Magnesia Ad Sipylum Antik Kenti
DOĞAL VE KÜLTÜREL MİRAS Antik Kent
-
2025
Batı Anadolu’da yer alan 13.810 kilometrekarelik yüz ölçümüne sahip Manisa ilinin antik dönemdeki önemli yerleşim alanlarından biri olan Magnesia ad Sipylum, günümüz Manisa il merkezinin güneyinde, Spil Dağı’nın (Sipylos) kuzey yamaçlarında kurulmuş önemli bir kenttir. Sipylos Dağı eteklerinde kurulu olması nedeniyle, antik dönemde kente "Spil Dağı’ndaki Magnesia" anlamına gelen Magnesia ad Sipylum adı verilmiştir. Kentin kalıntılarının yer aldığı bölge, Spil Dağı’nın kuzey yamacında, Gediz Irmağı’nın (Hermos) suladığı Manisa Ovası’na doğru uzanan bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Bu tepe, halk arasında Topkale veya Toptepe adıyla bilinmektedir. Kentin akropol alanı, yani en yüksek noktada yer alan ve muhtemelen yönetim ve savunma açısından önemli yapıları barındıran kısmı ise Sandıkkale olarak adlandırılmaktadır. Konumu itibariyle, Magnesia kenti, Gediz Irmağı’nın (Hermos) suladığı verimli Manisa Ovası’na hâkim bir noktada bulunmaktadır. Ancak, tarih boyunca süregelen yerleşim faaliyetleri nedeniyle, antik kentin büyük bir bölümü modern Manisa kent yerleşiminin altında kalmıştır. Kentin merkezi olan Topkale Yamacı, günümüzde Manisa’nın bir parçası olan ve halk arasında Karaköy olarak bilinen yerleşim alanının içinden geçen, Spil Dağı Milli Parkı’na doğru uzanan asfalt yolun yaklaşık 500. metresinde, yolun güney tarafında yer almaktadır. Antik Magnesia yerleşiminin aşağı kesimleri, günümüz İshak Çelebi, Dere, Tunca, Adakale ve Saruhan mahallelerinin bir kısmının bulunduğu bölgeye denk düşmektedir. Bu mahalleler, büyük olasılıkla antik kentin aşağı şehir bölümünün üzerine kurulmuş olmalıdır. Şehir merkezinin birçok noktasından görülebilen Topkale Tepesi, özellikle Beylikler Dönemi’ne ait Ulu Camii’nin hemen güney sırtında yer almasıyla dikkat çekmektedir. Magnesia ad Sipylum ve çevresi, bugüne kadar kapsamlı bir arkeolojik kazı veya yüzey araştırmasıyla sistemli olarak incelenmemiştir. Bu nedenle, kente dair bilgilerimiz sınırlıdır ve çoğunlukla antik yazılı kaynaklara, tesadüfen bulunan arkeolojik eserlere ve XVIII. ile XIX. yüzyıllarda bölgeyi ziyaret eden Avrupalı gezginlerin gözlemlerine dayanmaktadır. Bu gezginlerin gözlem yaptığı dönemde, antik kalıntılar günümüze kıyasla çok daha iyi korunmuş durumdaydı. Ancak, modern kentleşme süreciyle birlikte antik Magnesia’nın büyük bir kısmı günümüz yerleşiminin altında kalmış ve fiziksel olarak görünürlüğü azalmıştır. Günümüzde, Spil Magnesiası’nın arkeolojik olarak daha detaylı incelenmesi, Manisa’nın antik tarihine dair önemli ipuçları sağlayabilir. Kentin, coğrafi konumu ve tarihî süreçteki stratejik önemi göz önüne alındığında, Spil Dağı ve Gediz Ovası arasındaki geniş alanı kapsayan bir yerleşim olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, arkeolojik araştırmaların yapılması, kentin tarihî kimliğini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
Spil Magnesiası’nın üzerinde kurulu olduğu coğrafi konum, tarih boyunca sürekli yerleşime açık olmuş ve kesintisiz bir şekilde iskân edilmiştir. Özellikle Spil Dağı’nın kuzeyinde yer alan Gediz Ovası, tarımsal faaliyetler açısından oldukça verimli bir alan olup, tarih boyunca birçok medeniyetin yerleşim kurmasına olanak sağlamıştır. Uzun ve geniş bir koridor gibi uzanan bu ova, özellikle erken dönemlerden itibaren yoğun bir yerleşim alanı olarak kullanılmıştır. Bölgedeki en erken yerleşim izleri Geç Paleolitik Dönem’e kadar gitmekle birlikte, Spil Magnesiası’nda sistematik yerleşim süreci Geç Neolitik Dönem’de başlamıştır. Kentin kuzeyinde, Gediz Nehri boyunca uzanan geniş ovalık alanda otuza yakın prehistorik yerleşim izi tespit edilmiştir. Bu bulgular, bölgenin çok erken dönemlerden itibaren insan yerleşimine sahne olduğunu ve Neolitik yerleşimlerin özellikle Gediz Irmağı’nı takip eden bir hat üzerinde geliştiğini ortaya koymaktadır. Spil Magnesiası’nın tam olarak ne zaman ve nerede kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, bugünkü modern Manisa kentinin yaklaşık yedi kilometre doğusunda bulunan bazı kalıntılar, kentin en eski iskan alanı olarak kabul