Maddeye katkıda bulunan yazarlar:
-
2024
İslâm dinine özgü namaz ibadetinin gerçekleştirildiği mekân başlangıçta mescid kavramıyla karşılanmıştır. Mescid, Arapça "eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak" anlamına gelen sücûd kökünden kaynaklı olarak ‘secde edilen yer’ mânâsında ibadetin icra edildiği yeri ifade etmektedir. Kur’an metninde hadislerde ve ilk dönem kaynaklarda bugün kullanılan cami kavramının karşılığı olarak mescidin kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Kur’an’da bugünkü Kâbe’nin bulunduğu yer için ‘Mescid-ül Harâm’, Hz. Peygamber’in evinin bulunduğu ve ilk inananların buluşma yeri olan duvarlarla çevrilmiş üstü açık avlu için de ‘Mescid-i Nebevî’ tanımları kullanılmıştır. Mescidden başka Arapça namazın karşılığı olan salât kavramına dayanan "namaz kılınan yer" anlamına gelen musallâ, ve yine Farsça olan namaz kelimesinden türeyen çoğunlukla üstü açık ibadet yeri olan namazgâh kavramları da diğer başka kullanımlar olarak dikkat çekmektedir. İbadet mekânı olarak caminin kullanımının yaygınlaşması daha sonraki dönemlerde gelişen mimariye paralel olarak özellikle içinde minber olan ve cuma ve bayram namazlarının kılındığı büyük mescidler için kullanılmaya başlanmıştır. Bu ilk dönem örneklere "mescid-ül cami" tanımlaması getirilmiştir.
Cami, Arapça "toplayan, bir araya getiren" anlamındaki cem kökünden türemiştir. Müslümanların ibadet amacıyla bir araya geldikleri bu mekân, ilk başlarda eğitim, kamu hizmetleri ve başkaca toplum yararını amaçlayan hizmetler için de bir merkez olmuştur. Gelişimini sürdüren İslâm toplumları zamanla ilgili hizmetler için özel yapılar inşa etmeye başlayınca camilerin ana fonksiyonu olan ibadet mekânı olma vasfı ön plana çıkmıştır. Camilerin tüm İslâm mimarisinde en önemli ve en çok işlenmiş yapı türü olduğu söylenebilir. Yeni kurulan ve gelişen şehir yapılanmalarına paralel olarak camiler de şehirlerdeki yerini almış ve genellikle külliye biçiminde ortaya çıkan yapı topluluklarının merkezi haline gelmiştir. İlk kurulan İslâm şehirlerinden olan Fustat, Basra, Kûfe gibi şehirlerden günümüze ulaşan öncü örnekler mevcut olmadığı için ilk camilerin plan tipleri ve özellikleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak yedinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde bir Cuma camisinin (Mescid-ül Cuma) temel işlevleri ve plan tipolojisi genel hatlarıyla biçimlenmiştir. İlk camilerin hipostil, çok ayaklı, bir mekân anlayışına sahip olduğu görülmektedir ki bu özellik sonraki yüzyıllarda çok tercih edilen ve kullanılan cami plan şeması olarak yerini almıştır. Cami inşasında temel hedefin bir araya gelen cemaate mekân sağlamak olduğu düşünüldüğünde, bu mekân sağlama amacının kendisini yeni plan anlayışlarıyla ortaya koyduğu, süreçte gözlemlenmektedir. XI. yüzyıldan sonra İran ve Hindistan coğrafyasında ihtiyaç duyulan mekân, dört adet tonozlu bölmenin bir başka ifadeyle eyvanın eşlik ettiği geniş avlu düzeniyle oluşturulmuştur. Anadolu coğrafyasına gelindiğinde ise Selçukluların öncülük ettiği ve Osmanlıların geliştirip klasiğe ulaştırdığı tek bir orta kubbeyle geniş bir iç mekân yaratma isteği bir diğer cami plan şemasının ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır.
