antik yazarlar ve tarihçiler Metropolis’in bağcılıktaki ününden ve bunun şehir ekonomisine sağladığı katkıdan bahsedetmektedirler. Kentte gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sırasında rastlanan Nikandros grubu mühürlü amphoraları da, Metropolis’in şarap üretimi ve ihracatındaki aktif rolünü gözler önüne sermektedir. MÖ II. yüzyıla tarihlendirilen bu mühürlü amphora grubunun üretim yerinin Metropolis ve civarı olabileceği konusunda ciddi bulgulara rastlansa da üretim atölyesi henüz kesinlik kazanmamıştır. Grubu temsil eden amphora mühürlerine Batı Anadolu dışında, Ege Adaları ve Atina’da, Karadeniz kıyıları ve İskenderiye başta olmak üzere bazı Akdeniz merkezlerinde rastlanması, Metropolis’in MÖ II. yüzyıl şarap ticaretinde önemli merkezlerden biri olduğunun göstergesi sayılabilir. Bununla beraber kent zeytin ve zeytinyağı üretiminde de ön plandadır. Kentte yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan mimari yapılar ve sanat eserleri kentin sosyoekonomik anlamda da güçlü olduğunu göstermektedir.
Metropolis yakınındaki ilk yerleşim izleri Dedecik-Heybelitepe’de gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda belirlendi. Metropolis’in yaklaşık bir kilometre güneyinde yer alan yerleşimdeki en erken buluntular Geç Neolitik/ Erken Kalkolitik dönemlere tarihlendirilmektedir. Bu alanda tespit edilen obsidyen aletlerin Ege Denizi’ndeki Melos Adası’ndan getirilen hammadde ile üretilmiş olduğu düşünülmektedir. Kentin yaklaşık yedi kilometre kuzeyinde yer alan Bademgediği Tepesi ise Tunç Çağı’nın her üç evresine ait buluntu veren önemli bir merkezdir. 1999 – 2007 yılları arasında gerçekleştirilen kazı çalışmalarında, MÖ XVI. yüzyıl ile MÖ VII. yüzyıl arasına tarihlenen altı yapı katı saptanmıştır. Bu tabakalar genellikle birer saldırı ya da doğal afet neticesinde sonlanmış, her tabakanın sonunda yaşanan boşluk (hiatus) evresinden sonra yeniden yerleşim görmüştür.
Metropolis’in güçlü bir surla çevrili akropolisi, dönemin modern şehircilik anlayışına uygun olarak MÖ III. yüzyılda inşa edilmiştir. Kent, Pergamon Krallığı’nın desteği ile MÖ II. yüzyılda zenginleşmiştir. Bu düzeyi en iyi sergileyen örnekler Tiyatro, Stoa, Bouleuterion, gibi görkemli anıtlardır. Romalı tarihçi Plinius MÖ I. yüzyılda Metropolis’i, Ephesos’un mahkeme bölgesi, yani Conventus’u içinde göstermektedir. Tarihçi Appianos’tan öğrendiğimize göre, Ephesos, Tralleis (Aydın), Hypaipa (Ödemiş) gibi kentlerin yanı sıra Metropolis de MÖ 86 yılında Mithridates’in kısa süreli boyunduruğu altına girmiştir. Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Augustus ile birlikte başlayan barış süreci (Pax Romana) Metropolis’te de hissedilmiştir. Bu süreç kentte bir canlanmaya yol açmıştır. Tiberius dönemine kadar süren refah dönemi MS XVII. yılındaki deprem felaketi ile son bulmuştur. MS XVIII. yılından itibaren depremden zarar gören kentin tekrar yaralarını sarmaya başladığı görülmektedir. MS III. yüzyıl sonlarından itibaren kent ekonomik yönden gerileme içine girmiştir. Bu durum MS VI. yüzyılda Metropolis’in piskoposluk merkezi olarak tanınmasına kadar sürmüştür. Araplıtepe mevkiinde farklı dönemlerde değişikliklere uğramış Bizans Kilisesi, MS VI. yüzyıldan itibaren piskoposluk kilisesi olarak kullanılmış olmalıdır. Türkler’in Anadolu’da giderek güçlenmeleri Bizanslılar’ın savunma yapılarına önem vermelerini zorunlu kılmıştır. Stratejik konumu bir kez daha gündeme gelen Metropolis’de inşa edilen Bizans Kalesi, olasılıkla Laskarisler döneminde (1204-1261) yapılmış ya da büyük çapta onarım görmüştür. Osmanlı kaynaklarında, Torbalı yakınında olması gereken Kızılhisar adlı bir kalenin varlığından söz edilmektedir. Eski Bizans Kalesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir süre kullanılmış, yörede barışın sağlanmasından sonra dağ yamacındaki bu kale yerleşimi işlevini tamamladıktan sonra terk edilmiştir. Yerleşim bugünkü Torbalı’nın olduğu yere taşınmıştır.
