Avrupa Birliği

Yurtdışı Kurum-Kuruluş

Avrupa Birliği, bu maddenin yazıldığı 2020 yılı itibarıyla Avrupa Kıtasında dört milyon kilometrekareyi aşan bir alanda 27 üye devletin yer aldığı (Birleşik Krallık hariç), birleştirdiği topraklarda 24 farklı dilin konuşulduğu, yaklaşık 500 milyon vatandaşın Avrupa üst-kimliği altında toplandığı en kapsamlı ekonomik ve politik bütünleşme örneğidir.

Avrupa kıtasında yeni bir savaşın çıkmasını önlemek amacıyla Avrupa kıtasının batısında yer alan altı devlet (Batı Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, Lüksemburg) tarafından 1951 yılında kurulan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) bugünkü Avrupa Birliği’nin (AB) öncü hareketi olarak kabul edilmektedir. Demir, çelik ve kömür olmak üzere sınırlı ürün grubunda ortak pazarın yaratılmasını öngören AKÇT kısa sürede bir başarı hikayesine dönüştü; söz konusu ürünlerin ticaretinde izlenen hızlı artış çok geçmeden Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) olmak üzere iki yeni topluluğun daha kurulmasına cesaret verdi. Bunlardan EURATOM atom enerjisinin rasyonel üretimi ve barışçıl amaçlarla kullanımı konusuna yoğunlaşırken, AET birleştirdiği halkların yaşam kalitesinin yükseltilmesi amacı doğrultusunda pazar bütünleşmesine odaklandı. Avrupa bütünleşme hareketi sözü edilen toplulukların kurucu antlaşmalarında sistematik olarak yapılan revizyonlarla kademeli olarak gümrük birliğinin, ortak pazarın, ekonomik ve parasal birliğin tesis edilmesi yönünde ilerledi; son dönemde ise siyasi bütünleşme ekseninde mesafe almaya başladı.

Kurucu antlaşmalar, hiç kuşkusuz, AB’nin yasal dayanağını oluşturmaktadır. 1957 yılında Roma’da imzalanan AET Antlaşması birçok kez revize edildi, her revizyonla birlikte Avrupa kıtasındaki genişleme ve derinleşme hareketi daha da ileriye taşındı. AKÇT, AET ve EURATOM antlaşmalarının her birinin kendi özel amaçları mevcuttur. Bununla birlikte, her bir topluluğun esasında nihai hedefi birleştirdiği halklar arasında sıkı bir birlik oluşturmaktır. Aynı amaç doğrultusunda hareket eden bu üç topluluğun kurumları 1968 yılında yürürlüğe giren Füzyon Antlaşması ile birleştirildi ve bunlardan genel olarak söz edilirken Avrupa Toplulukları adı kullanıldı. AET Antlaşması’nın içerdiği takvim çerçevesinde hayata geçirilen gümrük birliğinin beraberinde getirdiği refah artışı yeni devletlerin katılımını teşvik ederek Avrupa Toplulukları 1973 yılında Birleşik Krallık, Danimarka ve İrlanda’nın katılımıyla ilk olarak kuzeye doğru genişledi. 1981 yılında Yunanistan, 1986 yılında ise Portekiz ve İspanya’nın katılımıyla bu kez güneye doğru genişleyen Avrupa Topluluklarının kapsama alanı 12 üye devlete ulaşarak 30 yıllık zaman diliminde üye sayısı ikiye katlandı. Avrupa Toplulukları genişlemenin yanı sıra derinleşme yolunda da önemli gelişmelere sahne oldu. AET Antlaşması’nda yapılan revizyon ile iç pazarı tanımlayıp takvime bağlayan 1986 tarihli Tek Avrupa Senedi en geç 1992 yılının sonuna kadar birleştirdiği devletler arasında malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin hiçbir fiziki, teknik ya da mali engelle karşılaşmadığı bir iç pazarın yaratılmasını öngördü. Tek Avrupa Senedi’nin getirdikleri sadece 12 üye pazarının birleştirilerek tek bir pazara dönüştürülmesiyle sınırlı kalmadı, aynı zamanda o güne kadar Avrupa Toplulukları şeklinde çoğul olarak adlandırılan yapıyı da Avrupa Topluluğu şeklinde adlandırarak tekleştirdi. Bu tür nüanslar detay gibi gözükse de bütünleşme hareketinde kat edilen gelişmelerin sembolik anlatımı olmaları açısından önemlidir. Kendine özgü bu bütünleşme hareketinin adı 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile bir kez daha değişerek o günden bu yana Avrupa Birliği adı kullanılageldi.