edilmekte ve MÖ ikinci bine tarihlendirilmektedir. Hititlerin etki alanına giren bu bölge, MÖ XII. yüzyıl başlarında Anadolu’ya gelen kavimler tarafından tahrip edilmiştir. Hititler sonrası dönemde, bölgeye yerleşen Phrygler, Sipylos adlı yeni bir kent kurmuşlardır. Ancak MÖ VII. yüzyılda bu bölgedeki yerleşimin yerini Magnesia adı verilen yeni bir şehir almıştır. Magnesia ad Sipylum’un adının kökeni konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Antik kaynaklara göre, Magnesia adı, Tesalya bölgesinde yaşadığı bilinen Magnetler’den gelmektedir. Ancak, Magnetler’in Anadolu’dan Tesalya’ya mı göç ettiği, yoksa tam tersi bir şekilde Tesalya’dan mı Anadolu’ya geldikleri belirsizdir. Antik Yunan edebiyatında Magnetlerden ilk kez bahseden Homeros, Magnetlerin Yunanistan’daki varlığını anlatırken, Herodotos ise Anadolu’daki Magnetlerden söz etmektedir. Herodotos, Magnetleri Aioller ve İonlarla birlikte anmasına rağmen, Magnesia’nın ne bir Aiol ne de bir İon kenti olduğunu vurgulamaktadır. Antik Magnesia’nın kimler tarafından kurulduğu konusunda da tartışmalar bulunmaktadır. Phrygler, bölgenin en eski sahipleri olarak öne çıkmaktadır. Bizanslı coğrafyacı Stephanos Byzantios, Sipylos kentini bir Phrygia kenti olarak tanımlamakta ve burada yaşayan halkı Sipylenos veya Sipylene olarak adlandırmaktadır. Strabon da, Sipylos Dağı’nın antik dönemde Phrygia’nın bir parçası olarak görüldüğünü ve buranın tarihsel olarak Phrygia ile bağlantılı olduğunu aktarmaktadır. Tarihsel süreç içinde, Sipylos Dağı ve çevresinin tam olarak hangi kültür veya siyasi otoriteye ait olduğu konusunda belirsizlikler yaşanmıştır. Antik yazarlar, Phrygia’nın sınırlarını kesin bir şekilde belirleyememiş ve zaman zaman farklı bölgeleri Phrygia’ya dahil etmişlerdir. Ancak, bölgenin Hititler, Phrygler, Lydia Krallığı ve sonrasında Persler, Helenistik krallıklar ve Roma tarafından yönetildiği bilinmektedir. Tarih boyunca birçok farklı kültür ve uygarlığın etkisinde kalan Spil Magnesiası, antik çağlardan itibaren önemli bir yerleşim merkezi olmuş ve mitolojik anlatılarla da ilişkilendirilmiştir. Özellikle Tantalos, Pelops ve Niobe gibi mitolojik figürlerle bağlantılı olması, bu bölgenin antik dünyanın önemli kültürel ve dini merkezlerinden biri olarak kabul edildiğini göstermektedir. Strabon, Sipylos Dağı (günümüz Spil Dağı) ve çevresinin antik dönemlerde Phrygia olarak anıldığını ifade ederek, bu bölgenin Phrygia ile olan tarihî bağlantısını vurgulamaktadır. Onun “Eskilerin Phrygia dedikleri ülke de böyledir” ifadesi, antik coğrafya yazarlarının bu bölgeyi Phrygia’nın bir parçası olarak değerlendirdiğini gösterir. Strabon, Tantalos, Pelops ve Niobe gibi mitolojik figürlerin bu bölgede yaşadığına dair anlatımlara yer vererek, Magnesia ad Sipylum (Spil Magnesiası) bölgesinin kültürel ve efsanevi önemini öne çıkarmaktadır. Tantalos ve ailesiyle ilgili mitlerin, Batı Anadolu'nun en eski kültürel unsurlarından biri olarak kabul edilmesi, bölgenin antik dünyada mitolojik anlamda güçlü bir yere sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak Strabon, Phrygia’nın sınırlarının belirsiz olduğunu ve tarih boyunca farklı şekillerde tanımlandığını ifade etmektedir. Büyük Phrygia ile Küçük Phrygia ayrımının kesin olarak yapılamadığını belirterek, coğrafi sınırların zaman içinde değişmiş olabileceğini ima eder. Bu belirsizlik, Batı Anadolu’daki Lydia, Mysia ve Phrygia gibi bölgelerin birbirine yakın olması ve tarihsel süreçte bu toprakların el değiştirmesiyle açıklanabilir. Strabon’un bu açıklamaları, Sipylos Dağı ve çevresinin, Phrygia kültürel mirası içinde değerlendirildiğini ancak coğrafi olarak kesin bir sınıflandırmaya tabi tutulamadığını ortaya koymaktadır. Bu da Spil Magnesiası’nın antik dünyadaki yeri konusunda önemli bir tartışma alanı yaratmaktadır. Ovidius, Phrygia’yı Pelops’un hüküm sürdüğü ülke olarak belirtmiştir. Aristides, Sipylos’un eteklerinde ikinci bir kentin kurulduğunu, eski şehrin halkının çok eski ve toprağın yerlileri olduklarını belirtmiştir. Bununla birlikte B. Umar, kurucuların Phrygler olabileceği düşüncesine karşı çıkmış ve bunu kanıtlayacak bulguların olmadığını dile getirmiştir.