Akropolis
Metropolis Akropolis’inde günümüze ulaşan en erken mimari kalıntılar Hellenistik döneme tarihlenmektedir. Ana kayaya oturtulmuş isodomik sur duvarları Akropolis’in tamamını çevrelemektedir. Doğu ve batıdan iki girişe sahip olan Akropolis’in surlarında kullanılan blokların yerel mermer ocaklarından getirildiği tespit edilmiştir. Surların kalınlıkları arazi koşullarına göre bir buçuk metre ile dört metre arasında değişkenlik göstermektedir. Doğu kapının her iki tarafında öne doğru çıkıntılı, kare planlı iki burç yer almaktadır. Her biri yaklaşık altı m² ölçülerinde olan bu burçların Akropolis’in doğu kapısını korumak için inşa edildiği açıktır. Batı kapının güney duvarında ise 14 metrekarelik kare planlı bir kule inşa edilmiştir. Testere dişi şeklinde akropolisi çevreleyen surlar, büyük boyutlu iki sıra mermer bloğun arasının küçük taş ve mıcırlarla doldurularak sağlamlaştırıldığı bir teknik kullanılarak inşa edilmiştir. Bu yöntem Arkaik ve Hellenistik dönem savunma sistemlerinde yaygın olarak kullanılan bir tekniktir.
Akropolis’in batısında Gallesion (Alaman) Dağı, doğusunda ise Torbalı Ovası yer almaktadır. Bu yüzden kentin uğrayabileceği bir saldırının doğudan yani ovadan gelmesi daha muhtemeldir. Dolayısıyla kentin ovada ikinci bir sur hattı ile korunduğu düşünülmektedir. Nitekim Akropolis surlarının kuzeyinde ve güneyinde ovaya doğru inen ikinci bir savunma hattının olduğu görülebilmektedir. Kentin Gallesion Dağı’nın gölgesinde kalan batı bölümü ise dağlar tarafından doğal olarak korunduğundan, tek bir sur hattının bu bölüm için yeterli olduğu düşünülmüş olmalıdır. Yine de, tek sur hattının bu bölümü saldırıya elverişli hâle getirmemesi için batı sur hattı doğuya göre daha kalın inşa edilmiş ve batı kapısı 7x7 metre ölçülerinde bir burç ile desteklenmiştir. Surların yüksekliği konusunda net bir yorum yapmak pek mümkün olmasa da, üst bölümlerin, askerlerin yürüyebileceği genişlikte bir yol olarak tasarlandığı varsayılabilir. Akropolis surları Hellenistik dönemden sonra onarımlar görerek kullanılmaya devam etmiştir.
Akropolis’deki Hellenistik dönem kent planlaması ve inşa edilen yapılar muhakkak dönemin özelliklerini yansıtan anıtsal yapılardan oluşmaktaydı. Burada ele geçen Hellenistik dönem yapı elemanları bu düşünceyi desteklemektedir. Fakat akropolis’in Bizans döneminde yoğun bir biçimde iskân edilmesi sonucunda Hellenistik ve Roma dönemlerine ait yapı elemanlarının başka binalarda devşirme malzeme olarak kullanılması ya da kirece dönüştürülmesi, erken dönem kent dokusunu anlayabilmemizi zorlaştırmaktadır.
