Alanya’nın 37 kilometre batısında yer alan denizden de yedi kilometre içeride Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından 1232 yılında yaptırılmıştır. Kalenin kuzeyi oldukça dik bir yar halinde çaya inmektedir. Ormanlarla kaplı yemyeşil dağların arasından çıkan Alara Çayı kalenin dibinden akmakta ve önde uzanan ovada kıvrımlar oluşturarak denize ulaşmaktadır. Alara Köyü yerleşmesi, kalenin doğu yönüne doğru, Alara Çayı’nın kıyısını takiben oluşmuştur. Yapılan bir çalışmada Alara Çayı’nın Tunç Çağı’ndan Bizans dönemine kadar denizle bağlantılı ulaşımda veya nehir limanı olarak kullanıldığına değinilmekte ve Alara Çayı’nın kıyısında önemli bir Tunç Çağı yerleşmesi veya ticaret merkezi olduğu söylenilmektedir.
Alara Kalesi’nin, Anadolu Selçuklu hâkimiyetine girmesi, Sultan I. Alâeddin Keykubad zamanında gerçekleşmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’ne politik, ekonomik ve kültürel açıdan en verimli, zengin ve kudretli çağını yaşatan Sultan I. Alâeddin Keykubad 1210 yılında tahta geçmesinin ardından Antalya emiri olan Mübarizüddin Ertokuş’un; sultanı, hükümdarlığını güney sahili boyunca uzatması gerekliliğini ve bu yüzden askeri ve ticari bakımdan çok önemli olan Alanya’yı alması konusunda ikna etmesiyle, sultan harekete geçmiştir. Akdeniz’in en işlek 12 limanından biri olan Alanya’nın fethedilmesinin bir diğer gerekliliği; siyasi ve ticari olarak Selçuklular Antalya üzerindeki konumunu pekiştirme gereksinimi oluşmuştur. Alanya, Akdeniz Bölgesi’nde Antalya’dan sonraki en büyük liman olup ve buna ilaveten muazzam büyüklükte bir kaleye sahipti. Anadolu’da Selçuklular fetih hareketlerini düşünürken, aynı dönemde Pamfilya Ovası boşaltılmış, Helenistik ve Roma kentleri, Side, Perge ve Aspendos terk edilmiş durumdaydı. Antik dönemde Coracesium, Bizans çağında Kalonoros (Güzel Dağ) ismiyle anılan şehir, XIII. yüzyıl ilk çeyreğinde, Ermeni veya Rum asıllı, Kir Fard tarafından yönetilmekteydi. Dönemin çağdaşı olan Ermeni tarihçisi Başkumandan, Simbat’a göre Rupen Hanedanı'ndan olup, II. Leon’un krallığı zamanında Selçuklulara karşı çarpışan Ermeni kumandan Baron Adom’un torunuydu. Sultan I. Alâeddin Keykubat, fetih kararını Aksaray’da devlet emirlerinin, kumandanların bulundukları bir ziyafet sonrasında açıklamıştır. Ardından sultanın bizzat kumanda ettiği ordu Konya, Çumra, Dinek, Belviran, Hadim, Pirlevganda yolu ile Alanya’ya inmiştir. Kuşatma hem denizden hem de karadan yaklaşık iki ay sürmüştür. Ne var ki tüm elverişli unsurlara (askeri, coğrafi, siyasi) rağmen Selçuklular Kalonoros Kalesi’ni almakta başarı sağlayamamışlardır. Mübarizüddün Ertokuş daha fazla kan dökülmeden sulh yolu ile kaleyi teslim etmesi hususunda Kir Fard’ı razı etmiş olmasaydı, kaleyi almak belki de mümkün olmayacaktı. Yapılan istişarelerle Kir Fard’ın kendisinin, ailesinin ve malının güvenliği sağlanacağı, ayrıca Akşehir’in tımarlığı da kendisine verilmesi hususunda anlaşılmıştır. Ayrıca Kir Fard kızını Sultan Alâeddin Keykubat’a vererek Selçuklu döneminde kendine sağlam bir yer edinmiştir. Alâiye, Alâaddin Keykubat’ın sultan olduktan sonra fethederek ele geçirdiği 13 şehirler arasında kendi adını taşıyan tek şehir olma özelliğine sahip olmuştur. Alâaddin Keykubat, Alanya’nın fethinden sonra Antalya’ya dönerken yol üzerinde Kir Fard’ın kardeşine ait olan Alara Kalesi’ni görmüştür. İsmi bilinmeyen bu Ermeni prensi dağdaki bu müstahkem kaleyi bir keşiş olarak idare etmekteydi. Sultanın elçileri vasıtasıyla kaleyi teslim etmesi istendiğinde, bir kriz sonucu ölmesinin ardından paniğe kapılan askerleri kaleyi savaşmadan teslim ettiler. Kale Türklerin eline geçtikten sonrada ismini muhafaza etmiştir. Yörede 1198 yılında Manavgat ve Alara Prens Mikail egemen bulunuyordu; bu da Alara isminin fetihten önce de kullanıldığını göstermektedir. Sultan Alâeddin Keykubat, Alanya’daki gibi, burada da kaleyi yenilemiştir. Nitekim Selçuklular ’ın ele geçirdikleri şehirlerde Bizans kalelerini küçük değişikliklerle kullandıkları bilinmektedir. Sultan Alara’da ayrıca nehrin yanında kaleden de görülebilen bir han ve köprü inşa ettirmiştir. Kitabesine göre 1231 tarihli eş odaklı plan grubuna dâhil olan bu han kuzey-güney kervan yolu ağı üzerinde bulunmaktadır. Banisinden dolayı bir Sultan Han olan ve Antalya Konya arasında uzanan yolun Alanya’dan sonra Şarapsa Han ve Manavgat arasındaki ikinci durağı olmaktadır.