Camileri tasnif ederken bugüne kadar çok farklı sınıflandırma kriterleri ortaya konmuştur. Caminin plan anlayışı, işlev özellikleri, örtü düzeni, istinat ve taşıyıcı eleman hususları vb. farklı nitelikler bu sınıflandırmaların oluşmasında etkili olmuştur. Sınıflandırma çabalarının çok çeşitli olması esasen cami mimarisinde başlangıçtan itibaren belirleyici bir kriterin bulunmayışından kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim Kur’an ve Hadislerde cami inşasında dikkat edilmesi gereken iki kriter, ‘yön’ ve ‘temizlik’, haricinde başkaca bir kriterin bulunmayışı bu çeşitliliğin de temel nedeni sayılabilir. Geniş bir coğrafyaya yayılan İslâm inancı karşılaştığı her yeni kültürün imar özelliklerini kendi bünyesine katarak geniş bir yapı yelpazesi oluşturmuştur. Yerel unsurların cami bünyesinde yer almasıyla çeşitlenen mimari anlayış klasik cami yapısına ulaştığında farklı işlevleri olan ögelerinde aynı bünyeye eklemlenmesine imkân sağlamıştır. Klasik bir camide litürjik işlevleri de olan bu mimari ögelerin başlıcalarına değinilecek olursa öncelikle yukarıda değinilen değişmez ilk kriter olan ‘yön’ kriteriyle bağlantılı mihrapla başlanabilir. Zaman içerisinde cami bünyesine dahil olan ve gelişimi uzun bir süre alan mihrap, kıble yönünü göstermesi ve Hz. Peygamber’in ilk imam olarak hatırlatıcısı olması nedeniyle hem fonksiyonel hem de simgesel işlevi olan bir unsurdur. Litürjik bir başka eleman olan minber, yine Hz. Peygamber’in vaaz ederken yaslandığı hurma kütüğünün sonraki dönemlerde geliştirilerek değişik formlarda ele alınmış biçimidir. İbadetle olan ilişkisinde hatibin rahat bir biçimde görülmesini ve sesinin daha iyi duyulabilmesini sağlayan minber, aynı zamanda mevcut idari yapının da temsilini sağlayan sembolik bir anlam kazanmıştır. İslâm’ın yayıldığı ve idarenin ele alındığı bölgelerde, zaferle birlikte daha ihtişamlı yapılar yapma eğilimi cami mimarisinde de kendini göstermiştir. Camilerin hacmen büyümesi beraberinde diğer mimari unsurlarında aynı oranda büyümesine neden olmuştur. Görkemli ana giriş kapıları bir başka ifadeyle taçkapılar, hem sahip olunan inancın hem de yaptıranın gücünü sergilemesi açısından klasik cami mimarisinin vazgeçilmez bir elemanı olmuştur. Bu gösterişli kapılardan içeri girildiğinde avlu düzenlemeleriyle birlikte yukarıda değinilen bir diğer değişmez kriter olan ‘temizlik’ kriterini yerine getiren, namaz öncesi temizlenmeyi sağlayan abdestin alındığı şadırvanlar cami mimarisine zenginlik katan bir başka geleneksel ögedir. İbadet esnasında özellikle büyük camilerde imamın sesinin müezzin ismi verilen diğer bir görevli tarafından duyurulmasını sağlayan özel yapılmış mahfeller ve yine dışarıda bulunan cemaate sesin iletilmesini sağlayan mükebbireler fonksiyonel diğer elemanlardır. Tüm bu unsurların yanına eklenen ve cami mimarisine özgün hüviyetini kazandıran öge ise kuşkusuz minaredir. Namaz vakitlerinin duyurulması işlevinin yanı sıra sembolik olarak da İslâm şehri kimliğinin sembolik göstergesi haline gelen minare, tüm dünyada İslâm mimarisinin de tanımlayıcı bir görseli halini almıştır.
Yukarıda sayılan mimari elemanları barındıran camiler plan anlayışlarına göre tanımlanacak olursa üç başlık halinde toparlanması mümkün gözükmektedir. Her ne kadar coğrafyalara bağlı çok sayıda sınıflama girişimi olsa da Anadolu özelinde temelde kare ünite üzerine kubbeli örtü düzeninin geliştirildiği cami planlamalarında üç ana grup etrafında toparlanabilecek çok sayıda cami inşa edilmiştir. Tek üniteli camiler olarak vasıflandırılabilecek ilk grup camiler, dört köşe bir harimin kubbe ve tonoz yardımıyla örtüldüğü ve bu örtü düzenine son cemaat yeri ve minarenin eşlik ettiği oldukça sade bir mimari düzene sahip camilerdir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin ilk dönem cami tipolojisini belirleyen bu plan anlayışı yine ilk örneklerden olan Bursa Alâaddin Bey Camii ve İznik Hacı Özbek Camii’nde gözlemlemek mümkündür. Selçuklu ulu camii tipinin Osmanlı’da devamı olarak sayılabilecek çok üniteli camiler ikinci grup camileri oluşturur. Büyük bir iç mekân arayışı içinde olunan bu tipin, Selçuklularda çok ayaklı ve genellikle düz çatılı olmanın yanı sıra belirli bölümlerinin de kubbe ve tonozla örtülü olduğu gözlemlenmektedir. Sivas Ulu Camii ve Konya Alâadddin Camiileri Selçuklu döneminin çok üniteli camileridir. Osmanlı mimarisinde bu tipin ayaklarla bölünmüş her bölümünün kubbeyle örtülmüş olduğu görülmektedir. Bursa Ulu Camii ve Edirne Eski Camii bu tipin en iyi korunmuş ilk örnekleridir. Üçüncü grup camileri çapraz eksenli camiler olarak tanımlamak mümkündür. Her ne kadar bu gruptaki camiler, Bursa tipi, ters T planlı, zâviyeli ya da çok fonksiyonlu biçiminde tanımlansa da en kapsamlı başlığın çapraz mihverli ya da eksenli camiler olduğu söylenebilir. Selçuklu medreselerinin dış kütle formu ve iç mekân anlayışı yönüyle öncülük ettiği bu camilerin, açık ve dört eyvanlı medrese tipinin kapalı avlulu medrese tipiyle birleşiminden doğmuş bir kompozisyonu barındırdığı değerlendirmesi yapılabilir. Bir ya da iki minarenin eşlik ettiği bu cami tipinin genellikle beş birimli bir son cemaat yeri ve cami ana mekânına eşlik eden oda ve başka hacimler bulunabilir. Bursa Orhan Gazi Camii, Bursa Yeşil Camii, İstanbul Mahmud Paşa Camii ve Amasya Beyazıt Camii bu tipin en belirgin vasıflarını taşıyan örneklerdir. Klasiğe doğru gidişte genel olarak tercih edilmiş bu üç planlama anlayışının XVI. yüzyıla gelindiğinde Mimar Sinan gibi bir mimari dehanın elinde Süleymaniye Camii, Selimiye Camii gibi zirve eserlere evrildiği görülmektedir. Sinan’ın kendi çağında diğer mimari türlerde olduğu gibi cami mimarisinde de oldukça etkili olması, takipçilerinin de aynı yaklaşımla eserler vermeye devam etmesi sonucunu doğurmuştur.