Geç Hellenistik döneme ait olan ve üzerinde Ares’e ithaf edilen kutsal alandaki görevli rahip ve hizmetlilerin listesinin yer aldığı bir sütun, burada Ares’e ait bir kutsal alanın varlığını işaret etmektedir. Bunun yanı sıra, mitolojik bir sahne içeren friz bloğu ve farklı mimari bezemelerin yer aldığı yapı elemanları akropolis’teki Hellenistik kent planlamasının izleri olarak değerlendirilmektedir. MS III. yüzyılın sonları ile birlikte Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve ekonomik gücünü kaybetmeye başlamasının olumsuz etkileri Anadolu’nun diğer kentlerinde olduğu gibi Metropolis’de de kendini hissettirmiştir. MS VII. yüzyılda azalan nüfusun çoğu Akropolis’te ikamet etmektedir. Bunun en büyük nedeni Arapların Batı Anadolu’ya kadar ulaşması ve bölgede yaptıkları akınlar sebebiyle halkın kendini Akropolis’in güçlü surları ardına güvende hissetmesidir. Bu bağlamda Akropolis, dönemin mimarlık anlayışına göre yeniden şekillendirilir erken dönem yapılarının yerini değişen siyasi, ekonomik ve dini faktörlerden dolayı daha mütevazı yapılar almıştır. Bu yapılaşma MS XI. ve XIII. yüzyıllarda zirveye ulaşır ve Akropolisin Hellenistik dokusuna ait yapı kalıntıları neredeyse tamamen yok olmuştur. Bu tarihten sonra bölge Türk egemenliğine girmiş ve Akropolis’teki yerleşim son bulmuştur.
Orta Kent
Arkeolojik kazılar Akropolis’e inşa edilmiş görkemli Helen yapılarının yanı sıra, akropolis surları dışında, yamaca inşa edilmiş kamu yapılarının varlığını da ortaya koymaktadır. Bouleuterion, stoa ve tiyatro, kentin Helenistik dokusunun bugüne dek keşfedilmiş birer örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yapılar birbiri ile çağdaştır ve kentte bugüne kadar yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda tespit edilen en erken kamu yapılarını meydana getirmektedir.
Tiyatro
Metropolis tiyatrosu, MÖ II. yüzyılda kentin güney yamacına inşa edilmiş tipik bir Hellen tiyatrosudur. Ana kayanın tıraşlanması ile temeli oluşturulan koilon’un kerkis’leri (oturma basamakları) güneye bakacak şekilde inşa edilmiştir. Hellen tiyatrolarının tipik bir özelliği olan koilon’un bir manzaraya bakacak şekilde inşa edilmiş olması gereksinimi, Metropolis tiyatrosunda Stagnum Pegaseum (Cellat Gölü) manzarası olarak kendini göstermektedir. Tiyatronun Hellenistik kent merkezinin dışında inşa edilmiş olması, dönemin başka bir özelliğini yansıtmaktadır. 4.000 kişilik kapasiteye sahip olan koilon, ortadan bir diazoma ile iki bölüme ayrılmıştır. Alt Theatron’da yedi kerkis üst theatron’da ise 14 kerkis bulunmaktadır. Roma döneminde orkestra zemini gri ve beyaz mermerler ile kaplanırken, orkestra merkezi breccia corallina cinsi kireç taşı ile oval bir formda belirginleştirilmiştir. Sahne binasının beş odası Roma İmparatorluk döneminde inşa edilmiştir. Hellenistik dönem sahne binasının tamamen yenilendiği ve mimari elemanlarının tiyatronun yenileme evresinde devşirme olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Orkestrada, ilk sıradaki oturma basamağının önünde dizili bulunan beş adet proedria (soylu koltuğu), Hellen tiyatro mimarisinin önemli bir unsurdur. Özellikle orkestranın batısında bulunan ve her iki yanında grifon kabartmalarının yer aldığı soylu koltuğu, işçilik bakımından diğer örneklerden ayrılmaktadır. Grifon ve pegasus gibi mitolojik tasvir ve sahneleri proedria’larda görebilmek mümkündür. Fakat Metropolis tiyatrosundaki grifonlu proedria örneğinin kalitesi ve işçiliği tüm Hellen tiyatroları arasında çok önemli bir yere sahiptir. Aslan pençeleri ile süslenmiş diğer dört proedria ise nispeten daha sade olmakla birlikte arka bölümlerinde, Dionysos, Zeus ve Hermes gibi tanrıların atribürlerine rastlanmaktadır. Kabartma olarak işlenmiş olan bu atribürler arasında sarmaşık yaprağı, şimşek demeti ve kerykeion (Hermes’in asası) bulunmaktadır.