Selçuklu hâkimiyetinin ardından 1475 yılında Osmanlı Devleti’ne dâhil olan Alanya ile beraber Alara Kalesi de Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı döneminde kale ve çevresi ile ilgili bilgiye pek rastlanılmamaktadır. Yavuz Sultan Selim dönemine ait bir arşiv belgesinde Alara’nın Alanya’ya bağlı dokuz köylü bir nahiye olduğu ve Pis Alara şeklinde anıldığı yazmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman devrine ait 1530 tarihli bir vesikada ise bu tarihte Alara Kalesi’nin bir dizdarı (kale muhafızı) ile 11 müstahfız (kaleyi savunan asker) eri olduğundan ve 106 evli Alara Köyü’nden, iki müreccidi, iki de sipahisi (atlı asker) olduğundan ve senelik geliri 2500 akçe olduğundan bahsedilmektedir. 1671 yılında Alara’ya gelen Evliya Çelebi, Kalenin viran halinden, içinde kimsenin olmadığından, kale etrafında birçok yapı ve mezar olduğundan bahsetmektedir. Osmanlı döneminde; Kanuni Sultan Süleyman zamanında faaliyette olan ve savunma amaçlı askerlerin bulunduğu Alara Kalesi, Sultan IV. Mehmet (1648-1687) zamanında terk edildi ve köy kalenin dışına taşınmıştır. Aradaki süre zarfında neler yaşandığı bilinmese de kalenin bu dönemde önemini yitirdiği aşikârdır. Selçuklu dönemindeki ihtişamı yerini, zamanla terk edilmişliğe bırakmıştır.
Alara kazı çalışmaları 2007 yılında başlamış olup İç Kale Hamamı (Kasırlı Hamam), İç Kale Köşkü, Aşağı Hamam ve çevresi olmak üzere üç farklı alanda yürütülmüştür. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından kazı için sağlanan ödeneğin kullanımında çok ciddi zorluklar yaşanmıştır. Bunun yanı sıra AKMED’in (Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü) kazıya verdiği destek sayesinde 2007 yılının arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülebilmiştir.
2007 Yılı Kazı Çalışmaları
Aşağı Hamam Kazı çalışmaları yapılmadan önce Alara Çayı kenarında, sadece kubbesi görülebilen bir yapı kalıntısı tespit edilmiştir. Yapı kalıntısı, Alara Kalesi’nin dış kale surlarına bitişik, etrafı ağaçlarla çevrilmiş alanın nasıl bir mimari karaktere sahip olduğu ilk bakışta anlaşılamamaktadır. Bölgeye ilgiyi yapılan yayınlarda, seyahatnamelerde yapı hakkında herhangi bir bilgi bulunmaması, yapının kimliğinin anlaşılması için orada çalışma yapmayı zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda 2007 yılının içinde gerçekleştirilen çalışmalarda öncelikli olarak yapının çevresindeki bitkilerin temizliği yapıldı ve yapının çevresi ile kubbenin içine kazı çalışmalarına başlanılmıştır. İlk çalışmalar küçük sondaj şeklinde başlamış ve elde edilen bulgular değerlendirilerek duvar takibi yapılmıştır. Yapının dışında gerçekleştirilen sondajlar sonucunda etrafında başka yapıların olduğu ve bunlarla ilişkili mekânlar bulunduğu ortaya çıkarılmıştır.