Gelişimini güzümüze kadar sürdürmüş ve İslâm dünyasının en çok işlenmiş yapı türü olan camilerin mimari çeşitlemelerinde ilerlemeler ve değişimler devam etmektedir. Klasiğin dışında çağdaş cami mimarisi başlığı altında ele alınabilecek olan bu yenilikler barındırdıkları niteliklere göre beş temel yaklaşım üzerinden değerlendirmeye tabi tutulabilir. Geleneğin izini süren ve klasik cami mimarisinden feyiz alan gelenekselci yaklaşım, cami mimarisinde günümüze kadar ulaşan yapı elemanları ve plan tiplerini asgari düzeyde yaşatmayı ve yansıtmayı hedeflemektedir. Son yıllarda inşa edilmiş olan Ankara Kocatepe Camii ve İstanbul Çamlıca Camiileri gelenekselci tutumun modern dönem yansımalarıdır. Halk yapı sanatı şeklinde tanımlanabilecek vernaküler yaklaşım ise halkın yaşam çevresinden sağladığı malzemeyle yerel inşa tekniklerini buluşturduğu bir girişimdir. Yerelde mevcut imkanlarla inşası hedeflenen bu yapılar, usta-çırak ilişkisi sonucu yetişmiş ustalarca inşa edilmektedir. Harcamaların en asgari düzeyde tutulmaya çalışıldığı bu yapılarda malzemenin de en kolay ulaşılabilir olanı tercih edilmektedir. Örneğin Türkiye’de Karadeniz bölgesinde inşa edilen ahşap kagir camiler ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yığma taştan inşa edilen köy camileri vernaküler yaklaşımın en somut temsilcileridir. Düzce Hemşin Köyü Camii, Çayeli Çavuşoğlu Camii, Uzungöl Gölbaşı Camii bu yaklaşımın tipik örnekleridir. Halk yapı sanatına benzerlik göstermekle birlikte her türlü popüler referansı yapı programına dahil eden popülist yaklaşım, cami mimarisinde bir diğer yaklaşımdır. Abartılı bir süsleme düzeni ve uçlarda gezinen bir mimari anlayışla halkın beğenisi için her türlü imkânı zorlayan bu yaklaşımda ortak bir üslup ya da yapı dili yoktur. Yerel referansların etkin olduğu bu cami tipinde rüküşlükler, rafine dilmemiş zevkler ve yalnızca inşa faaliyetlerinin yürütüldüğü bölgeye has bir takım anlam yüklemeleri gözlemlenebilir. Örneğin Safranbolu Dizdar Camii’nde kubbenin Safranbolu’nun önemli bir kültürel değeri olan safran bitkisinin soğanı biçiminde inşa edilmiş olması bu yaklaşımın bir sonucudur. Geleneksel yapı dilinin modern bir bakış açısıyla buluşturulmaya çalışıldığı uyarlamacı (adaptif) modernist yaklaşım, cami mimarisinde bilhassa son dönemde örnekler vererek geçmişe duyulan özlemin modern çağla uyumu arayışı içerisindedir. Gelenekselden vazgeçmeden modern bir üslup yaratmak temel hedeftir. Kullanılan malzemenin geleneğe uygun seçilmesine özen gösterilir ama kullanım yol ve yöntemleri modern bir bakış açısıyla tatbik edilmeye çalışılır. Atatürk Barajı Karababa Camii, Gölbaşı TEK Camii, Ostim Camiileri uyarlamacı modernist anlayışıyla dikkat çekmektedir. Son olarak çağdaş dönemin bir diğer cami mimarisi yaklaşımı, teknolojik imkanların, malzeme çeşitliliğinin orijinal bir üslupla ele alındığı modern yaklaşımdır. Modern çağın tüm olanaklarının kullanılmaya çalışıldığı bu yaklaşımda yeni arayışlar ve geleneğin dışında yeni bir mimari imaj ve yapı dili oluşturmak nihai hedeftir. TBMM Camii, Akçakoca Merkez Camii, Bursa BUTTİM Camii gibi, geleneğin dışında yeni bir mimari tarz ortaya koyma eğiliminde olan camiler modern yaklaşımlı eserlerdir. Sonuç olarak İslâm mimarisinin en dinamik mimari yapı türü olan camilerin, başlangıçtan günümüze çok çeşitli form ve özellikle inşa edilmiş olması, yapımının önünde yön ve temizlik haricinde bağlayıcı bir kriterin de bulunmayışı, bu yapı türünün daha çok farklı anlayış ve yaklaşımlarla inşa edilmeye devam edileceğini işaret etmektedir.