Proedria’ların arasında, Koilon’un tam orta aksında Erken İmparatorluk dönemine ait olan silindirik formlu üç adet yazıtlı sunak yer almaktadır. Yazıtlar yoluyla bu sunakların Augustus ve Germanicus’a adandığı anlaşılmaktadır. Sunaklardan ikisi üzerinde üçer adet boğa başı (bukranion) ve bu başları birbirine bağlayan üçer adet girland süslemesi görülmektedir. Girlandların aşağı doğru sarkan bölümlerinin üstüne ise üç farklı tipte rozet bezemesi yer almaktadır. İşçilik bakımından da birbirine benzeyen bu iki silindir formlu sunak üzerindeki yazıtlarda “Eukles’in oğlu Metrodoros bu altarı onun rahibi olarak Caesar’ın torunu, Tiberius’un oğlu Germanicus Iulius Caesar’a adadı” ve “Barıs sağlayan Caesar (Altarı)” yazmaktadır. Üçüncü sunak ise üzerinde barındırdığı değişik hayvan repertuvarı ve kaliteli işçilik örneği ile diğer iki sunaktan ayrılmaktadır. Silindir forma sahip olan bu sunağın üzerinde koç, geyik ve boğa başları girland süslemeleri ile birbirine bağlanmaktadır. Girlandların üzerinde diğer iki sunakta olduğu gibi üç farklı rozet bezemesi yer almaktadır. Koç ve geyik figürlerinin Geç Helenistik dönem sunaklarında görülmesi, bu sunağın diğer iki sunaktan daha erken olabileceğinin bir göstergesi olabilir. Sunak üzerindeki yazıtta Tanrının oğlu kutsal Augustus. İmparator Caesar’a yazmaktadır.
Bouleuterion (Meclis Binası) Akropolis’in doğu yamacında, Orta Kent olarak adlandırılan bölümde yer alan kent meclisi Metropolis’in Hellenistik dönem yapılarından biridir. Kare planlı birforma sahip olan Metropolis bouleuterionu’nun oturma sıraları, tıpkı tiyatrodaki gibi at nalı formundadır ve bir merdiven sırası ile iki bölüme ayrılmış. 16,90 x 17,70 metre ölçülerinde, 400 kişi kapasiteli meclis binasının Pergamon Kralı II. Attalos’un hükümdarlığı zamanına (MÖ 159-138) inşa edildiği düşünülmektedir.
Yapının dış duvarı akropolis surlarındaki gibi isodomik duvar tekniğinde inşa edilmiştir. Binanın mimari özelliklerinin yanında, kazılar esnasında tespit edilen heykeltıraşlık eserleri, yapının önemini gözler önüne sermektedir. Bouleuterion’u tam ortadan bölen Geç Bizans dönemi sur duvarında devşirme yapı malzemesi olarak kullanılan Hestia heykelinin (?), meclis binasının içinde yer aldığı tahmin edilmektedir. Çünkü antik dönem meclis binalarında, birlik, beraberlik ve kentin kötülüklerden korunması için tanrıça Hestia’ya adanmış bir sunak, ocak ya da heykel gibi unsurlara daima yer veriliyordu. Bu bakımdan Ortaçağ duvarının içinden çıkarılan bu heykel Metropolis meclisindeki Hestia kültünü simgeliyor olmalıdır. Metropolis Bouleuterionu’nun tamamen işlevini yitirmesinin ardından, yapının mermer plakalar ile kaplı zemini Ortaçağ’da inşa edilen savunma duvarının kapısı olarak kullanılmıştır. Bouleuterion’un mimari yapı elemanları ve heykeltıraşlık eserlerinin bir bölümü de bu savunma duvarında devşirme yapı malzemesi olarak kullanılmıştır.
Stoa
Bouleuterion’un 10 metre kadar doğusunda yer alan Metropolis stoası, 68 metre uzunlukta, on metre genişlikte, dor stilinde inşa edilmiş bir kamu yapısıdır. Stoa yapıları antik çağ kent planlanmasında önemli bir yer tutmaktadır ve her kentte rastlanması muhtemel örneklerdendir. Kendi içerisinde faklı boyutlarda ve tiplerde karşılaşılan bu yapıların, ticari, sosyal, kültürel ve sanatsal etkinlik gibi amaçlara hizmet ettiği bilinmektedir.
