Akşehir Nasreddin Hoca
Kişi Doğal ve Kültürel Miras Somut Olmayan Kültürel Miras
(Akşehir, 1208 - 1284)
-
2025
Nasreddin Hoca’nın hayatı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Ancak bilim adamlarının genel kanaatine göre Nasreddin Hoca, H. 605 – M. 1208 yılında Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinin Hortu Köyü'nde doğmuştur (Sakaoğlu ve Alptekin 2009: 32; Sakaoğlu 2013: 14; Tokmakçıoğlu 2009: 11; Duman 2008: 17; Özçelik 2011: 26) Ayrıca Türkolog Mehmet Fuad Köprülüzȃde, “Nasreddin Hoca” isimli eserinin “Başlangıç” kısmında Hoca’mızın nerede ve ne zaman doğduğu hakkında şu bilgileri paylaşmaktadır:
“…Bundan otuz sene evvel Sivrihisar müftüsü iken vefat eden, Hasan Efendi’nin eski sicilȃttan (resmȋ belgelerin kaydedildiği büyük defter) iktibas ederek (aktararak) yazdığı Mecmȗȃ-i Maȃrif adlı yarım eserde Hoca’nın hayatına dair verilen tafsilat (açıklamalar), bu yukarıki ma’lȗmȃta (bilinen şeyler) mutȃbık (uygun) bulunuyor. O tafsilata göre, Hoca Nasreddin 605’de Sivrihisar mülhakatından (bağlı olan yerler) Hortu karyesinde (köyünde) doğmuştur” (Köprülüzȃde 1918: 8-9).
İlk eğitimini babasından aldığı düşünülen Hoca’mız, daha sonra dönemin ȃlimler şehri Konya’nın, Akşehir ilçesine göç etmiştir. Akşehir’de devrin ünlü ȃlimleri Seyyid Mahmud Hayranȋ ve Şeyh Hacı İbrahim Velȋ’den dersler almıştır. (Sakaoğlu ve Alptekin 2009: 33) Nasreddin Hoca’mızın Sivrihisar’dan Akşehir’e ne zaman göç ettiğine dair Türkolog Mehmet Fuad Köprülüzȃde’nin şu görüşü dikkat çekicidir:
“Hoca 635’te, o aralık o taraflarda büyük bir şöhret kazanan Seyyid Mahmȗd Hayrȃnȋ ve Seyyid Hacı İbrȃhim Sultan’a intisȃb (bağlanmak) maksadıyla, babasından mevrȗs (miras edilmiş) karye (köy) imamlığını Mehmed adlı bir halifesine bırakarak Akşehir’e hicret etmiştir” (Köprülüzȃde 1918: 9).
Nasreddin Hoca’nın iyi bir medrese eğitimi aldığı, O’nun yaptığı işlerden anlaşılmaktadır. Çünkü O; camide vaizlik, mahkemede kadılık (hâkimlik), medresede hocalık (üniversite hocalığı) yapmış çok yönlü bir kişiliktir. Hoca’mızın medrese eğitimi gördüğüne ilişkin en önemli bilgiyi İbrahim Hakkı Konyalı şöyle bildirmektedir:
“Konya’da yaşayan pek meşhur bir ağız haberine göre Nasreddin Hoca; Pir Ebi ve Hoca Cihan ile muasırdır. Onlarla beraber Hoca Fakih’ten ders almıştır” (Konyalı 1945: 722).
Konya’daki medrese eğitiminden sonra Hoca’mızın Akşehir’e yerleştiği düşünülmektedir. Akşehir’de vaizlik, kadılık (hâkimlik) ve medrese (üniversite) hocalığı yaptığı bilinen Nasreddin Hoca, ömrünü burada tamamlamış ve M. 1284’te Akşehir’de vefat etmiştir. (Sakaoğlu ve Alptekin 2009: 34, 36) Hoca’mızın vefatı konusunda Türkolog Mehmet Fuad Köprülüzȃde, “Nasreddin Hoca” isimli eserinde şu bilgiyi paylaşmaktadır:
“… (Hoca) 683’te orada (Akşehir’de) vefat etmiştir”(Köprülüzȃde 1918: 9).