Referanslar
Eyice S. (1993). ‘Cami’, İçinde; TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 7, ss. 56-90; Grabar, O. (2007). ‘Cami’, İslâm Sanatı ve Mimarisi. İçinde; Editör: Hattstein, M., Delius P., İstanbul: Literatür Yayıncılık, ss. 41-45; Kuran, A. (1964). İlk Devir Osmanlı Mimarisinde Cami. Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları; Saz, S. (2013). İbrahim Aydın Yüksel’in İstanbul Camileri (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü; The Mosque History, Architectural Development & Regional Diversity. (1994). Ed. Frishman, M., Khan, H.U., Thames and Hudson.
-
2025
İlk örneğini bizzat Hz. Peygamber ve ashabının Medine’de taş duvarlarla çevrili dikdörtgen bir alanın kısa kenarında ahşap direkler üzerinde yükselen hurma dallarıyla inşa ettiği yapıdır. Yine Hz. Peygamber’in ifadesiyle “el-mescidül-cami'” olarak adlandırılan bu yapının ibadet yanında savaş ve barış gibi önemli olayların kararını verme, istişare, hastane, hazine, eğitim, iaşe temin ve yardım yapısı gibi işlevleri günümüze kadar gelmiştir (Önkal ve Bozkurt 1993). Secde edilen yer manasındaki mescid ise Hz. Peygamber’in yeryüzünde ilk mescidin Mescid-i Haram, ikincisinin ise Mescid-i Aksa olduğuna dair açıklamasına göre insanlık tarihinde inşa edilen İslâm mabedlerinin tamamını ifade eden bir kavram olarak kullanılmıştır (Önkal ve Bozkurt 1993).
İslam coğrafyasında Hz. Ömer’in emriyle başlayan ve Emeviler ile Abbasiler döneminde yaygınlaşıp günümüze kadar gelen bir uygulamayla, Cuma namazında bulunduğu yerdeki bütün müslümanların toplanması amacıyla “Cuma Camii, Ulu Cami, Cami-i Kebir” denilen abidevi yapılar inşa edilmiştir. Türk-İslam mimarisinde cami büyük ebadda abidevi yapılar için kullanılırken; mescid mahalle ölçeğinde hizmet veren küçük yapılara denmiştir (Eyice 1993). Özellikle Osmanlı klasik dönem mimarisinde artan nüfusla birlikte camilerin yetersiz kaldığı durumlarda mescidlere de minber eklenerek Cuma namazı ve vaazı için Cami statüsü verildiği Osmanlı Arşivi evrakından takip edilebilmektedir. Cuma namazı kılınan camilerin banisi sultan olanlarına da selatin camisi denmiştir. Selatin camileri başta olmak üzere Cuma namazı kılınan ve cami hüviyetinde olan yapıların genelde dış avlu ve iç avlu olmak üzere iki açık alanı bulunmaktadır. Gerektiğinde yangın vb. tehditlerden korunmak ve sessiz bir toplanma alanı sunmak üzere tasarlanan dış avluya yerleşim durumuna göre pek çok açıklıktan girilebilirken; şadırvanın bulunduğu iç avluya ise taç kapı (cümle kapısı) ve yan kapılardan girilir. Türkiye’de güney-güneydoğu yönünde bulunan kıble istikametinde konumlanan camilerin ana girişleri tam tersi kuzey, kuzeybatı doğrultusunda olur. Bu yüzden cami girişi kıbleyi göstermektedir. Ortasında kapıların bulunduğu duvarlar revaklarla çevrilirken, cami ana girişinde de son cemaat yerini teşkil eden revaklı bir sofa bulunur. İç avlu ana girişi ve cami ana girişinde caminin banisi, inşa yılı, yapımı ile ilgili nazım veya nesir formunda genelde ünlü hattatlara yazdırılan ve sanat değeri yüksek kitabeler bulunur. Camilerin girişleri ise mihrab duvarı haricinde üç cepheden olabilmektedir. Ana ve yan kapılar hariç minber ve kürsüye yakın konumlanan imam ve meyyit kapısı ile de girilen ve harim denilen ibadet mekânını teşkil eden bölümde, özellikle XVII. yüzyıldan itibaren başlayan hünkâr kasrı uygulamasıyla padişaha hizmet veren bir de mahfil kapısı bulunmaktadır. Padişahın güvenli bir şekilde ibadet edebileceği hünkâr mahfili ve bazı selatin camilerinde yüksekçe ve sanatlı yapılan müezzin mahfili haricinde hanımlar için de harimin alt veya üst katında ayrı mahfiller bulunabilmektedir. İmamın namaz kıldırdığı yerde bulunan bazen dışarıdan da çıkıntı şeklinde farkedilen nişiyle mermer, renkli taş, çini mozaik veya ahşap gibi malzemelerden yapılan mihrab, duvarın ortasında yer alırken; hemen sağında yine ahşap veya mermer minber bulunur. Vaaz kürsüsü de mihrabın solunda konuşlanan camilerde müslümanların birlikte ibadet edişinin somut bir göstergesi olan “saf” nizamı için mümkün olduğu kadar az dikey taşıyıcı kullanılarak gök kubbeyi temsilen kubbenin hakim olduğu yüksek bir örtü sisteminin Orta Asya’daki ilk örneklerinden itibaren Türk İslam mimarisinde tercih edildiği ve geliştirildiği görülmektedir. Buhara civarındaki Hazara (Degaron) Camii ve Merv civarındaki Talhatan Baba Cami’leri Anadolu Türk mimarisi ile zirveye ulaşacak merkezi planlı camilerin ilk örneklerini oluşturmaktadır.