Metropolis stoası, iç ve dış olmak üzere iki sütun sırasına sahip, tek katlı ve iki nefli bir yapıdır. Kentin doğu yamacına inşa edilen stoa’da, yamacın eğimi ve engebeli arazinin olumsuz şartlarından kurtulmak için zemin dolgusu ve şist ana kayanın tıraşlaması gibi yöntemler uygulanmıştır. Orta bölümde çatıyı taşıyan 19 sütun sırası yer alıyor. Bu sütunlara ait tamburlar yivsizdir. En kalın tambur yaklaşık 0,70 metre çapındadır. Tambur çapları yukarı doğru gittikçe daralmaktadır. Dor tipindeki sütun başlıkları en üstteki tambur çapı ile uyumludur. Sütunların taşıdığı metop, friz gibi üstyapı elemanlarına ait parçaların bir bölümü arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Orta bölümdeki 19 adet sütun sırasının yanı sıra, stoanın doğu kenarında 31 adet sütun sırası daha bulunmaktadır. Bu sütunlara ait stylobate bloklarından ve sütun başlıklarından sadece birer örnek günümüze kadar ulaşmıştır. İç bölümdeki düz sütun tamburlarından farklı olarak dış bölümdeki sütunlara ait tamburlar yivlidir ve çapları yaklaşık 10-12 santimetre daha dardır. Bir diğer farklılık da dış bölümdeki sütunların üst sıra tamburlarında görülen yazıtlarıdır. Bu yazıtlarda stoanın inşasına maddi destek sağlayan yurttaşların isimlerine yer verilmiş ve Metropolis stoa’sında sponsorluk faaliyetlerinin belki de en erken örneklerinden birine rastlanmıştır.
Roma İmparatorluğu Döneminde Metropolis
Metropolis’te Roma İmparatorluk dönemine dair ilk izlere MS 17 yılında Batı Anadolu’yu yerle bir eden büyük bir depremin ardından rastlanmaktadır. Kentin Hellenistik dönem kamu yapıları bu depremde hasar görmüş ve buna bağlı onarımlar yapılmıştır. Tiyatro ve Bouleuterion’da bulunan sunaklarda İmparator Augustus ve Germanicus’un onurlandırılmasının bu tamirat süreci ile ilişkili olup olmadığı net değildir. Nitekim depremin gerçekleştiği MS 17 yılında ve ardından başlayan onarım sürecinde İmparator Tiberius idi. MS II. yüzyıl Metropolis’in imar faaliyetlerinin zirveye ulaştığı bir süreçtir. Özellikle İmparator Antoninus Pius döneminde kentte birçok yeni yapı inşa edilmiştir. Bunların arasında kentin bugüne kadar tespit edilen en büyük kamu yapısı Romam Hamamı-Palaestra Kompleksi ve en büyük sivil konutu olan Peristilli Ev yer almaktadır. MS II. yüzyıl sürecinde inşa edilen diğer yapılar arasında ise Hamam-Gymnasium Kompleksi ve Mozaikli Resepsiyon Salonu bulunmaktadır.
Hamam-Gymnasion Kompleksi
541 metrekare ölçülerindeki Hamam-Gymaniusm kompleksi Helenistik dönemde hamam arazisinde bulunan ve depremde yıkıldığı düşünülen gymnasium ile birlikte planlanmış. Ancak gymnasium bölümünün hamamın sonraki evrelerinde farklı işlevler kazanarak gymnasium özelliğini yitirdiği tahmin edilmektedir. Hamamın girişinde yer alan biri havuzlu olmak üzere yan yana sıralanmış dört odanın gymnasium için ayrılan mekânlar olduğu düşünülmektedir. Bu odaların sonradan apodyterium’a (soyunma odası) dönüştürülmüş olduğu düşünülmektedir. Yapı tıpkı stoa gibi eğimli bir araziye inşa edildiğinden insulayı tamamlayan latrine (umumi tuvalet), sarnıç ve diğer servis odaları bir alt terasa inşa edilmiştir. Hamam-Gymnasium’da yürütülen arkeolojik kazılarında bulunan bir yazıta göre hamamın tepidarium (ılık su banyosu yapılan yer) ve caldarium (sıcak su banyosunun yapıldığı yer) bölümüne geçmeden önce probalaneion adında bir ön salon yer almakta ve buradan da aleipterion denilen yağlanma-masaj odasına girilmektedir. Hamamın praefurnium (ocak/külhan), yıkanma ve yağlanma bölümleri oldukça iyi korunmuş durumdadır. Arkeolojik kazılar esnasında hamamın caldarium bölümünün girişinde bir arada bulunan ve MS 272 yılına tarihlendirilen 190 adet sikke, hamamın bir deprem ya da bir saldırı sonucu yıkıldığını işaret etmektedir.