MÖ VII. yüzyılda Lydia Krallığı'nın güçlenmeye başlamasıyla birlikte, Sipylos Dağı ve çevresindeki yerleşimler tamamen Lydia egemenliği altına girmiştir. Lydia, Batı Anadolu’da giderek büyüyen ve zenginleşen bir krallık haline gelirken, Gyges (MÖ 680-644) dönemi, krallığın en parlak dönemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Gyges, Batı Anadolu’daki önemli kentleri ele geçirerek genişleme politikası izlemiş ve Magnesia da bu süreçte Lydia’nın kontrolüne girmiştir. Antik kaynaklara göre, Gyges, Magnesia'yı saldırıyla ele geçirmiş ve haraca bağlamıştır. Bu durum, kentin o dönemde önemli bir yerleşim merkezi olduğunu ve Lydia’nın siyasi ve ekonomik genişleme stratejilerinde rol oynadığını göstermektedir. Ancak, MÖ 546 yılında Lydia Krallığı, Persler tarafından yıkılmıştır. Pers Kralı II. Kyros, Lydia ordusunu yenerek Batı Anadolu’yu fethetmiş ve Magnesia da Pers hakimiyetine girmiştir. Persler, Batı Anadolu’da yeni bir yönetim düzeni kurmuş ve satraplık sistemi ile bölgeyi yönetmeye başlamışlardır. Perslerin oluşturduğu idari bölünmeler içinde Magnesia, birinci nomos olarak adlandırılan yönetsel bölgeye dahil edilmiştir. Bu dönemde, Yunan tarihçi Herodotos, Batı Anadolu’daki dört büyük nomostan (bölgesel yönetim birimi) bahsederken, Magnesia’yı da bu sistem içinde anmaktadır. Herodotos’un verdiği bilgilere göre, Ionialılar, Aiolialılar, Asia Magnesialıları, Karialılar, Lykialılar ve Pamphylialılar birlikte Pers hazinesine dört yüz talent gümüş vergi ödemekteydi. Magnesialıların bu liste içinde yer alması, kentin ekonomik ve idari açıdan bölgedeki diğer önemli kentlerle birlikte değerlendirildiğini göstermektedir. Ancak burada Herodotos’un bahsettiği Magnesia’nın Magnesia ad Sipylum mu, yoksa Meander (Menderes) Nehri yakınlarındaki Magnesia mı olduğu konusu tartışmalıdır. Pers yönetimi altındaki Magnesia halkının, Perslerin askeri seferlerine katıldığına dair bazı kanıtlar bulunmaktadır. MÖ VI. yüzyıla ait bir belge, bir Magnesialının Mısır’daki Abydos’ta bulunduğunu göstermektedir. Bu kişi Kaikos adında bir Magnesialıdır ve I. Seti dönemine ait bir tapınaktaki yazıtta adı geçmektedir. Bu bilgi, Magnesialıların Pers ordusunda paralı asker olarak yer aldığını ve Perslerin Mısır’a düzenlediği seferlerde kullanıldığını göstermektedir. Herodotos ayrıca, Pers Kralı Kserkses’in (MÖ 486-465) ordusunun yapısını anlatırken, Magnesialıların da bu ordu içinde yer aldığını ima etmektedir. Kserkses’in ordusunda Maionia’da (Lydia bölgesinde) oturan ve Lasonialı olarak adlandırılan Kabaların, Kilikyalılar gibi donatılmış olduğunu belirtmektedir. Bu ifade, Lydia bölgesinde yaşayan toplulukların Pers ordusunda savaşçı olarak kullanıldığını ve Magnesialıların da bu askeri yapılanmanın bir parçası olabileceğini göstermektedir. Pers yönetimi boyunca Batı Anadolu, büyük bir imparatorluğun parçası haline gelmiş ve askeri-politik yapılar Pers sistemine entegre edilmiştir. Magnesia’nın, bu dönemde Perslerin stratejik yönetim politikaları içinde bir merkez olarak yer aldığı ve bölgedeki diğer kentlerle birlikte imparatorluğa haraç ödediği anlaşılmaktadır. Aynı zamanda, Perslerin genişleme ve yönetim stratejileri doğrultusunda Magnesia halkının askerî görevlerde kullanıldığı da görülmektedir.
