Sultantepe Höyüğü

Doğal ve Kültürel Miras Höyük

Yeni Assur İmparatorluğu’nun Anadolu’daki en büyük ve içerdiği yazılı kaynaklar açısından en önemli yerleşmelerinden biri olarak kabul edilen Şanlıurfa kentinin güneyindeki Sultantepe Höyüğü, il merkezine 16 kilometre, Harran’a 24 kilometre uzaklıkta, eski ismi Haraptar olan Sultantepe Mahallesi’nde yer almaktadır. Harran Ovası’nın en büyük höyüklerinden biri olan Sultantepe’nin taban çapı yaklaşık 520 metre iken yüksekliği 42 metredir. Sultantepe, yazılı kaynaklardan yola çıkarak bazı araştırmacılar tarafından Yeni Assur döneminin (MÖ VIII. – VII. yüzyıllar) Anadolu’daki en önemli şehirlerinden biri olan Huzirina ile eşleştirilmektedir. Anadolu - Mezopotamya siyasi ve kültürel tarihi açısından büyük önem taşıyan Sultantepe’deki ilk kazılar, 1951 yılında İngiliz hafir S.Lloyd ile N.Gökçe tarafından kısa bir sezon olarak gerçekleştirilmiş, 1952’de de bir dizi sondaj çalışması şeklinde devam etmiştir. 1952 sondaj kazılarının en önemli sonucu, 1951 yılında höyüğün kuzey-doğusunda tespit edilen ancak zamanın sınırlı olması nedeniyle ortaya çıkarılamayan tabletlerin 10x7 metre boyutlarındaki bir sondajla açığa çıkarılmasıdır. Tabletler, höyüğün kuzey-doğusunda yer alan F Alanı’nda, bir metre kalınlığında kerpiç bir duvara dayalı olarak gelişigüzel bir şekilde istiflenmiş halde bulunmuştur. Tabletler, bir tabletin kolofon kısmında geçen isminden dolayı Kurdi-Nergal Evi olarak adlandırılan, taş ve pişmiş tuğla döşemeli açık merkezi bir avlu ve bununla bağlantılı üç küçük odası olan özel mülkiyet bir konutta ele geçti. Tabletlerin, bazı kolofon kısımlarında belirtildiği üzere, bu evde ailesiyle birlikte oturan Tanrı Zamama’nın tapınak rahibi Kurdi-Nergal’e armağan edilmek için hazırlanmış oldukları önerilmektedir. 1951-52 yıllarında sürdürülen İngiliz-Türk ortak kazıları sırasında yerleşimin sur duvarları, höyüğün güneybatısında toprak üzerinde gözlenen bazaltyapımı dev sütun altlıklarından yola çıkarak anıtsal giriş kapısı belirlenmiştir. Adı geçen mimari kalıntıların, diğer Assur yerleşmelerine dayanarak krali bir sarayı veya bir tapınağı işaret ettiğini söylenebilir. Sultantepe örneğinde ise tablet arşivinin de içinde yer aldığı bir tapınak kompleksi söz konusu olmalıdır. Nitekim büyük olasılıkla Ay Tanrısı Sin’e atfedilen tapınağın kütüphanesine veya daha sonra ortaya atılan bir başka öneriye göre tapınak kâtiplerinin okuluna ait olduğu düşünülen yaklaşık 600 adet tüm ve tüme yakın tabletlerden, sadece tek bir küçük örnek hariç hiçbiri pişirilmemiş kil tablet, Sultantepe Höyüğü’ndeki yazılı kaynak zenginliğini göstermesi adına çok önemlidir. Anadolu’da Yeni Assurca tablet veren birkaç höyükten biri olması Sultantepe’nin ön plana çıkan özelliklerindendir. Assurca, Akkadça ve Sümerce dillerinde yazılmış birçok Sultantepe tabletinin 1953 yılı itibariyle deşifre edilerek epigrafik çalışmaların yayınlanması sonucunda; Gılgamış Destanı, Yaratılış Destanı, Nippur’lu Yoksul Adam Masalı, Assur eponim tabletleri, okul alıştırma tabletleri, sözleşmeler, büyü ve kehanet (omen) metinleri, medikal metinler, kurgusal tarihleme ile ilgili metinler, sözcük listeleri ve tanrılar adına düzenlenmiş ilâhî metinlerin yer aldığı tabletlerin konu zenginliği dikkat çekicidir. Söz konusu tabletlerin büyük bir kısmı bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde yer alırken bir kısmı da Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Sultantepe’den sadece 24 kilometre güneyde yer alan Harran’ın İskitler ve Babilliler tarafından MÖ 610’da tahrip edildiği ve Assur Devleti’nin varlığına bu şekilde son verildiği bilinmektedir. Özellikle höyükte tespit edilen birkaç gömüden birinin kesinlikle bir İskitli’ye ait olması, Sultantepe Akropolü’nün MÖ 610 yılında Harran ile aynı kaderi paylaştığı ve buradaki Assur varlığının sonlandırıldığı sonucuna varmamızı sağlamaktadır. 1951-52 kazı çalışmaları sonucunda höyüğün Yeni Assur sonrası Geç Babil (MÖ 550’ye dek olan dönem) ve Akamenid/Pers imparatorlukları dönemlerinde (MÖ 550-333) denk gelen bir süreçte yerleşim görmediği; MÖII. yüzyıl ortalarına tarihlenen Hellenistik dönemde ise tekrar yerleşimin başladığı anlaşılmıştır. Hellenistik ve Roma dönemlerine (MÖ 333-MS 400) ait yerleşimin kalıntıları yaklaşık yedi metre yüksekliğindedir. II. veya III. yüzyıla gelindiğinde ise Sultantepe Höyüğü tamamen terk edilmiştir. Sultantepe’de yeni dönem bilimsel arkeolojik çalışmalar, İngiliz-Türk ortak kazı çalışmalarından 60 yıl sonra Haziran 2011 tarihinde, arkeolog ve jeofizik mühendislerinin yanı sıra lisans ve lisansüstü arkeoloji öğrencilerinden oluşan bir ekibin katılımıyla Prof. Dr. Gülriz Kozbe’nin başkanlığında yürütülmüştür. Daha sonra gerçekleştirilmesi planlanan Sultantepe Höyüğü sistemli arkeolojik kazılarının altyapısını hazırlamak üzere başlatılan 2011 çalışmalarına, iki kilometre çapında intensif yüzey araştırmaları, höyüğün güncel topografik planının çıkartılması dâhil edildi. Ayrıca höyükte yapılan jeofizik radar taramaları çerçevesinde özellikle höyüğün güneybatısında yüzeyden görülen değişimler açıkça manyetik görüntülerde ortaya çıktı. Bunun dışında Sur Duvarı olduğu düşünülen bölgede önemli manyetik değişimler de görülmüştür. Sultantepe Höyüğü ve höyüğün 620 metre kadar güneybatısında yer alan Sultantepe Yakını Tepe 1 olarak adlandırılan ikinci bir yükseltinin de dâhil olduğu ve yüzey araştırmalarının yürütüldüğü iki kilometre çapındaki çalışma alanı 36 adet farklı alt birime bölünerek intensif olarak taranmıştır; yazılı ve görsel olarak belgelenmiştir. Söz konusu Sultantepe Höyüğü’nde 2011 çalışmaları kapsamında tespit edilen yüzey malzemesinden yola çıkarak; Tarak-Baskı İmpresso Neolitik Mallar, Ubaid Boyalıları, Geç Kalkolitik Yerel Mallar, Uruk Malları, Nineve V Seramiği, Yalın Basit Mallar, ETÇ Mutfak Kapları/Üçgen Tutamaklı Pişirme Kapları, Yatay Bant Boyalı Mallar, Metalik Mallar, Saklı Astarlı Mallar, Tarak Bezemeli Boya Astarlı Mallar, Karababa Boyalıları, Habur Malları, Orta Assur Seramiği, Erken Demir Çağ Yivli Seramiği, Yeni Assur Seramiği, Post Assur Seramiği ve Hellenistik/Roma Malları’nın varlığı höyükteki yerleşim silsilesinin Neolitik dönemde başlayıp Roma döneminde sona erdiğini gösteren yerleşim silsilesini gözler önüne sermektedir. Söz konusu yüzey araştırması kapsamında; çakmaktaşı, obsidyen alet, bazalt taş kap parçaları, figürin parçaları, pişmemiş toprak ağırşaklar, pişmiş toprak diskler, taş balta ve mühür parçası gibi çeşitlilik gösteren çok zengin küçük buluntu grubu da saptanmıştır.