X. yüzyıl başı ile XI. yüzyıl başına tarihlenen Hazara Camii’nin dört dairevi paye üzerinde sivri kemerlerle yükselen 6,50 metre çapındaki kubbe hakimiyetindeki örtü sistemi, köşelerde küçük kubbe ve yanlarda tonozlarla genişletilmiştir ve bu haliyle Edirne ve İstanbul’da XVI. yüzyılda inşa edilen Osmanlı selatin camilerinin arkaiği gibidir. (Aslanapa 1993). XI. yüzyıl sonu ile XII. yüzyıl başına tarihlenen Talhatan Baba Camii’nde ise 18x10 dikdörtgen planda tam ortada yer alan mihrap duvarı ve dört payenin taşıdığı kubbenin hakim olduğu örtü sistemi çapraz tonozlu iki mekânla iki yandan genişletilmiştir. Bu haliyle Mimar Sinan’ın aynı sistemi kullanarak inşa ettiği enine genişleyen plan şemalarına örnek teşkil etmektedir (Aslanapa 1993; Çeşmeli 2007).
Anadolu’yu Türk yurdu haline getirecek ilk adımları Selçuklular atmıştır. Sultan Alparslan’ın Bizans’ı mağlup ettiği 1071 Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun kapıları Türkler’e açılmış, akınlar ve yerleşim başlamıştır. Anadolu’daki ilk inşa faaliyetleriyle beraber ilk cami yapısı da bu döneme tarihlenmektedir. Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Ani Ören Yeri’ndeki Ebu’l-Menuçehr Cami, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın emriyle Şeddâdoğlu Ebu’l-Menûçehr tarafından yaptırılmış, mihrap önü kubbeli, üç sahınlı, tonozlu ve iç avlulu kesme taş bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuzeybatıdaki minaresi sekizgen gövdeki, tek şerefelidir ve gövdesinde Kufi bir Besmele yer almaktadır. Diyarbakır Ulu Cami (1091-1092), Siirt Ulucami (XII. yüzyıl başı) ve Bitlis Ulucami (XII. yüzyıl ilk yarısı) Büyük Selçuklu Devleti zamanında Anadolu’da yapılmış diğer camilerdir.
Akkoyunlular döneminde Diyarbakır’da Safa/İparlı (1453-1478), Ayni Minare (1489), Nebi (XV. yüzyıl), Şeyh Mutahhar (XV. yüzyıl sonu) camileri inşa edilmiştir. Karakoyunlular dönemine ait Van Ulu Cami (1389-1400) tuğla stuko süslemeleriyle oldukça dikkat çekicidir. Danişmendli coğrafyasında Niksar Ulu Cami (XII. yüzyıl ikinci yarısı), Kayseri Ulu Cami (XII. yüzyıl ortası), Kölük Camii (XII. yüzyıl) ve tuğla ve çini malzemenin birlikte kullanılarak meydana getirilen muazzam hat ve hendesi tezyinat programı ile Sivas Ulu Cami (1197) Anadolu Selçuklu camilerini temsiil ederler. Artuklu coğrafyasında yer alan Silvan Ulu Cami (1031), Harput Ulu Cami (1156), Kızıltepe Ulu Cami (1204) mihrap önü kubbeli ve avlulu yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Saltuklu coğrafyasında ise geniş mihrap önü kubbesi ve ona uzanan mukarnaslı tonozlu sahnı ve toplamda yedi sahınlı planıyla en görkemli yapı Erzurum Ulu Cami’dir (1179). Mengücek coğrafyasında Divriği Kale Camii (1180) ile taç kapısında ve diğer kapılarında hendesi ve figür ağırlıklı yüksek kabartma tekniğinde uygulanan göz kamaştırıcı serbest kompozisyonları, herbiri sanki elle şekil verilmişçesine ustalıkla oyulmuş tonozları ile Divriği Ulu Cami (1228) bambaşka bir üslup arzeden bir şaheserdir.
Anadolu Selçuklu’nun hakimiyeti altında inşa edilen Konya Alaeddin Camii (XIII. yüzyıl başı), Niğde Alaeddin Camii (1223), Malatya Ulu Cami (1224), Kayseri Huand Hatun Camii (1237), Kayseri Hacı Kılıç Camii (1249), Amasya Gökmedrese Torumtay Camii (1266), Ankara Arslanhane/Ahi Şerefeddin Camii (?), Afyon Ulu Cami (1272), Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii (1299) mihrap önü kubbeli, çok sütunlu ve sahınlı, tonozlu yapılarıyla Anadolu’nun Türk-İslam kimliğini kazandığı dönemi tanımlamaktadırlar.