Aşağı Hamam Buluntular:
Yapının doğusunda gerçekleştirilen bu kazılarda, yaklaşık 30 santimetrelik bir yangın tabakası altında madenî eserlere rastlanmıştır. Buluntuların büyük bir kısmı yangın sebebiyle bozulmuş olmakla birlikte bir kısmı sağlam ve konservasyon sonucunda fikir verebilecek nitelikte olmaktadır. Buluntular arasında demirci aletlerinin çok olması dikkat çekmektedir. Ayrıca ejder başı şeklinde bir metal buluntu ise ilgi çekmektedir. Diğer buluntular kapı menteşeleri, kalkan merkezindeki metal göbek ve bol miktarda çivi parçalarından oluşmaktadır.
Yapının içinde yapılan çalışmalarda; döşemeye kadar kazı yapılmış ve döşemenin altında cehennemlik katının ortaya çıkarılması ile birlikte burasının bir hamam olduğu kesinlik kazanmıştır. Sıcaklık bölümünün ¼’lük kısmının günümüze geldiği anlaşılmıştır. Geri kalan bölümlerin ırmak yatağının yer değiştirmesi sonucunda yıkıldığı ve yıkıntıların bir kısmının dere içinde olduğu anlaşılmıştır. Kazı sonucunda burasının haçvari dört eyvanlı bir plana sahip olduğu ve duvarlarında Alanya Kalesi’nde de görülen grafito süslemelerin bulunduğu tespit edilmiştir. Yapının kesin olarak tarihlendirilmesi bugün için mümkün olmamaktadır. Ancak kentin gelişimi dikkate alındığında yapının bir Ortaçağ yapısı olabileceği düşünülmektedir.
İç Kale Hamamı:
İç Kale’nin kuzey doğusunda ve kale surlarının hemen bitişiğinde yer alan Kasırlı Hamam olarak da bilinen yapının üst örtüsünün büyük oranda yıkılmış olması sebebiyle yapıda tehlike oluşmuş ve defineciler tarafından yapılan tahribatlar sebebiyle de 2007 yılında kazısına başlanmıştır. İç Kale kazı çalışmaları alanın sarp bir yokuşta olması ve ulaşımının da zor olması sebebiyle zor şartlar altında gerçekleştirilmiştir. Yapının külhan, su deposu, sıcaklık, ılıklık ve soğukluk bölümlerinde kazı, rölöve ve dijital belgeleme çalışmaları yapılmıştır.
Buluntular:
Etütlük nitelikte sırlı-sırsız seramik parçaları, çini buluntular ele geçirilmiştir. Cehennemlik katında kare planlı ve üzeri kubbeyle örtülü olduğu anlaşılan sıcaklık bölümünde de etütlük nitelikte kırık çini parçaları, duvarlardan dökülmüş freskolar ele geçirilmiştir. Cehennemlik katına ait döşemelerin duvar ile bağlantısını ortaya koyan izler de tespit edilmiştir.
İç Kale Köşk Kazıları:
Hamamın doğusunda kasır ya da saray olarak adlandırılan bölümde doğu batı doğrultusunda uzanan, birbirine paralel iki tonozlu mekân ile sur duvar arasındaki alanın hamamla ilişkisi olduğu düşünülerek bu alanda da kazı yapılmıştır. Batıdan doğuya doğru mevcut duvar izleri takip edilmiş; bitişikteki sarayın mazgal pencereleri ortaya çıkarılmıştır. Burada da etütlük nitelikte bol miktarda sırlı çini parçaları ele geçirilmiştir.
Sarayın içinde, iki uzun dikdörtgen planlı ve üzerleri sivri tonozla örtülü mekânlardan kuzeyde olan kısmın çok daha yüksek bir toprak yığını ile dolu olduğu gözlemlenmiştir. Bu yığın ortadan kaldırılmış ve yerli kaya ortaya çıkarılmıştır. Sarayın içinde çok az sayıda etütlük nitelikte küçük çini parçaları ele geçirilmiştir. Bu parçaların daha önce hamamda bulunan parçalardan farklı olduğu görülmüştür.
2011 Yılının Kazı Çalışmaları:
İç Kale kazılarının tamamlanması sebebiyle, daha önceki yıllarda ortaya çıkarılan basamaklar ile kalenin batısındaki yapılardan kuzey batı taraftaki mekân; iç kalenin güneydoğusundaki sarnıç ve çevresindeki yapılar kazılmıştır. Bu kazılar sonucunda İç Kale'nin üç farklı fiziki alana sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar, batıdaki iki-üç katlı olan bölüm; kuzeydeki hamam ve müştemilatı ve doğudaki müştemilat ve sarnıçlardan oluşmaktaydı. Buradaki kazıların amacı iç kalede sarayın yerini belirleyecek olan verileri ortaya koymak; Roma, Bizans, Kilikya Ermeni Krallığı ve Selçuklu dönemlerindeki kullanım farklılıklarını ve dönemsel değişimlerin nasıl olduğunu sorgulamaktır.