Maastricht Antlaşması kendinden önceki kurucu antlaşmalarda köklü değişiklikler yaptı. Bir yandan taraflar arasında ekonomik ve parasal birliğin yaratılması takvime bağlanırken, diğer yandan iktisadi-ticari meseleler, dış işleri ve iç işleri olmak üzere Birliğin kendine özgü üç sütunlu mimari yapısı tanımlandı. Maastricht Antlaşması hükümleri uyarıca; antlaşmaya taraf olan devletler arasında malların, hizmetlerinin kişilerin sermayenin iç pazarda serbest dolaşımda bulunduğu, buna ilave olarak üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesinin ve dış ticaret politikasının uygulandığı; enflasyon oranı, faiz oranı, bütçe açığı, devlet borç stoku göstergeleri bağlamında Maastricht Kriterleri’ni karşılayan ülkelerin ortak bir para birimi kullandığı, kriterleri karşılamayan üye devlet paralarının ise ortak para birimini referans alarak belirli bir bant içerisinde dalgalandığı; ortak dış ve güvenlik politikasının ortak eylem ve pozisyonlar üzerinden hükümetler arası karakterde ilerlediği; adalet ve içişleri alanında işbirliğinin tesis edildiği geniş bir coğrafi alan yaratılmış ve bu coğrafyada yaşayanlara üye devletlerin sağladığı kimlik ve vatandaşlığa ilave olarak Avrupa vatandaşlığı ihdas edildi. Anlaşılacağı üzere, salt bir pazar bütünleşmesinden öteye geçerek çok daha kapsamlı bir görünüm kazanan ve artık Avrupa Birliği şeklinde ifade edilen bütünleşme hareketinin üye sayısı 1995 yılında Avusturya, İsveç ve Finlandiya’nın katılımıyla birlikte 15’e ulaştı.

1990’lar AB’nin kendisini daha çok demokrasi ve insan hakları üzerinden tanımlaya başladığı yıllara işaret etmektedir. Nitekim, 1997 yılında imzalanan Amsterdam Antlaşması bir önceki revizyon sürecinde muğlak kalan konulara açıklık getirirken, demokrasi ve insan haklarına saygıyı AB’ye üyeliğin önkoşulu haline dönüştürdü. Hatırlanacağı üzere, 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasında Doğu ve Batı Almanya birleşerek AB de facto genişledi; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çözülmesiyle birlikte Merkezi ve Doğu Avrupa’daki birçok eski komünist devlet AB üyesi olmak üzere başvuruda bulundu. Siyasi kriterler, ekonomik kriterler ve müktesebata uyum olmak üzere üç başlık altında toplanan Kopenhag Kriterleri yeni katılacak ülkelere üyelik koşullarının neler olduğunu hatırlatırken, 2001 yılında imzalanan Nice Antlaşması yeni katılım sağlayacak devletlerin AB kurum ve organlarındaki temsil şeklini belirlemek suretiyle AB tarihindeki en büyük genişlemenin hukuki altyapısını kurdu. 2004 yılında 10 yeni devletin (Çek Cumhuriyeti, Estonya, Kıbrıs, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya, Slovenya), 2007 yılında ise Romanya ve Bulgaristan’ın katılımıyla 2000’lerin sonunda AB’nin üye sayısı 27’e ulaştı. Son olarak 2013 yılında Hırvatistan 28. üye sıfatıyla AB üyesi oldu. Arnavutluk, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti, Karadağ, Sırbistan ve Türkiye gibi devletler aday ülke sıfatıyla Bosna-Hersek ve Kosova gibi ülkeler ise potansiyel aday ülke sıfatıyla AB’ye üyelik için yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışırken, halkın yarısından fazlasının (yüzde 51,9) üyelikten çekilme yönünde irade beyanında bulunduğu 23. 06. 2016 tarihli referandumu takiben gerçekleştirilen bir dizi müzakere sonrasında Birleşik Krallık 2020 yılının başında antlaşmasız olarak AB üyeliğinden çekildi.