XIII. yüzyıldan itibaren başlayan beylikler dönemi mimarisinde ise kare veya dikdörtgen, tabhaneli, merkezi veya çok sütunlu planlı camiler inşa edilmiştir. Benzer ekonomik ve kültürel koşullar nedeniyle yüzyılın ilk yarısında ahşap direkli camiler ön plandadır. Çobanoğulları’nın Kastamonu Atabey Gazi Camii (1273), Eşrefoğulları’nın Beyşehir Eşrefoğlu Camii (1296), Candaroğulları’nın Kasabaköy Mahmud Bey Camii (1366), Karamanoğulları’nın Niğde Şah Mescidi (1413), ve Karaman İlisra Camii (XV. yüzyıl) ahşap direkli camilerdir. Bunlardan en abidevi olanı Eşrefoğlu Camii olup mihraba dik yedi sahnı 7,5 metre yüksekliğinde mukarnas başlıklı ahşap direklerle oluşturulmuş ve düz bir çatıyla örtülmüştür. Ortadaki sahın geniş ve yüksek tutularak merkezindeki dört direğin üstü açık bırakılmıştır. Tavan, kiriş ve direkler çok renkli ve kök boyalı kalem işleriyle bezenmiş, mihrabı çini mozaiklerle süslenmiş, mihrap önü kubbesi sivri külahla örtülmüştür. Cevizden imal edilen kapı kanatları, pencere kapakları ve minberi kündekari sanatının en gelişmiş örneklerinden olup günümüzde Konya İnce Minare Taş ve Ahşap Eserler Müzesi’nde sergilenmektedir.
Beylikler döneminde inşâ edilen tonoz veya düz ahşap çatılı, mihraba paralel sahınlı kârgîr yapıları ise Akkoyunlu eseri Diyarbakır Hacı Büzürk Camii (XVI. yüzyıl başı), Karamanoğulları’nın Ermenek Ulu Cami (1302), Karaman Hacıbeyler Camii (1358), Ermenek Sipas Camii (1306-1349), Karaman Arapzade Camii (1374-1420), Karaman Dikbasan (15. yüzyıl) ve Karaman Gaferiyat Camii (1596) şeklinde sıralanabilir. Selçuk İsa Bey Camii (1374) ise mihraba paralel sahınlı olmakla birlikte mihrap önü iki kubbeli ve yanlarda çift sıra sivri çatılı şemasıyla Şam Ümeyye Camii’nin Diyarbakır Ulu Cami gibi Anadolu’daki bir benzerini teşkil eder.
Beylikler döneminde tonoz veya düz ahşap çatılı, mihraba dik sahınlı inşâ edilen camiler ise Aydınoğulları’nın Birgi Ulu Camii (1312-1313), Menteşeoğulları’nın Milas Ulu Camii (1378), Eretnaoğulları’nın Ürgüp Damseköy Taşkın Paşa Camii (XIV. yüzyıl ikinci yarısı) şeklindedir. Dikdörtgen planlı çok bölüntülü camiler, çoğunlukla örtü sistemi eş bölüntülü, tonoz veya kubbeli yapılar olarak karşımıza çıkar. Hamidoğulları’nın Antalya Yivli Minare Camii (1374), Saruhanoğulları’nın Manisa Ulu Cami (1366), Karamanoğulları’nın Aksaray Ulu Camii (1402), Ermenek Meydan Camii (1436?) ve Ramazanoğulları’nın Adana Ulu Cami (1519-1520) bu şekildediir. Beylikler döneminin Talhatan Baba Camii’ni hatırlatan merkezi kubbeli camileri ise Karamanoğulları’nın Mut Lal Ağa Camii (1356-1390), Germiyanoğulları’nın Simav Ulu Camii (XV. yüzyıl ilk çeyreği) ile Uşak Ulu Camii (XV. yüzyıl ilk çeyrek) ve Akkoyunlular’ın Safa (İparlı) Camii (1453-1479)’dir. Beylikler dönemi tek birimli ve tek kubbeli yapılarına da Sandıklı Ulu Cami (1378), Kütahya İshak Fakih Camii (1433-1434), Candaroğulları’nın Kastamonu İbni Neccar Camii (1354), Karamanoğulları’nın Karaman Çelebi Camii (1478), Akkoyunlular’ın Diyarbakır Kasım Padişah Camileri (1500) örnek verilebilir. Tromplu kubbelerinin büyüklüğüyle Osmanlı’nın Mudurnu Yıldırım Bayezıd Camii(1382)’nden sonra sırasıyla Menteşeoğulları’nın Ahmed Gazi Camii (1308) ve Balat İlyas Bey Camii (1404) ön plana çıkarlar (Görür 2022). Beylikler dönemi tabhaneli camileri ise Menteşeoğulları’nın Osmanlı’ya dahil olduğu tarihte yapılan Milas Firuz Bey Camii (1394), Candaroğulları’nın Kastamonu İsmail Bey Camii (1454), Akkoyunlular’ın Diyarbakır Hoca Ahmet (Ayni Minareli) Camii’dir.
