Mekân Sosyolojisi
Kavram Sosyoloji
Mekân, iyi bir toplumsal çözümleme için gereksinim duyulan en önemli unsur olmasına rağmen uzun bir dönem gerek sosyal bilimlerde gerekse de sosyolojide göz ardı edildi. Georg Simmel, Metropol ve Zihinsel Yaşam adlı eserinde mekânın zihinsel yaşamın şekillenmesinde etkili olduğunu savundu ve anakent ile taşra yaşamını kıyaslayarak insan hayatının içinde bulunduğu mekâna göre şekillendiğini belirtti. Böylece Georg Simmel mekân sosyolojisinin, sosyoloji biliminin bir alt disiplini olarak ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı.
İnsan ile mekân birbirinden ayrılamaz iki faktör olduğundan insana yönelik yapılan çalışmalarda mekânın göz ardı edilmesi mümkün değildir. Mekânın toplumsal bir yönü olduğu gibi, toplumun da mekânsal bir yönü bulunmaktadır. İnsan mekânı değiştirmekte, insanın değiştirdiği mekân da insanı, dolayısıyla toplumu dönüştürmektedir. Bu yüzden bu iki kavram birbiri ile etkileşim halinde olan bir bütün gibidir.
Georg Simmel öncesinde dolaylı olarak mekânı konu eden çalışmalar yapıldı. Auguste Comte, Emile Durkheim, Karl Marx toplumsal dönüşümü kır yaşamından şehir yaşamına geçiş olarak vurguladı ve dolaylı toplumsal değişimlerini konu edindiler.
İbn-i Haldun, Montesquieu ve Braudel gibi düşünürler ise mekânın, hem insanın hem de toplumun karakterinin oluşmasında belirleyici bir faktör olduğunu, insanın ve toplumun anlaşılmasının mekânın anlaşılmasından bağımsız olamayacağını konu edindiler. Mekânın bağımsız bir alan olarak ele alınması 1970’lerde oldu. Foucault, Annales Okulu, Deleuze, Edward Said ve Marksist Coğrafyacılar gibi düşünürler mekâna ilişkin kuramsal bir alan oluşturdular.
David Harvey, John Ury ve Henry Lefebvre mekân ve insan arasındaki sosyolojik ilişkiyi kapitalizm aracılığıyla kurdu. Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir adlı eserinde sosyal adaletsizlik ve kapitalizmin mekânsal ayrışımlarda nasıl tezahür ettiğini inceledi ve sınıfsal farklılıkların mekânsal ayrışmaların sonucu olduğunu savundu. Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat ve Mekânların Üretimi isimli eserlerinde gündelik hayatın üretimini incelemek için kapitalist sistemde mekân üretimini ve dizaynının incelenmesi gerektiğini öne sürdü. Urry, Mekânları Tüketmek adlı eserinde kapitalist sistemin dünyaya hâkim olması ile birlikte mekânların kendi ontolojik bağlamlarından uzaklaşarak yeniden üretilmekte olduğunu belirtti. Urry’e göre mekânların özellikle turizm için kültürel ve fiziksel anlamda yeniden inşası, mekânları insanın kendi değerlerini içine katarak yaşadığı bir alan olmaktan çıkararak kapitalist üretim sistemine hizmet eden birer araç olarak tükenmesine neden olmaktadır. Marksist düşünce dışında yapılan çalışmalarda ise Chicago Okulu düşünürleri şehir ile suç arasındaki ilişkiyi ve banliyölerin nasıl yapılaştığını tespit etmeye çalıştı.
Mekân ile insan arasındaki sosyolojik bağlamın üç boyutu söz konusudur. Birincisi insanın kendi ihtiyaç ve arzuları doğrultusunda üzerinde yaşadığı mekânı şekillendirmeye çalışarak mekâna bir şeyler katmasıdır. İkinci durum ise mekânın insanı sınırlayan ve sosyalleşme sürecine şekil veren bir alan olması durumudur. Üçüncü durumda ise insanların kendi aralarındaki etkileşimlerini bir mekân üzerinden yapması söz konusudur.