Peristyl Avlulu Ev
2008 kazı sezonunda, antik tiyatronun güney yamacında tiyatro ve şehir merkezi bağlantısını araştırmak amacıyla yapılan kazılarda ortaya çıkarılan peristilli ev şimdiye kadar kent ile ilgili bilinmeyen sivil yaşama ait detayları aydınlatmaya başlamıştır. Evin merkezindeki kare planlı geniş avlu mermer plakalar ile kaplanmış ve her kenarında dört sütun sırası ile çevrelenmiştir. Peristili çevreleyen mekânlar ise renkli duvar resimleri ve zengin buluntuları ile yapının Roma döneminde yaşamış varlıklı bir Metropolisliye ait olduğunu göstermektedir. Peristilli evin kuzeydoğusunda bulunan ve MÖ II. yüzyılın ortalarına tarihlenen bir mezar ile tiyatro arazisinde tespit edilen kaya mezarlar bu bölgenin kentteki erken dönem nekropolis alanı olabileceğini göstermektedir.
Hamam-Palaestra Kompleksi
Hamam-Palaestra Kompleksi zengin mozaikleri ve korunmuş mimari özellikleri ile dikkat çekmektedir. Metropolis’in Roma döneminde nüfus ve yerleşim alanı bakımından genişlediğini gösterten bu kompleksin üç evrede büyütüldüğü ve genişletildiği anlaşılmaktadır. Bölgedeki 2004 yılının kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılan büyük bir tonoz ve hypocaust sistemi ile bağlantılı tubuli ve pillae parçaları, alandaki bu yapının imparatorluk tipi bir therme olduğunun anlaşılmasını sağlamıştır. Bunun üzerine bölgedeki çalışmalara önem verilmiş, yapı ve çevresi kentteki ana araştırma alanlarından biri olmuştur. 2009-2012 yılları arasında hamamın ana bölümlerini oluşturan tepidarium, caldarium, yıkanma havuzları, 40x40 metre ölçülerindeki palestra (spor alanı) ve palestra’yı çevreleyen geometrik desenli mozaikli zemin süslemeleri keşfedilmiştir. Mozaikli galerilere ait arşitrav blokları üzerinde İmparator Antoninus Pius’a ithaf edilen yazıtlar bulunmuştur. 2012-2014 yılları arasında yapılan kazılarla da hamamın yıkanma bölümlerini çevreleyen servis koridorları ve üç nefli, renkli mermerlerle süslenmiş frigidarium bölümü keşfedilmiştir.
Mozaikli Resepsiyon Salonu
Tiyatronun hemen doğusuna MS II. yüzyılda inşa edilen bu yapının duvarlarında geometrik şekilli freskler, zeminde ise renkli tesseralar ile döşenmiş iki panel mozaik süslemesi yer almaktadır. Ana mozaiğin merkezinde, tiyatro, eğlence ve şarap tanrısı Dionysos, karısı Ariadne ile Eros ve Menad figürleri yer almaktadır. Figürler dört mevsimi sembolize eden dört portre şeklinde dizayn edilmişler. Yan panelde ise tragedya ve komedya masklarının yanı sıra, balık ve kuş figürleri konu alınmış. Mozaiklerde ele alınan figürlerden ve mekanın tiyatronun yanı başına inşa edilmesinden yola çıkarak bu yapının tiyatro ile ilişkili bir resepsiyon salonu olduğunu söylemek mümkündür.
Metropolis antik kentinde 30 yıldır yürütülen arkeolojik kazılar sırasında elde edilen buluntular İzmir Arkeoloji Müzesi ve Selçuk Efes Müzesi’nde sergilenmektedir. Metropolis Örenyeri 2014 yılında ziyaretçilere açılmış ve her geçen yıl bir önceki yılın ziyaretçi sayısını geride bırakacak şekilde yukarı yönlü bir ivme ile yerli ve yabancı turistleri kendisine çekmektedir. 2019 yılında Metropolis’i ziyaret eden turist sayısı 20 bin civarındadır.