Osmanlı Devleti beylik dönemi mimarisi yani erken dönem Osmanlı mimarisinde kare planlı kübik camiler, çok kubbeli camiler, ahşap camiler, tabhaneli camiler ve merkezî planlı camiler olmak üzere planlarına göre sınıflandırmak mümkündür (Acun 2022, 305-341). Bilecik Orhan Gazi Camii (1335), İznik Hacı Özbek Camii (1333), Mudurnu Yıldırım Camii (1382), İznik Yeşil Cami (1378-1379), Behramkale Hüdavendigâr Camii (?), Bursa Ahmed-i Dai Camii (1471), Saray Bosna Hünkâr (Eski) Camii (1463) harimi kare planlı, prizmatik Türk üçgeniyle geçilen kubbeli, genellikle son cemaat yeri olan kare planlı kübik camilerdir. Dikdörtgen planlı camilerden Bergama Yıldırım Ulu Cami (1398-1399), Bursa Ulu Cami (1396-1399), Filibe (Plovdiv) I. Murad Hüdavendigâr Camii (1364), Edirne Eski Camii (1402-1421), Bursa Abdal Mehmet Camii (1450) dikdörtgen planlı çok kubbeli yapılar, Ankara Hacı Bayram-ı Veli Camii (1429?) ise dikdörtgen planlı düz tavanlı tek yapı olarak karşoımıza çıkmaktadır. Ankara Ahi Elvan Camii (1413 öncesi) ise boyuna dikdörtgen planlı ve dört sahınlı ahşap bir örnektir. Esas ibadet mekanı ve aydınlık feneri bulunan orta sofası kubbeli olan ve orta sofanın iki yanında zaviye veya tabhane olarak kullanılan hücreler bulunan yapılara da zaviyeli veya tabhaneli yapılar denmektedir. Bursa Orhan Gazi İmareti (1339), İznik Nilüfer Hatun İmareti (1388), Bursa Hüdavendigar Camii (1366-1385), Yıldırım Bayezıd Camii (1390-1395), Bursa Yeşil Cami (1419-1424), Edirne Muradiye Camii (1426-1427), Bursa Muradiye Camii (1424-1426), Tire Yeşil İmaret (Yahşi Bey) Camii (1441), İstanbul Mahmut Paşa Camii (1463), Afyon Gedik Ahmet Paşa Camii (1472), İnegöl İshak Paşa Camii (1468 öncesi) ve İstanbul Rum Mehmet Paşa Camii (1469 öncesi) Osmanlı erken devir tabhaneli, zaviyeli camilerdir.
Türk İslam mimarisinin Orta Asya’dan itibaren tercih ettiği ve geliştirdiği kubbeli örtü sistemi Allah’ın birliğine vurgu yaparak, tüm inananların tek kubbe altında toplanabileceği merkezi planlı camilerin yapılması çabasına hizmet etmiştir (Acun 2022: 324). Osmanlı mimarisinin erken döneminde bu çabanın ürünü olan Edirne Üç Şerefeli Cami (1437-1447) enine dikdörtgen planlı orta kısmı taşıyıcı iki duvar arasında altıgen bir sistem oluşturacak şekilde yerleştirilmiş iki paye ile yükselen 24 metre çapındaki kubbesi ve yanları örten ikişer küçük kubbeli örtü sistemiyle oldukça önemlidir. Avlusu da şadırvanlı revaklı, yan kapıları bulunan planıyla klasikleşmiştir. İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet Camii de 1765 depreminde yıkılmadan önce ortası büyük kubbeli, mihrap önü kubbeli ve yan hacimler üçer kubbeli yapısıyla bu gelişim basamağının temsilcisi olmuşlardır. XVI ve XVII. yüzyılda hassa mimarlar ocağının kuruluşu ve standartlaşması ile birlikte Klasik Osmanlı Mimarisi, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde ve Mimar Sinan’la zirveye ulaşmıştır. Osmanlı cami mimarisinde klasik dönemi tanımlayan dış/cephe ve iç mekân ayrıntıları mukarnas kavsaralı taç kapı ve mihrap nişleri, baklava ve mukarnaslı sütun başlıkları, mümas kemerler, pandantif (arslangöğsü) geçişli kubbe etekleri, sivri külahlı ve mukarnas bezemeli şerefeleriyle minareler, kare, dikdörtgen planlar ve çokgen baldaken formunda kubbe taşıyıcı sistemleri gibi öğerlerdir (Kuran 1986: 11-15). Amasya II. Bayezıd Camii (1485-1486), İstanbul Bayezıd Camii (1501-1005), İstanbul Şehzade Camii (1543-1548), İstanbul Süleymaniye Camii (1550-1557), İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii (1560), Üsküdar Mihrimah Sultan Camii (1540?-1547), Üsküdar Atik Valide Camii (1570-1579), Üsküdar Gülnuş Emetullah Valide Sultan Camii (1708-1711), Edirne Selimiye Camii (1569-1575), Sultan Ahmed Camii (1603-1617) ve İstanbul Eminönü Yeni Cami (1661-1665) gibi önemli selatin camileri ile bu dönem tanımlanabilir. Bunlar dışında İstanbul başta olmak üzere banisi ekabir olan Mimar Sinan’ın yaptığı 82 caminin 72’si ve hassa mimarlık teşkilatı ile yetiştirdiği haleflerinin yaptığı pek çok cami klasik Osmanlı mimarisi eseri olarak Türkiye’nin semt ve şehirleri oluşturmakta ve süslemektedir.
