Cami

Doğal ve Kültürel Miras Cami

İslâm dinine özgü namaz ibadetinin gerçekleştirildiği mekân başlangıçta mescid kavramıyla karşılanmıştır. Mescid, Arapça "eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak" anlamına gelen sücûd kökünden kaynaklı olarak ‘secde edilen yer’ mânâsında ibadetin icra edildiği yeri ifade etmektedir. Kur’an metninde hadislerde ve ilk dönem kaynaklarda bugün kullanılan cami kavramının karşılığı olarak mescidin kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Kur’an’da bugünkü Kâbe’nin bulunduğu yer için ‘Mescid-ül Harâm’, Hz. Peygamber’in evinin bulunduğu ve ilk inananların buluşma yeri olan duvarlarla çevrilmiş üstü açık avlu için de ‘Mescid-i Nebevî’ tanımları kullanılmıştır. Mescidden başka Arapça namazın karşılığı olan salât kavramına dayanan "namaz kılınan yer" anlamına gelen musallâ, ve yine Farsça olan namaz kelimesinden türeyen çoğunlukla üstü açık  ibadet yeri olan namazgâh kavramları da diğer başka kullanımlar olarak dikkat çekmektedir. İbadet mekânı olarak caminin kullanımının yaygınlaşması daha sonraki dönemlerde gelişen mimariye paralel olarak özellikle içinde minber olan ve cuma ve bayram namazlarının kılındığı büyük mescidler  için kullanılmaya başlanmıştır. Bu ilk dönem örneklere "mescid-ül cami" tanımlaması getirilmiştir. 

Cami, Arapça "toplayan, bir araya getiren" anlamındaki cem kökünden türemiştir. Müslümanların ibadet amacıyla bir araya geldikleri bu mekân, ilk başlarda eğitim, kamu hizmetleri ve başkaca toplum yararını amaçlayan hizmetler için de bir merkez olmuştur. Gelişimini sürdüren İslâm toplumları zamanla ilgili hizmetler için özel yapılar inşa etmeye başlayınca camilerin ana fonksiyonu olan ibadet mekânı olma vasfı ön plana çıkmıştır. Camilerin tüm İslâm mimarisinde en önemli ve en çok işlenmiş yapı türü olduğu söylenebilir. Yeni kurulan ve gelişen şehir yapılanmalarına paralel olarak camiler de şehirlerdeki yerini almış ve genellikle külliye biçiminde ortaya çıkan yapı topluluklarının merkezi haline gelmiştir. İlk kurulan İslâm şehirlerinden olan Fustat, Basra, Kûfe gibi şehirlerden günümüze ulaşan öncü örnekler mevcut olmadığı için ilk camilerin plan tipleri ve özellikleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak yedinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde bir Cuma camisinin (Mescid-ül Cuma) temel işlevleri ve plan tipolojisi genel hatlarıyla biçimlenmiştir. İlk camilerin hipostil, çok ayaklı, bir mekân anlayışına sahip olduğu görülmektedir ki bu özellik sonraki yüzyıllarda çok tercih edilen ve kullanılan cami plan şeması olarak yerini almıştır. Cami inşasında temel hedefin bir araya gelen cemaate mekân sağlamak olduğu düşünüldüğünde, bu mekân sağlama amacının kendisini yeni plan anlayışlarıyla ortaya koyduğu, süreçte gözlemlenmektedir. XI. yüzyıldan sonra İran ve Hindistan coğrafyasında ihtiyaç duyulan mekân, dört adet tonozlu bölmenin bir başka ifadeyle eyvanın eşlik ettiği geniş avlu düzeniyle oluşturulmuştur. Anadolu coğrafyasına gelindiğinde ise Selçukluların öncülük ettiği ve Osmanlıların geliştirip klasiğe ulaştırdığı tek bir orta kubbeyle geniş bir iç mekân yaratma isteği bir diğer cami plan şemasının ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. 