Referanslar
Aybek, S., Ekin-Meriç, A., Öz, A. K. (2009). Metropolis, İonia’da Bir Ana Tanrıça Kenti, İstanbul: Homer Kitabevi; Aybek, S., Öz, A.K. (editörler) (2010). Metropolis İonia II, Yolların Kesiştiği Yer, Recep Meriç İçin Yazılar, Homer Kitabevi; Aybek, S.; İonia I Heykel (2009). Metropolis’de Helenistik ve Roma Dönemi Heykeltıraşlığı. İstanbul: Homer Kitabevi; Meriç, R. (1982). Metropolis Ionien:Ergebnisse Einer Survey-Unternehmung in der Jahren 1972-1975, Hain: Königstein; Meriç, R. (2003). Metropolis: Ana Tanrıça Kenti. İstanbul: Mas Matbaacılık.
-
2020
İzmir’in Torbalı ilçesine bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri arasında bulunan, ilk yerleşiminin günümüzden 5000 yıl öncesine tarihlendiği bilinen, ana tanrıça kenti anlamına gelen örenyeridir. Metropolis'teki en eski kalıntılar Neolitik döneme kadar uzanıyor. Şehrin adı Metropolis, Anadolu ana tanrıçasına (Metre Gallesia) verilen önemi yansıtıyor ve bu tanrıça nedeniyle şehire muhtemelen bu ismin verildiği düşünülüyor. Şehir MÖ III. yüzyılın sonlarında, Selluokos Krallığı zamanında Lysimachos’un askerleri tarafından, Alaman Dağı’nın eteklerinde kuruldu. Metropolis’teki en eski kalıntılar tepenin üzerinde yer alıyor. Şehir daha sonra alt yamaçlara ve ovalara doğru taşındı.
Metropolis Helenistik dönemde (MÖ I. ve II. yüzyıllar) gelişmiş olup, tiyatro, meclis binası gibi anıtsal kamu yapıları şehre eklendi. Bu dönemde heykeltıraşlık merkezi olarak da bilinen şehir, oldukça önemli sanat eserleri ortaya çıkardı. Roma döneminde gelişimini sürdüren kentte, Atriumlu Evler, Gymnasium, Roma Zengin Evleri gibi yapılar inşa edildi, ayrıca bu döneme ait olduğu bilinen Zeus ve 12 Tanrı tapınakları günümüze kalan önemli yapılardan oldu. Bizans döneminde Psikopozluk merkezi olarak kullanılan kent, XV. yüzyıldan sonra terkedildi. Metropolis Örenyeri içerisindeki önemli yapılar; Atriumlu Evler, Meclis Binası, Hamam-Gymnasium, Peristilli Ev, Mozaikli Salon, Tiyatro, Stoa, Roma Hamamı-Palaestra, Latrina, Akropolis, Araplı Tepe Bizans Kilisesi yapılarıdır.
Şehrin en önemli yapısı olarak, Helenistik dönemin en erken örneklerinden olan Metropolis Tiyatrosu anakayanın oyulması ile yapıldı. Yaklaşık 4000 seyirci kapasiteli, tamamen mermerden yapılan tiyatronun, sahne (skene), oturma sıraları (cavea), orkestra, ön sıradaki soylu koltukları kazılarda ortaya çıkarılan parçalarıdır. Roma döneminde sahne ve orkestra alanı genişletildi, zemin mavi-beyaz mermer ile dekore edildi. Metropolis Örenyeri’nde ilk olarak 1989 yılında Prof. Dr. Recep Meriç başkanlığında, Selçuk Müzesi işbirliği ile Uyuzdere Anatanrıça Kült Mağrası’nda kazı çalışmalarına başlandı. 2006 yılından itibaren kazı başkanlığı görevini devralan Doç. Dr. Serdar Aybek halen Celal Bayar Üniversitesi adına çalışmalarını sürdürüyor.
Referanslar
Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü. (2020). 2019 Yılı Müze ve Örenyeri Ziyaretçi İstatistikleri, http://dosim.kulturturizm.gov.tr/assets/documents/2019-ZIYARETCI-WEB-SITESI.pdf, (Erişim tarihi: 11.04.2020); Fairchild, M. R. (2015). Christians Origins in Ephesus & Asia Minor. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları; İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2019). Tarihi ve Turistik Yerler, Metropolis (Torbalı), https://izmir.ktb.gov.tr/TR-210596/metropolis-torbali.html, (Erişim tarihi: 29.11.2019); Metropolis. (2019). Metropolis Kazısı, https://metropolis.web.tr/, (Erişim tarihi: 10.12.2019).
Ayrıntılı bilgi için bakınız
Metropolis. (2019). Metropolis Kazısı, https://metropolis.web.tr/, (Erişim tarihi: 10.12.2019).