Büyük İskender’in bölgeyle tanışması, önemli bir Pers satrabı ve güçlü bir kent olan Sardeis’in ele geçirilmesi ile başlamıştıFr. Antik kaynaklar Diodoros ve Arrianos’a göre, Sardeis herhangi bir savaş yaşanmadan Persli satrap Mithrines tarafından İskender’e teslim edilmiştir. Bu olayla birlikte Lydia bölgesi, Pers yönetiminden kurtulmuş ve İskender tarafından Lydialılara bağımsızlık tanınmıştır. Bu bağımsızlık, bölge halkı için büyük bir değişim anlamına gelmiş, özellikle de Lydialıların ve Magnesialıların eski Lydia yasalarına göre yönetilmelerine izin verilmesi, onların kültürel ve hukuki geleneklerini sürdürebilmelerine olanak sağlamıştır. İskender, bu ayrıcalığı Lydialılara bir ödül olarak vermiştir. Bununla birlikte, imparatorluk yeniden düzenlenmiş ve Lydia bölgesi, Magnesia ile birlikte ikinci satraplığa dahil edilmiştir. Bu dönemde Lydia ve Magnesia, doğuya düzenlenen seferlere çeşitli zamanlarda takviye birlikler göndermiştir. Aynı zamanda bazı kentler var olan geleneklerini geliştirerek sürdürürken, bazı yeni kentler de anıtsal mimari yapılarla süslenerek inşa edilmiştir.
Büyük İskender’in ölümünün ardından Magnesia, Lysimakhos’un idaresi altına girmiştir. MÖ 281 yılında Lysimakhos ile Seleukos arasında gerçekleşen Korou Pedion Savaşı, bu dönemin en önemli olaylarından biri olmuştur. Spil Dağı’na yakın bir bölgede, Hermos (Gediz Irmağı) ile Hyllos (Kumçay) arasındaki alanda yapılan bu savaş, sonuçları açısından büyük bir öneme sahiptir. Aynı zamanda, Magnesia kentinin tarih sahnesinde adını duyurmaya başlaması açısından da kritik bir dönüm noktası olmuştur. Büyük İskender’in ölümünün ardından Magnesia’nın yönetimi, Lysimakhos’un idaresine geçmişti. Ancak, MÖ 281’de gerçekleşen Korou Pedion Savaşı sonrasında bölge, Seleukos Krallığı’nın egemenliğine girdi. Seleukos hanedanından II. Seleukos, MÖ 242’de doğuya bir sefere çıkarken, Smyrna’daki Seleukos yönetimi, Magnesialıların bağlılıklarını sürekli kılmak adına onlara elçiler göndermiştir. Bu süreçte Smyrnalılar ile Magnesialılar arasında bir anlaşma yapılmış ve bu anlaşma, tarihî kaynaklarda "Smyrna Yazıtı" olarak bilinmektedir. Bu yazıt, Magnesia’daki sivil halkın yanı sıra göçmen ve yerleşik asker gruplarının Smyrna vatandaşlığına kabul edilmesini ve Smyrnalılar ile aynı haklardan yararlanmalarını sağlamıştır. Bu durum, Magnesia’nın Seleukos Krallığı’na olan bağlılığını ve Smyrna’daki Seleukos yönetiminin etkisi altında olduğunu göstermektedir. MÖ III. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Seleukos Kralı I. Antiokhos, Magnesia’ya bir askerî koloni yerleştirmiştir. Bu gelişme, Magnesialıların Büyük İskender’in kendilerine tanıdığı yasalarına ve geleneklerine bağlı kalma haklarını kaybetmelerine neden olmuştur. Bu dönemde Magnesia’da Smyrna sikkeleri kullanılmaya başlanmış, ancak Magnesialılar kendi içlerinde bir birlik oluşturabilmiş ve yerel yönetimde söz sahibi olabilmişlerdir. II. Seleukos ile II. Antiokhos arasındaki taht mücadelesi sırasında, Pergamon Kralı I. Attalos, Spil Magnesiası ve çevresinde Pergamon hakimiyetini kurmuştur. I. Attalos ve ondan sonra tahta geçen II. Eumenes, Roma ile siyasi ittifaklarını sürdürmüşlerdir. Seleukos Kralı III. Antiokhos, Roma’ya karşı bir saldırı planladığında, Roma ve Pergamon Krallığı bu tehdide karşı iş birliği yapmıştır. Tarihçi Titus Livius, III. Antiokhos’un Spil Magnesiası’nda ordusunu topladığını, oradan Sardes ve Thyateira’ya geçtiğini ve Phrygios Irmağı’nı aşarak Meandros Magnesiası yakınlarında konumlandığını anlatır. Burada Seleukos ordusu, hendek ve siperlerle tahkim edilmiş bir savunma hattı oluşturmuştur. Tarihte Magnesia Savaşı olarak bilinen bu büyük çatışma hakkında en detaylı bilgiler Livius tarafından aktarılmıştır. Roma ordusu, yaklaşık 30 bin piyade, üç bin süvari ve 16 fil ile savaş alanında yer alırken, Antiokhos’un ordusu