İç Kale Sarayı’nın batı bölümü ile Kasırlı Hamam arasında kalan mekânın, mimari anlamda saray ya da hamam ile olan ilişkisini öğrenmek amacıyla yapılan kazıda, açığa çıkan dikdörtgen planlı odanın, önceki yıllarda açılmış batıdaki köşkle bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. Ana kaya üzerine inşa edilmiş odanın kuzeydoğu köşesinde vadiye bakan bir pencereye ait söve izleri görülmektedir. 2007 yılından itibaren sürdürülen çalışmalarla İç Kale kazısı da tamamlanarak, elde edilen veriler ışığında sarayda yerel bir atölyede üretilmiş çini buluntuların diğer Selçuklu saraylarında olan çini örnekleriyle benzer olması ve iç kale ve sarayın en son XIII. yüzyıl sonlarından itibaren kullanım dışı kaldığı anlaşılmaktadır.
Alara Kalesi’nin Orta Kale bölümünde sürdürülen çalışmalar, kale giriş kapısı çevresinde başlatılmış ve alanın doğusuna doğru devam ettirilmiştir. Ortaçağ’da Kale yerleşme olarak tanımlanan bu tür yerleşimlerde askeri anlamda güvenliğin sağlandığı yer olarak iç kale öncesindeki mekânlar gelmektedir. Alara’da bu tarz mekânlar Orta Kale’de görülmektedir. Orta Kale’de girişten hemen sonra bir grup yapının sıralandığı ve bunların kendi içinde belirli bir plan organizasyonu çerçevesinde gruplar ve sokak dokusu oluşturduğu, geçmiş yıllarda elde edilen bilgilerden anlaşılmaktaydı. Orta Kale’nin doğusunda kalenin ortasına yakın bir konumda büyük kütleli bir yapı dikkati çekmektedir. Bazı araştırmalarda Büyük Camii, bazılarında ise kilise olarak tanımlanan bu yapı çevresinde kısmen kaya oyma kısmen de kârgir olarak inşa edilmiş bazı yapılara ait izler görülmektedir. Bu yapıların mimari olarak yapım elemanlarının ve planlarının ortaya çıkarılarak Büyük Camii olarak adlandırılan yapı ile olan ilişkisinin ortaya çıkarılması amacıyla bu alanda önceki yıllarda başlanılan çalışmalar 2011 yılının içinde açılan yeni açmalarla doğuya doğru devam ettirilmiştir.
İç Kalenin güney bölümünde ve Orta Kale’nin yeni ortaya çıkarılan kısımlarında rölöve çalışmaları yapılarak bütün kazı alanını kapsayacak şekilde haritalar oluşturulmuştur. Bu haritaların ülke koordinat sistemine bağlanması amacıyla çalışmalara başlanılmıştır. Alanın çok dik olması birçok noktanın görülmemesi sebebiyle Total Station ile ölçümleme başarısız olmuştur. Bunun sonucunda alanın GPS ile sabit koordinat noktasından alınan üçüncü bir ölçme sistemine dayanan bir yöntem ile ölçüleri alınarak kalenin ilk ölçekli sayısal haritaları elde edilmiştir.
Referanslar
Arık, M. Oluş (1993). Alanya İç Kale kazıları 1985-1991. İçinde; Prof. Dr. Yılmaz Önge Armağanı (ss. 13-20). Konya. Selçuk Üniversitesi Yayınları; Aslanapa, O. , (1965). Anadolu’da Türk Çini ve Keramik Sanatı. İstanbul: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını; Gürbüz, A. , (2001). XVI-XVII. Yüzyıllarda Alâiye Kalesi. İçinde; Alanya Tarih ve Kültür Semineri Bildirileri (ss. 207-226): Alanya: ALSAV; Yetkin, Ş. , (1986). Anadolu’da Türk Çini Sanatının Gelişmesi (İkinci baskı) İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları; Yılmaz, L. ,(2000). Alanya Kalesi Kazısı - Selçuklu Sarayı Çini Buluntuları I. İçinde; IV. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri (ss. 155-165). Van.
Ayrıntılı bilgi için bakınız
Şerare, Y. (1993). Alara Kalesindeki Hamamlı Kasır ve 13. Yüzyıl Anadolu Mimarisindeki Yeri. İçinde; Malazgirt Armağanı (ss. 119-126). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.