Camileri tasnif ederken bugüne kadar çok farklı sınıflandırma kriterleri ortaya konmuştur. Caminin plan anlayışı, işlev özellikleri, örtü düzeni, istinat ve taşıyıcı eleman hususları vb. farklı nitelikler bu sınıflandırmaların oluşmasında etkili olmuştur. Sınıflandırma çabalarının çok çeşitli olması esasen cami mimarisinde başlangıçtan itibaren belirleyici bir kriterin bulunmayışından kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim Kur’an ve Hadislerde cami inşasında dikkat edilmesi gereken iki kriter, ‘yön’ ve ‘temizlik’, haricinde başkaca bir kriterin bulunmayışı bu çeşitliliğin de temel nedeni sayılabilir. Geniş bir coğrafyaya yayılan İslâm inancı karşılaştığı her yeni kültürün imar özelliklerini kendi bünyesine katarak geniş bir yapı yelpazesi oluşturmuştur. Yerel unsurların cami bünyesinde yer almasıyla çeşitlenen mimari anlayış klasik cami yapısına ulaştığında farklı işlevleri olan ögelerinde aynı bünyeye eklemlenmesine imkân sağlamıştır. Klasik bir camide litürjik işlevleri de olan bu mimari ögelerin başlıcalarına değinilecek olursa öncelikle yukarıda değinilen değişmez ilk kriter olan ‘yön’ kriteriyle bağlantılı mihrapla başlanabilir. Zaman içerisinde cami bünyesine dahil olan ve gelişimi uzun bir süre alan mihrap, kıble yönünü göstermesi ve Hz. Peygamber’in ilk imam olarak hatırlatıcısı olması nedeniyle hem fonksiyonel hem de simgesel işlevi olan bir unsurdur. Litürjik bir başka eleman olan minber, yine Hz. Peygamber’in vaaz ederken yaslandığı hurma kütüğünün sonraki dönemlerde geliştirilerek değişik formlarda ele alınmış biçimidir. İbadetle olan ilişkisinde hatibin rahat bir biçimde görülmesini ve sesinin daha iyi duyulabilmesini sağlayan minber, aynı zamanda mevcut idari yapının da temsilini sağlayan sembolik bir anlam kazanmıştır. İslâm’ın yayıldığı ve idarenin ele alındığı bölgelerde, zaferle birlikte daha ihtişamlı yapılar yapma eğilimi cami mimarisinde de kendini göstermiştir. Camilerin hacmen büyümesi beraberinde diğer mimari unsurlarında aynı oranda büyümesine neden olmuştur. Görkemli ana giriş kapıları bir başka ifadeyle taçkapılar, hem sahip olunan inancın hem de yaptıranın gücünü sergilemesi açısından klasik cami mimarisinin vazgeçilmez bir elemanı olmuştur. Bu gösterişli kapılardan içeri girildiğinde avlu düzenlemeleriyle birlikte yukarıda değinilen bir diğer değişmez kriter olan ‘temizlik’ kriterini yerine getiren, namaz öncesi temizlenmeyi sağlayan abdestin alındığı şadırvanlar cami mimarisine zenginlik katan bir başka geleneksel ögedir. İbadet esnasında özellikle büyük camilerde imamın sesinin müezzin ismi verilen diğer bir görevli tarafından duyurulmasını sağlayan özel yapılmış mahfeller ve yine dışarıda bulunan cemaate sesin iletilmesini sağlayan mükebbireler fonksiyonel diğer elemanlardır. Tüm bu unsurların yanına eklenen ve cami mimarisine özgün hüviyetini kazandıran öge ise kuşkusuz minaredir. Namaz vakitlerinin duyurulması işlevinin yanı sıra sembolik olarak da İslâm şehri kimliğinin sembolik göstergesi haline gelen minare, tüm dünyada İslâm mimarisinin de tanımlayıcı bir görseli halini almıştır. 