farklı etnik gruplardan oluşan 60 bin piyade, 12 bin süvari ve 54 fil ile donatılmıştı. Sonuç olarak, Roma ordusu büyük bir zafer kazanmış ve Magnesia, Roma senatosunun kararıyla Pergamon Krallığı’nın egemenliğine verilmiştir. MÖ 188 yılında Apameia kentinde imzalanan barış antlaşması ile Seleukos Krallığı’nın Batı Anadolu’daki egemenliği sona ermiştir. Bu antlaşma doğrultusunda, Spil Magnesiası da Seleukos egemenliğinden çıkmış ve Roma’ya bağımlı hale gelen Pergamon Krallığı’nın topraklarına katılmıştır. Pergamon hakimiyeti altında Magnesia, belirli ölçüde özerklik kazanmış ve bu dönemde kendi adına sikke basabilmiştir. Bu döneme ait bazı yazıtlar, kentte yerleşimlerin devam ettiğini ve dini törenlerin sürdüğünü göstermektedir. Özellikle MÖ 147/6 yılına tarihlenen Hellenistik bir yazıt, Pergamon Kralı II. Attalos döneminde Magnesia’da gerçekleştirilen dini bir arınma törenine dair bilgiler sunmaktadır. Ayrıca, kent çevresinde Pergamon idaresine ilişkin bir adak yazıtı da bulunmuştur. Tüm bu gelişmeler, Magnesia’nın Hellenistik Dönem boyunca tarih sahnesindeki önemini koruduğunu göstermektedir. Pergamon Krallığı’nın sona ermesinin ardından, MÖ 129 yılında Spil Magnesiası, Roma İmparatorluğu’nun Asia Eyaleti’nin bir parçası haline gelmiştir. Roma yönetimi, Küçük Asya’daki topraklarını daha etkin bir şekilde yönetebilmek adına, eyaleti çeşitli hukuki bölgelere ayırmıştır. Conventus adı verilen bu bölgeler, bir başkent etrafında organize edilmiş olup, çevresindeki kentler idari ve hukuki açıdan bu merkeze bağlanmıştır. Plinius’un kayıtlarına göre, Spil Magnesiası, Smyrna Conventus’una bağlı kentlerden biri olarak yönetilmiştir. Ancak Roma egemenliği döneminde Magnesia’nın en dikkat çeken olaylarından biri, MÖ 89 yılında Pontus Kralı VI. Mithridates’in Asia Eyaleti’ne düzenlediği seferdir. Bu dönemde Mithridates, Anadolu’daki birçok kenti hızla ele geçirmiş ve Roma yönetimine başkaldıran kentler onun ordusuna sevinçle katılmıştır. Ancak Spil Magnesiası, Roma yönetimine sadık kalmayı seçerek, Mithridates’in ilerleyişine karşı direnen az sayıdaki kentlerden biri olmuştur. Antik tarihçilerden Appianos, Magnesia’nın Roma yönetimi altında kalarak Mithridates ordusuna karşı cesurca savaştığını bildirirken, Pausanias ise Magnesialıların Mithridates’in komutanlarından Arkhaios’u yaraladığını aktarmaktadır. Bu direniş, kentin Roma yönetimiyle olan güçlü bağlarını göstermesi açısından önemlidir. Mithridates Savaşları’nın sona ermesiyle birlikte, Roma Asia Eyaleti’ni yeniden düzenleme sürecine girmiştir. Mithridates’e karşı koyan ve Roma’ya sadık kalan kentlere çeşitli ayrıcalıklar verilmiş, bunlar arasında Magnesia da yer almıştır. Kent, Roma tarafından bağımsızlığına kavuşturulmuş ve aynı zamanda Roma’nın müttefiki ve dostu olarak kabul edilmiştir. Bu statü, Magnesia’nın bölgesel önemini artırmış ve Roma’nın desteğini almasını sağlamıştır. MÖ 61-58 yılları arasında Romalı hatip Cicero’nun küçük kardeşi Quintus Cicero’nun Küçük Asya Eyaleti’nde valilik yaptığı dönemde, bölge ekonomik açıdan büyük bir refah yaşamıştır. Bu süreçte Magnesialılar da bazı bölgesel sorunlarını çözmek adına Cicero’nun desteğini almış ve ona büyük bir saygı duymuşlardır. Magnesia’nın bu dönemdeki ekonomik gücü ve idari konumu, MÖ 30-29 yıllarında Marcus Tullius Cicero’nun kentin prokonsülü (valisi) olarak görev yapmasıyla daha da belirgin hale gelmiştir. Magnesia, Roma İmparatorluğu’nda önemli bir konuma sahip olan sikke basma yetkisine sahip olmuştur ki bu durum, kentin resmi olarak eyalet içinde kendini kabul ettiren bir statüye sahip olduğunu göstermektedir. Roma İmparatorluğu döneminde, Magnesia büyük bir şehir (polis) statüsüne ulaşmış ve Augustus döneminde Plinius tarafından Küçük Asya’daki önemli şehirler arasında anılmıştır. Bu dönemde kent, hem merkezinde hem de çevresinde yoğun bir nüfusa