Mekânın İnsan Üzerindeki Etkisi: Mekânın insana etkisi konusunda İbni Haldun Mukaddime adlı eserinde göçebe toplumların mekâna aidiyet duygusu hissetmediği, sınırları belirlenmiş bir mekâna ait olmadıkları için de bu belirsizlik asabiyet duygusunun varlığına neden olması örneğini vermiştir. Yerleşik toplumlarda ise yerleşik hayatın vermiş olduğu güven duygusu asabiyet duygusunun zayıf olmasına sebep olduğunu belirtmiştir. Yerleşik hayatın cezbettiği göçebe toplumların asabiyet duygusu ile daha iyi organize olabildiklerini ve yerleşik toplumlarla yaşayacakları olası savaşı kazanarak yerleşik hayata geçebileceklerini belirtti.
İbni Haldun, mekâna göre değişen iklim koşullarının da insanların karakterleri üzerinde belirleyici olduğunu savundu. Mesela sıcak ya da ovalık bölgelerde yaşamını sürdüren insanlar tembel ve güçsüz; soğuk ya da dağlık bölgelerde yaşayan insanlar daha diri ve güçlüdür. Montesquieu, İran Mektupları ve Yasaların Ruhu Üzerine adlı kitaplarında İbni Haldun’un tespitlerine benzer tespitlerde bulundu. Montesquieu ayrıca coğrafyanın ikliminin, örgüt iklimini de etkilediğini ve dolayısıyla yönetim şekilleri açısından da belirleyici olduğunu düşünmektedir. Buna göre, batı toplumları şeref ilkesine dayanan monarşiyi ve erdem ilkesine dayanan demokrasiyi yönetim biçimini olarak benimseme eğilimi içerisindeyken, doğu toplumları daha çok zorbalığı temel alan despotizm tarzı yönetimi benimseme eğilimindedirler.
Mekân insanların davranış kalıplarını da etkilemektedir. Kırsalda kahvehaneye gitme alışkanlığı olan insanlarla şehirde modern kafelere gitme alışkanlığı bulunan insanların davranış kalıpları farklıdır. Bunun yanı sıra mekânın insan üzerinde psişik etkileri de bulunmaktadır. Mesela metropolde yaşayan insanlar için birkaç kilometrelik mesafe yakın sayılırken, küçük bir ilçenin toplam yüzölçümü metropolde yaşayan insanların uzak saymadığı bir kaç kilometre ile ifade edileceğinden taşra insanı için uzak mesafeler olarak nitelendirilebilir. Zamanın ve teknolojinin ilerlemesi ile insanların üzerinde yaşadığı mekânsal alan genişleyerek mesafeler fiziksel olarak uzamış fakat yine zamanın ve teknolojinin ilerlemesi ile bu uzak mesafeler arasındaki ulaşım kabiliyetinin artmasıyla mesafeler zamansal olarak kısaldı.
İnsanın Mekân Üzerindeki Etkisi: Mekân insana sunulmuş bir olgu olsa da insan mekâna müdahaleler yaparak mekân üzerinde kendi kimliğine ait izler bırakır. Mekân sadece salt fiziksel bir alan olarak değil, aynı zamanda bu fiziksel alan üzerinde yaşayan insanların sosyo-kültürel ruhunun yansıdığı soyut bir olgudur. Bu yüzden bazı mekânlar toplulukların ruhunu yansıtır.