Yukarıda sayılan mimari elemanları barındıran camiler plan anlayışlarına göre tanımlanacak olursa üç başlık halinde toparlanması mümkün gözükmektedir. Her ne kadar coğrafyalara bağlı çok sayıda sınıflama girişimi olsa da Anadolu özelinde temelde kare ünite üzerine kubbeli örtü düzeninin geliştirildiği cami planlamalarında üç ana grup etrafında toparlanabilecek çok sayıda cami inşa edilmiştir. Tek üniteli camiler olarak vasıflandırılabilecek ilk grup camiler, dört köşe bir harimin kubbe ve tonoz yardımıyla örtüldüğü ve bu örtü düzenine son cemaat yeri ve minarenin eşlik ettiği oldukça sade bir mimari düzene sahip camilerdir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin ilk dönem cami tipolojisini belirleyen bu plan anlayışı yine ilk örneklerden olan Bursa Alâaddin Bey Camii ve İznik Hacı Özbek Camii’nde gözlemlemek mümkündür. Selçuklu ulu camii tipinin Osmanlı’da devamı olarak sayılabilecek çok üniteli camiler ikinci grup camileri oluşturur. Büyük bir iç mekân arayışı içinde olunan bu tipin, Selçuklularda çok ayaklı ve genellikle düz çatılı olmanın yanı sıra belirli bölümlerinin de kubbe ve tonozla örtülü olduğu gözlemlenmektedir. Sivas Ulu Camii ve Konya Alâadddin Camiileri Selçuklu döneminin çok üniteli camileridir.  Osmanlı mimarisinde bu tipin ayaklarla bölünmüş her bölümünün kubbeyle örtülmüş olduğu görülmektedir. Bursa Ulu Camii ve Edirne Eski Camii bu tipin en iyi korunmuş ilk örnekleridir. Üçüncü grup camileri çapraz eksenli camiler olarak tanımlamak mümkündür. Her ne kadar bu gruptaki camiler, Bursa tipi, ters T planlı, zâviyeli ya da çok fonksiyonlu biçiminde tanımlansa da en kapsamlı başlığın çapraz mihverli ya da eksenli camiler olduğu söylenebilir. Selçuklu medreselerinin dış kütle formu ve iç mekân anlayışı yönüyle öncülük ettiği bu camilerin, açık ve dört eyvanlı medrese tipinin kapalı avlulu medrese tipiyle birleşiminden doğmuş bir kompozisyonu barındırdığı değerlendirmesi yapılabilir. Bir ya da iki minarenin eşlik ettiği bu cami tipinin genellikle beş birimli bir son cemaat yeri ve cami ana mekânına eşlik eden oda ve başka hacimler bulunabilir. Bursa Orhan Gazi Camii, Bursa Yeşil Camii, İstanbul Mahmud Paşa Camii  ve Amasya Beyazıt Camii bu tipin en belirgin vasıflarını taşıyan örneklerdir. Klasiğe doğru gidişte genel olarak tercih edilmiş bu üç planlama anlayışının XVI. yüzyıla gelindiğinde Mimar Sinan gibi bir mimari dehanın elinde Süleymaniye Camii, Selimiye Camii gibi zirve eserlere evrildiği görülmektedir. Sinan’ın kendi çağında diğer mimari türlerde olduğu gibi cami mimarisinde de oldukça etkili olması, takipçilerinin de aynı yaklaşımla eserler vermeye devam etmesi sonucunu doğurmuştur.  