sahip olmuş ve halkın yaşamında çeşitli yerel kültlerin büyük bir yer tuttuğu anlaşılmıştır. Çeşitli yerel tapınaklar ve köy karakterli yerleşimler, kentin dini ve toplumsal yaşamının önemli bir parçası olmuştur. Ancak MS 17 yılında, Magnesia’yı da içine alan büyük bir deprem meydana gelmiş ve Hermos Vadisi’nden başlayarak Ege kıyılarına kadar uzanan geniş bir bölgeyi şiddetle sarsmıştır. Bu deprem sonucunda Magnesia ve Sardeis gibi birçok büyük şehir harap olmuştur. Antik yazarlarda Strabon bu konuda bilgi vermektedir. Bu bilgiler İmparator Tiberius’un kentin yeniden inşası için büyük mali destek sağladığını ve deprem sonrası toparlanma sürecinin hızlandırıldığını göstermektedir. Bu konuda bilgi veren bir başka kişi Roma tarihçisi Tacitus'tur. Tacitus’un Annales adlı eserinde bahsettiği büyük deprem, Spil Magnesiası da dâhil olmak üzere on iki kente büyük zarar vermiştir. İmparator Tiberius, bu felaketten etkilenen kentleri desteklemek amacıyla beş yıl boyunca vergiden muaf tutmuş ve yeniden imar için önemli ölçüde mali yardım sağlamıştır. Magnesialılar, Tiberius'un kenti onarmasını büyük bir lütuf olarak görmüş ve onu “Kentin Kurucusu” olarak anmışlardır. Bu durum, Tiberius’a ithafen basılan sikkelerin lejantlarında da kendini göstermektedir. Roma İmparatorluğu’nun idari yapısında zamanla bazı değişiklikler yaşanmıştır. İmparator Antoninus Pius döneminde, Magnesia’da strategoi adı verilen ve kentin yönetiminden sorumlu bir heyetin bulunduğu bilinmektedir. Bu durum, Magnesia’da idari işlerin sistematik bir şekilde yürütüldüğünü göstermektedir. Aynı dönemde, kentin sosyal ve kültürel hayatına dair önemli bilgiler sunan bazı yazıtlar da günümüze ulaşmıştır. MS 3. yüzyılın başlarına tarihlenen ve Napoli’de bulunan bir yazıtta, İzmir’de düzenlenen Asia Eyaleti Birliği ve Olimpiyat yarışmalarında toplam yirmi dokuz birincilik kazanan Magnesialı M. Aurelius Hermogoras’tan bahsedilmektedir. Hermogoras, daha sonra bu yarışmalarda baş hakem unvanı ile görev yapmıştır. Bu bilgi, Magnesialı atletlerin bölgesel ve uluslararası yarışmalarda önemli başarılar elde ettiğini göstermektedir. III. Gordianus döneminde (MS 238-244) Spil Magnesiası kendi adına sikke basmıştır. Bu, kentin ekonomik gücünü ve siyasi bağımsızlığını belli ölçüde koruduğunu gösteren önemli bir kanıttır. Ancak, Roma İmparatorluğu’nda zamanla ekonomik ve idari sıkıntılar baş göstermeye başlamıştır. İmparator Diocletianus döneminde, Roma devleti yönetimsel reformlar çerçevesinde on iki idari bölgeye (Dioecesis) ayrılmış ve Magnesia, III. Asiana Dioecesis’ine dâhil edilmiştir. İmparator Constantius (MS 337-361) döneminde Magnesia’nın içinde bulunduğu Asia Eyaleti’nin mısır, şarap ve yağ üretimi yaptığı bilinmektedir. Ancak, bu dönemde fiyatlar anormal bir şekilde yükselmiş ve bazı ürünlerin değeri dört ila sekiz katına kadar çıkmıştır. Roma eyaletleri ağır vergi yükü altında ezilmiş ve birçok insanın malları ellerinden alınmıştır. Ekonomik sıkıntılar, Roma İmparatorluğu’nun genelinde huzursuzluklara yol açmış, bu durum devletin istikrarını sarsmıştır. MS IV. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, Roma İmparatorluğu ciddi mali ve siyasi sorunlarla yüz yüze kalmıştır. İmparator Theodosius Magnus, bu zorluklara karşı radikal bir karar alarak imparatorluğu iki oğlu arasında paylaştırmıştır. Buna göre, büyük oğlu Arcadius, Spil Magnesiası’nın da içinde bulunduğu Doğu Roma İmparatorluğu’nu yönetirken, küçük oğlu Honorius Batı Roma’nın başına geçmiştir. Bu karar, Roma İmparatorluğu’nun fiilen ikiye ayrılması anlamına gelmiş ve Arcadius’un yönettiği Doğu Roma İmparatorluğu ile tarih sahnesine Bizans Çağı’nın başlangıcı olarak kabul edilen yeni bir dönem girmiştir. MS 330 yılında, İmparator I. Konstantin tarafından Roma İmparatorluğu’nun ikinci başkenti haline getirilen Constantinopolis, Doğu Roma İmparatorluğu’nun resmi başkenti olmuştur. MS IV. yüzyılın sonlarından itibaren kuzeyden gelen Got savaşçıları Anadolu’da çeşitli huzursuzluklara yol açarken, VII. yüzyıldan itibaren bu tehdit yerini Arap akınlarına bırakmıştır. Özellikle MS VII. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan saldırılar, Batı Anadolu’daki birçok kenti ciddi şekilde etkilemiştir. Bu dönemde Sardeis önemli ölçüde tahrip edilmiş ve bir daha eski gücüne kavuşamamıştır. Bunun sonucunda, bölgesel savunma açısından stratejik bir konumda bulunan ve Batı kıyılarına açılan havzayı kontrol eden Magnesia Kenti, daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Doğudan gelen ve birçok Batı kentini yağmalayan saldırılar karşısında Bizans İmparatorluğu, yeni bir idari ve askeri sistem oluşturma gerekliliği hissetmiştir. Bu yeni sistem, Thema Sistemi olarak adlandırılmıştır. Thema Sistemi, büyük ölçüde Roma İmparatoru Diocletianus’un kurduğu Diocese sisteminin devamı niteliğinde olup, Bizans İmparatorluğu’nun topraklarını bölgesel yönetim birimlerine ayırarak hem askeri hem de idari bir örgütlenme sağlamıştır. Anadolu, bu sistem içinde farklı themalara ayrılmış ve Antik Çağ’da Lydia Bölgesi olarak bilinen topraklar, Spil Magnesiası ile birlikte merkezi Ephesos olan Thrakesion Theması’na dâhil edilmiştir. Bu yapılanma, bölgenin savunmasını güçlendirmeyi amaçlamış ve Magnesia gibi stratejik merkezler bu yeni sistem içinde daha fazla öne çıkmaya başlamıştır. 1071 yılından itibaren Anadolu’nun batı kıyılarına kadar ilerleyen Türkmen grupları, Bizans kentleri üzerinde önemli bir baskı oluşturmuştur. İmparator IV. Romanos Diogenes (1068-1071), Aleksios Komnenos (1081-1118) ve Manuel Komnenos (1143-1180) dönemlerinde, Türk akınlarına karşı birçok Bizans kentinin kaleleri onarılmış ve yeni savunma yapıları inşa edilmiştir. Bu dönemde Batı Anadolu'daki savunma sistemini güçlendirmek için “Neokastra Theması” adı verilen idari-askeri bir örgütlenme oluşturulmuş ve Manuel Komnenos döneminde Spil Magnesiası, bu themanın merkezi olarak öne çıkmıştır. 1204 yılında gerçekleşen ve başkent Konstantinopolis’in Latinler tarafından işgaliyle sonuçlanan Dördüncü Haçlı Seferi, Bizans İmparatorluğu için bir dönüm noktası olmuştur. Başkentin işgali sonrasında birçok Bizans aristokratı Yunanistan ve Anadolu’ya göç etmiş, burada küçük devletler kurmuşlardır. Anadolu'da kurulan bu devletlerden biri de, Latin işgali sonrası İznik merkezli olarak I. Theodoros Laskaris tarafından kurulan İznik İmparatorluğu’dur. XIII. yüzyılın başlarında, İznik İmparatorluğu ile Constantinopolis’teki Latin İmparatorluğu arasında süren mücadeleler sonucunda yapılan antlaşma ile İznik İmparatorluğu, Batı Anadolu’nun büyük bir kısmını ve dolayısıyla Spil Magnesiası’nı da içeren Neokastra Theması’nı hâkimiyetine almıştır. 1261 yılına kadar süren ve Laskarisler Devri olarak da bilinen İznik İmparatorluğu dönemi, özellikle Batı Anadolu kentlerine yapılan yatırımlarla dikkat çekmiştir. Verimli topraklara sahip ovalar yeni yerleşimlere açılmış, Spil Magnesiası da Gediz (Hermos) Nehri’nin suladığı verimli vadi üzerinde hızla gelişen bir kent haline gelmiştir. 1208 yılından itibaren kentte basılan sikkelerin sayısında önemli bir artış gözlemlenmiştir. XV. yüzyılda yaşamış Bizans tarihçisi Dukas, İmparator III. Ioannes Dukas Vatatzes döneminde (1222-1254) İznik İmparatorluğu’nun Batı Anadolu’daki en önemli kentlerinden birinin Spil Magnesiası olduğunu ve imparatorluk hazinesinin burada bulunduğunu kaydetmiştir. Aynı dönemde Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in, 1254-1258 yılları arasında imparatorluk yapan II. Theodoros Laskaris tarafından Magnesia’da kabul edildiği de Bizans kaynaklarında yer almaktadır. III. Ioannes Dukas Vatatzes’in 3 Kasım 1254'te Spil Magnesiası’nda hayatını kaybettiği ve mezarının kent yakınlarındaki Sosandra Manastırı’nda bulunduğu bilinmektedir. Bizanslı kronikçi Pakhymeres, Türklerin işgaline karşı Vatatzes’in lahdinin gizlice Magnesia’ya taşındığını, ancak kentin 1313 yılında Türklerin eline geçtiği gün lahdin surlardan aşağı atılarak parçalandığını anlatmaktadır. 