Avrupa’da 17. yüzyılda etkin olan barok sanat akımı XVIII. yüzyıl itibariyle Osmanlı mimarisini etkilemiş ve Türk baroğu dediğimiz özgün bir üslûba zemin oluşturmuştur. Hekimoğlu Ali Paşa Camii (1734-1735), Nuruosmaniye Camii (1749-1755), Laleli Camii (1760-1764), Ayazma Camii (1760-1761), Beylerbeyi Camii (1777-1778) ve Üsküdar Selimiye Cami’nde (1802-1805) Türk baroğunun etkileri gözlenmektedir. 1831 itibariyle Hassa Mimarlık Ocağı lağvedilerk Ebniye-i Hassa Müdürlüğü kurulmuş, böylece müteahhitlikle birlikte mimari tezyinatta da yabancı ve azınlıkların etkinliğinin önü açılmıştır. Bu da ampir, neoklasik, barok ve gotik gibi üslupların birlikte kullanıldığı eklektik üslupta yapıların inşasına zemin hazırlamıştır. Istanbul Nusretiye Camii (1823-1826), Dolmabahçe Camii (1853-1854), Ortaköy Camii (1854), Sadabad (Çağlayan, Aziziye) Camii (1862-1863), Küçük Mecidiye Camii (1849) ve Teşvikiye Camii’nde (1854) özellikle cephe tasarımı ve tezyinatta eklektik bir yaklaşım dikkati çeker. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise Hint-Afrika/Doğu ve Art-Nouveu etkisini gösterir. İstanbul Aksaray Valide Sultan Camii (1869-1871), İstanbul Yıldız Hamidiye Camii (1867-1871) ve Konya Aziziye Camii’nde (1872) bu üslûplarda inşa edilmiş camilerdir. XX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönemde yabancı üsluplara bir tepki olarak ulusal mimarlık akımı kendini göstermiştir. Vedat Tek’in tasarladığı Hobyar Mescidi (1905-1909), Mimar Kemaleddin’in tasarladığı Beyoğlu Kamer Hatun Camii (1911), Yeşilköy Mecidiye Camii (1911) ve Bebek Camii (1913) Osmanlı’nın klasik dönemine vurgu yapan Cumhuriyet dönemi camileri olarak zengin repertuardaki yerlerini almışlardır. Ayrıca yeryüzü müslümanlara mescid kılındığı için musalla ve namazgahlar da mescid gibi ibadet için inşa edilmiştir.
Türkiye sınırları içindeki her cami Mescid-i Nebevi’nin hatıraları yanında; kronolojik bir çerçevede ele aldığımız gibi Orta Asya’dan tevarüs edilen kullanım ve biçim tercihleri yanında yapıldığı coğrafyanın şartları, imkanları, cemaatinin ihtiyaçları ve zevki çerçevesinde farklı malzeme, biçim, oran ve tezyinat programları göstermektedir. Anadolu’daki Büyük Selçuklu yapıları, mihraba paralel sahınlı dikdörtgen planlı yapılar olarak benzerlik gösterirken; dört eyvanlı geniş avlulu ve muazzam taç kapılı diğer Büyük Selçuklu camilerinden sadelik açısından farklıdırlar. Anadolu Selçuklu yapılarında ise hat, hendesi tezyinat vb ile bezenmiş görkemli taçkapılar, çini mozaik mihrap, ahşap veya taş kakma minberler, tuğla veya renkli taşların dizimiyle oluşturulan cephe tasarımları, yine sırlı tuğla veya renkli taş malzemeden süslü minareler, harimde ahşap kalemişi düz tavanlar, kapı ve pencere kanatlarında kündekari işi süslemeler tezyinat programını belirler. Beylikler dönemi eserlerinde de ahşap kullanımının yaygın olması nedeniyle özellikle kalemişi, kündekari gibi ahşap sanatlarının baskın olduğu görülür. Osmanlı klasik dönem mimarisinde ise sadeliğin ihtişamı görülür. Akçegeçmez tekniğinde inşa edilen sağlam ve devasa taş yapılar, avluda mermer özellikle selatin camilerde renkli mermer şadırvan ve revaklarla süslenirken, stalaktitli, mukarnaslı, kitabeli girişler kündekari kapılarla tamamlanmaktadır. Pencere önü ve girişlerde özellikle zemini vurgulamak için renkli taş kakma hendesi tezyinatın; pencere kanatlarında da kündekari tekniğinin kullanılması yaygın bir uygulamadır. Baklava dilimli veya mukarnaslı sütun başlıkları, mukarnaslı şerefeler, iki renkli taşların münavebeli kullanıldığı kemerler, renkli camlarla şekil veya hattın aydınlatıldığı revzenler, hat eserleri ile donanan kubbeler, insanların ulaşabileceği kısımlarda ve pencere alınlıklarında çini, üstlerde kalemişi ile bezenen duvarlar, mahfel ve sofalarda mermer işleri ve dokunulan metal işlerde görülen küçük kompozisyonlar Osmanlı camilerinin en dikkat çekici ve güzel öğelerini oluşturmaktadır. XVIII. yüzyıldan itibaren cephe tasarımında kullanılan barok, gotik, ampir vb. eklektik uygulamalar ve iç mekanda yoğun kalemişi batılılaşma dönemi tezyinatını işaret etmektedir. Turizm potansiyeli açısından bu kısa başlık altında sayılabilenden çok daha fazla eser Anadolu topraklarında hak ettiği ilgiyi bulmayı beklemektedir.
Referanslar
Aslanapa, O. (1993). Türk Sanatı. İstanbul.; Çeşmeli, İ. (2007). Antik Çağ’dan XIII. Yüzyıla Kadar Orta Asya ve Karahanlı Dönemi Mimarisi. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Tarihi Yayınları; Eyice, S. (1993). Cami, İçinde; TDV İslam Ansiklopedisi (ss. 56-90). İstanbul: İSAM; Görür, M. (2022). Beylikler Dönemi Mimarisi. A. Dündar (Editör), Türk İslam Sanatları Tarihi El Kitabı içinde (4. Baskı). Ankara: Grafiker Yayınları; Önkal, A. Bozkurt, N. (1993). Cami, İçinde; TDV İslam Ansiklopedisi (ss. 46-56). İstanbul: İSAM.