Sultantepe Höyüğü’nün Assur dönemindeki orijinal adı, dönemin mimarisi, tabletlerin yerleşimdeki varlık sebebi, ait oldukları mekân veya mekânların işlevleri, Assur seramiği ve her türlü bu döneme ait küçük buluntusu höyükte henüz sistemli arkeolojik kazıların başlamaması nedeniyle tüm gizemini korumaktadır. Höyük üzerinde günümüzde yapılmış olan su deposunun ve kanallarının yol açtığı toprak erozyonu, batı eteklerinin mezarlık alanı olarak kullanımı, ağırlıklı olarak doğusu ve kuzeydoğusu olmak üzere neredeyse tüm çevresini kaplayan Sultantepe Köyü’nün modern yapılaşması ve beşeri tahribatı her geçen gün Assur’un bu kalesini yok etmektedir.

Yararlanılan Kaynaklar

Gurney, O. R. (1953). The Sultantepe Tablets, Anatolian Studies, 3: 15-25; Gurney, O.R., Finkelstein J. J. (1957). The Sultantepe Tablets I. Londra; Güngör, A. (2018). Eski ve Yeni Dönem Arkeolojik Araştırmalar ve Yazılı Kaynaklar Işığında Sultantepe Höyüğü’nün Olası Kültürel Tarihi (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Batman: Batman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Kozbe, G. (2018). Sultantepe Höyüğü: Tüm Gizemini Koruyan Assur Şehri. Kemalettin Köroğlu ve Selim Ferruh Adalı (Editör) Assurlular; Dicle’den Toroslar’a Tanrı Assur’un Krallığı (ss.352-363). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları; Lloyd, S., Gökçe, N. (1953). Sultantepe: Anglo-Turkish Joint Excavations 1952, Anatolian Studies, 3: 27-47.