1313 yılında Saruhan Bey komutasındaki Türk ordusu, doğudan batıya ilerleyen fetih hareketleri sonucunda Magnesia Kenti’ni ele geçirmiştir. İlk başlarda Topkale Yamacı’ndaki sur içinde kalan Türk yerleşimciler, zamanla artan nüfus nedeniyle kentin daha az eğimli olan aşağı kısımlarına yayılmıştır. 1365-1390 yılları arasında hüküm süren İshak Bey döneminde inşa edilen İlyas Bey Camii ve Ulu Camii, şehrin yeni merkezini oluşturan önemli yapılar arasında yer almıştır. Osmanlı döneminde ise Manisa, önemli bir şehir olarak gelişmeye devam etmiştir. Bugün hala ayakta olan Sultan Camii, Muradiye Camii, Hatuniye Camii, Kurşunlu Han Bedesteni, Büyük Han, Ali Bey Camii, Çeşnigir Camii, İvaz Paşa Camii, Ayni Ali Camii, Sinan Bey Medresesi, Dilşikar Camii ve Hamamı, Lalapaşa Camii ve Yirmi İki Sultanlar Türbesi gibi yapılar, 16. yüzyıldan itibaren kentin ovaya doğru geliştiğini ve eski yerleşim alanlarının terk edildiğini göstermektedir. Buna rağmen, XVII. yüzyıla ait kayıtlarda Magnesia Kalesi ve kalede görevli askerler hakkında bilgiler yer almaktadır. 1657 yılında, kalede görev yapan piyadelerin İzmir’deki yeni yapılan kaleye aktarılması, bu dönemde kalenin terk edilme sürecinin hızlanmasına neden olmuş olabilir. Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde bahsettiği kale içindeki otuz hanelik mahallenin de zamanla yok olduğu ve nüfusun ovaya indiği anlaşılmaktadır.
Referanslar
Acun, H. (1999). Manisa’da Türk Devri Yapıları. Ankara; Aksoy, F. (2018). Tarih Öncesi Çağlardan Roma’nın Yıkılışına Kadar Spil Dağı’nın (Sipylos) Tarihi ve Arkeolojisi. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Manisa: Manisa Celal Bayar Üniversitesi; Akşit, O. (1983). Manisa Tarihi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 3104; Dağlı, Y. – Kahraman, S. A.- Sezgin İ., (2001). Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 5. Kitap, İstanbul; Doğan, M. U. (2007). Manisa İl Merkezinde Keşfedilen Polygonal Duvarların Sipylos Magnesiası’nın Erken Dönemi ile İlişkisi, Türk Arkeoloji ve Etnografya Dergisi, 8: 79-90; Doğan, M. U. (2007). Magnesia Ad Sipylum Arkeoloji, Topografya ve Tarihi Coğrafya İncelemesi. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi; Doğan, M. Umut (2008). Spylos Magnesiası Arkeolojisine Işık Tutan Yeni Bulunmuş Bir Kabartma, Türk Arkeoloji ve Etnografya Dergisi, 8: 125-132; Doğan, M.U.- Mimaroğlu, M. (2018). Yeni Bulgular Işığında Manisa’nın Antik Çağ Yerleşimi: Magnesıa Ad Sıpylum Geçmişten Günümüze Manisa Şehzade II. Mehmet ve Manisa Tarihi-Kültürü-Ekonomisi. Cilt 1, ss. 105-128; Durugönül, S. (2015). Manisa Müzesi Heykeltıraşlık Eserleri. Mersin: Mersin Üniversitesi Kilikia Arkeolojisi Araştırma Merkezi (KAAM) Yayınları-3; Emecen, F. (2006), Tarih İçinde Manisa. Mersin: Manisa Belediyesi Kültür Yayınları; Ermiş, M.Ü, Küskü Gündüz, S. ve Yılmaz A. (2016). Erken Demirçağı’ndan Ortaçağ Manisa Kalesi, TÜBA-KED, 14: 247-259; Karakaya, E. (1990). Magnesia Şehri Surları ve Kalesi, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, 7: 25-33; Karakuyu, M. (2005). Manisa’nın Tarihi Coğrafyası. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi; Malay, H. (1994). Greek and Latin Inscriptions in the Manisa Museum (ETAM 19). Wien; Malay, H. (1999). Researches in Lydia, Mysia and Aiolis, in: Ergänzungsbände zu den Tituli Asiae Minoris Nr. 23, Wien, ss. 69-70; Onar, R. (1996). Manisa (Magnesia ad Sipylum) Sikkeleri. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi; Tok, E. (2012), Manisa Yakınlarında Bir Ortaçağ Kalesi Yoğurtçu Kale. Manisa: Manisa Belediyesi Yayınları.