Gelişimini güzümüze kadar sürdürmüş ve İslâm dünyasının en çok işlenmiş yapı türü olan camilerin mimari çeşitlemelerinde ilerlemeler ve değişimler devam etmektedir. Klasiğin dışında çağdaş cami mimarisi başlığı altında ele alınabilecek olan bu yenilikler barındırdıkları niteliklere göre beş temel yaklaşım üzerinden değerlendirmeye tabi tutulabilir. Geleneğin izini süren ve klasik cami mimarisinden feyiz alan gelenekselci yaklaşım, cami mimarisinde günümüze kadar ulaşan yapı elemanları ve plan tiplerini asgari düzeyde yaşatmayı ve yansıtmayı hedeflemektedir. Son yıllarda inşa edilmiş olan Ankara Kocatepe Camii ve İstanbul Çamlıca Camiileri gelenekselci tutumun modern dönem yansımalarıdır. Halk yapı sanatı şeklinde tanımlanabilecek vernaküler yaklaşım ise halkın yaşam çevresinden sağladığı malzemeyle yerel inşa tekniklerini buluşturduğu bir girişimdir. Yerelde mevcut imkanlarla inşası hedeflenen bu yapılar, usta-çırak ilişkisi sonucu yetişmiş ustalarca inşa edilmektedir. Harcamaların en asgari düzeyde tutulmaya çalışıldığı bu yapılarda malzemenin de en kolay ulaşılabilir olanı tercih edilmektedir. Örneğin Türkiye’de Karadeniz bölgesinde inşa edilen ahşap kagir camiler ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yığma taştan inşa edilen köy camileri vernaküler yaklaşımın en somut temsilcileridir. Düzce Hemşin Köyü Camii, Çayeli Çavuşoğlu Camii, Uzungöl Gölbaşı Camii bu yaklaşımın tipik örnekleridir. Halk yapı sanatına benzerlik göstermekle birlikte her türlü popüler referansı yapı programına dahil eden popülist yaklaşım, cami mimarisinde bir diğer yaklaşımdır. Abartılı bir süsleme düzeni ve uçlarda gezinen bir mimari anlayışla halkın beğenisi için her türlü imkânı zorlayan bu yaklaşımda ortak bir üslup ya da yapı dili yoktur. Yerel referansların etkin olduğu bu cami tipinde rüküşlükler, rafine dilmemiş zevkler ve yalnızca inşa faaliyetlerinin yürütüldüğü bölgeye has bir takım anlam yüklemeleri gözlemlenebilir. Örneğin Safranbolu Dizdar Camii’nde kubbenin Safranbolu’nun önemli bir kültürel değeri olan safran bitkisinin soğanı biçiminde inşa edilmiş olması bu yaklaşımın bir sonucudur. Geleneksel yapı dilinin modern bir bakış açısıyla buluşturulmaya çalışıldığı uyarlamacı (adaptif) modernist yaklaşım, cami mimarisinde bilhassa son dönemde örnekler vererek geçmişe duyulan özlemin modern çağla uyumu arayışı içerisindedir. Gelenekselden vazgeçmeden modern bir üslup yaratmak temel hedeftir. Kullanılan malzemenin geleneğe uygun seçilmesine özen gösterilir ama kullanım yol ve yöntemleri modern bir bakış açısıyla tatbik edilmeye çalışılır. Atatürk Barajı Karababa Camii, Gölbaşı TEK Camii, Ostim Camiileri uyarlamacı modernist anlayışıyla dikkat çekmektedir. Son olarak çağdaş dönemin bir diğer cami mimarisi yaklaşımı, teknolojik imkanların, malzeme çeşitliliğinin orijinal bir üslupla ele alındığı modern yaklaşımdır. Modern çağın tüm olanaklarının kullanılmaya çalışıldığı bu yaklaşımda yeni arayışlar ve geleneğin dışında yeni bir mimari imaj ve yapı dili oluşturmak nihai hedeftir. TBMM Camii, Akçakoca Merkez Camii, Bursa BUTTİM Camii gibi, geleneğin dışında yeni bir mimari tarz ortaya koyma eğiliminde olan camiler modern yaklaşımlı eserlerdir. Sonuç olarak İslâm mimarisinin en dinamik mimari yapı türü olan camilerin, başlangıçtan günümüze çok çeşitli form ve özellikle inşa edilmiş olması, yapımının önünde yön ve temizlik haricinde bağlayıcı bir kriterin de bulunmayışı, bu yapı türünün daha çok farklı anlayış ve yaklaşımlarla inşa edilmeye devam edileceğini işaret etmektedir.  

Yararlanılan Kaynaklar

Eyice S. (1993). ‘Cami’, İçinde; TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 7, ss. 56-90; Grabar, O. (2007). ‘Cami’, İslâm Sanatı ve Mimarisi. İçinde; Editör: Hattstein, M., Delius P., İstanbul: Literatür Yayıncılık, ss. 41-45; Kuran, A. (1964). İlk Devir Osmanlı Mimarisinde Cami. Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları; Saz, S. (2013). İbrahim Aydın Yüksel’in İstanbul Camileri (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü; The Mosque History, Architectural Development & Regional Diversity. (1994). Ed. Frishman, M., Khan, H.U., Thames and Hudson.