2007 yılında imzalanarak 1. 12. 2009 tarihi itibariyle yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması 1957 tarihli AET Antlaşması’nın günümüze dek geçirdiği evrimin son halkasını oluşturmakta ve 2020 yılı itibariyle 27 devleti bağlamaktadır. Avrupa Birliği Antlaşması (ABA) ve Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma (ABİDA) olmak üzere iki bölümden oluşan Lizbon Antlaşması, Maastricht Antlaşması ile tanımlanan üç sütunlu yapıyı tasfiye ederek AB’ye tüzel kişilik kazandırmış olması ve ayrıca AB Başkanlık makamı ile AB Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği makamını tanımlamış olması hasebiyle AB’yi salt bir ekonomik birlik olmaktan çıkarıp daha ziyade siyasal birlik görünümüne taşıdı. Uluslarüstü ve hükümetlerarası karakterde kendine özgü bir yönetim modeline sahip AB’de her bir politika alanında AB kurum ve organlarına devredilen yetkinin sınırları kurucu antlaşma hükümleri uyarınca belirlenmekte olup, kimi alanlarda düzenleme yapma yetkisi tamamen AB’ye devredilirken, kimi alanlarda yetki AB ile üye devletler tarafından ortaklaşa kullanılmakta, kimi başka alanlarda ise yetki büyük ölçüde üye devletlerde bırakılmaktadır. Lizbon Antlaşması’nın (ABİDA) altıncı maddesi uyarınca, turizm AB düzeyinde destekleyici, eşgüdüm sağlayıcı, tamamlayıcı eylemler alanına dahil edildi. Antlaşmanın (ABİDA) 195. maddesi AB’nin turizm politikasının ana hatlarını çizmektedir. Buna göre; AB kurum ve organları turizm girişimlerinin rekabet gücünü artırıcı tedbirler almakla yükümlü tutuldu. Bu bağlamda, turizm girişimlerinin gelişimi için uygun bir ortam yaratmak ve özellikle de başarılı uygulamaların paylaşımı yoluyla üye devletler arasında işbirliğini desteklemek AB’nin görevleri arasında sıralandı. Üye devletlerin sahip oldukları ulusal turizm politikalarını ve mevzuatlarını uyumlaştırma yetkisine sahip olmayan AB kurum ve organları, tüzük ve yönerge gibi bağlayıcı hukuk normları yerine tavsiye ve ilke kararları ile turizm girişimlerine yol göstermektedir. AB Konseyi, Komisyon, Avrupa Parlamentosu ve istişare organlarının birlikte hareketi ile turizm alanındaki kararlar olağan yasama usulü uyarınca nitelikli çoğunlukla alınmaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar

Mehter Aykın, S. (2015). European Union, İçinde, The Enyclopedia of Sustainable Tourism, Cater, C.; Garrod, B. & Low. T. (editörler.). Oxford, UK: CAB Internationals: 200-202; Mehter Aykın, S. (2012). A Common Tourism Policy for the European Union: A Historical Perspective, İçinde, Controversies in Tourism, Moufakkir, O. & Burns, P.M. (editörler.). Oxford, UK: CAB International: 23–40.