İnsan kendi kimliğini ifade edebilmek için mekânları oluşturmaktadır. Teknolojide, teknikte ve ihtiyaçlarda meydana gelen değişime paralel olarak insan, oluşturduğu bu mekânları değiştirip, dönüştürmektedir. İnsanın mahalleler kurup sonra da bu mahalleleri kentsel dönüşüm sürecine sokması, pazarların yerini AVM’lerin alması, mahallelerin dikey yükselişleri ve çocukların sınırsızca oynadıkları fiziksel mekânların (sokakların) yerini yine sınırsız ama sanal mekânların (dijital ortam) alması bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Medeniyetlerin varlığı da insanın mekâna kendisinden izler bıraktığının kanıtıdır. Fernand Braudel uygarlıkların mekânlar üzerinde imzasının bulunduğunu, dolayısıyla mekânlar üzerinden uygarlıkların tarihinin okunabileceğini savundu. O halde mekânlar, üzerinde yaşayan toplumların sanat ve uygarlık tarihini yansıtan bir ayna görevi gördüğü söylenebilir. Selçuklu, Osmanlı, Roma mimarilerinin üzerinden ait oldukları uygarlığın izlerinin okunabilmesi bu duruma örnek gösterilebilir. Fakat günümüzde küreselleşmenin etkisi ile teknik ve kültürel farklılıklar ortadan kalkarak tek düze yapılar inşa edilmektedir. İnsanın mekân üzerinde olumsuz etkileri de bulunmaktadır. Urry’e göre modern insan turizm dışında bile kalıcı turist algısıyla semiyotikçi bir biçimde yaşamaya başlar ve bu da insana yuva olan kent olgusunun hızla peyzajlaşmış, görsel şov halinde tahribata dönüşmesini sağlar.
Bir Etkileşim Alanı Olarak Mekân: Mekân, insanların örgütlenme biçimlerinin farklılaşmasına neden olabilmektedir. Modern yaşamın getirdiği karmaşık mekânlarda eski örgüt yapılarına nazaran daha komplike örgüt yapıları bulunmaktadır. Mekânın fiziki özellikleri de insanların örgütlenme biçimlerini etkilemektedir. Örneğin Karadeniz Bölgesi’nde yeryüzü şekillerinin engebeli olması ve su kaynaklarının bolluğu dağınık bir yerleşime sebep olmuşken, İç Anadolu Bölgesi’ndeki alanın düzlüğü ve su kaynaklarının kıtlığı toplu bir yerleşim modeline sebebiyet vermiştir.
Modern zamanların ürettiği mekânlarda hızlı tüketim kültürünün bir sonucu olarak insanlar arasındaki iletişim asgari düzeye inmiştir. Örneğin gittikçe yaygınlaşan fast food restoranlarda turnike sisteminin bir sonucu olarak müşteri – personel iletişimi, alakart restoranlarda veya lokantalarda olduğu kadar, zengin değildir. Urry, turistik destinasyonların ziyaretçiler tarafından keşfedilmesi ile birlikte tüketim merkezi haline gelerek ve betonlaşarak cezbedici olmaktan çıkacağını ve ziyaretçilerin yeni yerler keşfetmesiyle, bu turistik mekânın yerel halka mutsuzluk verecek bir şekilde bırakılacağını savundu.
Yararlanılan Kaynaklar
Aydoğan, A. (Editör) (2000). Şehir ve Cemiyet, Weber-Tönnies-Simmel, İstanbul: İz Yayıncılık; Kızılçelik, S. (2006). Sosyolojide Coğrafyacı Görüşler: İbni Haldun, Montesquieu Fernand Braudel Ekseninde Bir Değerlendirme (Editör: E. Eğribel ve U. Özcan). Sosyoloji Yıllığı, Kitap 15: Sosyoloji ve Coğrafya. İstanbul: Kızılelma Yayıncılık; Urry J. (1999) Mekânları Tüketmek (çev. R. Öğdül). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Ayrıntılı bilgi için bakınız
Karaaslan, Ö. N. (2017). Mekân Sosyolojisinin İmkânı Üzerine Bir Derkenar, Düşünen Şehir Dergisi, 1 (Mart): 80 – 88.