Ailesi
Nasreddin Hoca’nın ailesi hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Ancak kaynaklardan hareketle şunları söyleyebiliriz:
Hoca’mızın babası, Hortu Köyü imamı Abdullah Efendi’dir. Annesi, Sıdıka Hatun’dur. Hoca’mızın eşi hakkında kesin bir şey söyleyemiyoruz. Bazı kaynaklarda ve “gül-düşün”lerinde ilk eşinin ölümünden sonra ikinci eşiyle evlendiği belirtilmektedir. İlk eşinin mezarının Akşehir’in Kozağaç Köyü mezarlığında olduğu, “mezar taşına dayanılarak” rivayet edilmektedir.
Nasreddin Hoca’mızın çocukları hakkında da elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak “gül-düşün”lerinden hareketle Hoca’mızın iki kızı ve bir oğlu olduğunu belirtebiliriz. Kızlarından Fatma Hatun’un mezarı Sivrihisar’dadır. Fatma Hatun ile diğer kızı Dürrü Melek’in mezar taşlarının Akşehir’de koruma altında olduğunu söyleyebiliriz.
Yine kaynaklardan ve arşiv belgelerinden hareketle Hoca’mızın soyunu devam ettiren üç torunu olduğu bilinmektedir. Bu torunlardan birinin adı bilinmemekte olup; diğerlerinin isimleri ise Hacı İsmail ve Akşehirli Abdüsselȃm Halifezade Hoca Abdüsselȃm’dır (Sakaoğlu 2013: 16-18).
Türbesi
Nasreddin Hoca’nın türbesi, Kileci Mahallesi’nde -1000 yıllık- günümüzde “Nasreddin Hoca Mezarlığı” olarak bilinen yerdedir. Hoca’mızın türbesi, dünyada gülümseyerek girilen tek mezarlıktır. Ölümünden sonra bile insanları gülümsetmesi, Hoca’nın ne denli bir mizah ustası olduğunun göstergesidir.
İç içe iki kısımdan oluşan türbenin mezar kitabesinde Hoca’nın ölüm tarihi olarak H. 386 yazmaktadır. Bu rakamı yazan kişinin bunu yanlışlıkla mı yazdığı yoksa Hoca’ya şaka yapmak için mi yazdığı bilinmemektedir. H. 386 rakamı tersten okununca H. 683 – M.1284’ü vermekte ve bu tarih de Hoca’nın ölüm tarihine denk gelmektedir. İki kısımdan oluşan türbenin birinci kısmının XIII. yüzyılda yapıldığı rivayet edilir. Birinci kısım, altı köşeli olup her köşede silindirik sütunlar bulunmaktadır. Bu sütunlar arasına atılan kemerler, küçük iç kubbeyi taşımaktadır. Türbenin ikinci kısmı ise on iki kenarlıdır (Duman 2008: 31, 32).
Nasreddin Hoca türbesi, kitabeye göre Konya Valisi Faik Bey’in talimatıyla H. 1324 – M. 1906 yılında tamir edilmiş ve bugünkü şeklini almış; 1945 yılında bir onarım daha geçirmiştir. Türbenin iç ve asıl kısımları, birbirlerine daire kemer ile bağlı altı sütun tarafından taşınan bir kubbe ile örtülüdür. Türbedeki piramidal külâhın üzeri, yeşil renkte metal levhalar ile kaplıdır. Türbenin dış kısmının kapısı kuzeyde, türbenin kendi kapısı ise doğudadır. Türbenin içindeki mermer sanduka Nasreddin Hoca’ya aittir. İçerideki baldekenin kemerinden birinin üzerine enine dikdörtgen bir onarım kitabesi yerleştirilmiştir (Bayar 2014: 451).
Nasreddin Hoca türbesine ilişkin en eski sözlü ve yazılı belgelerden bazılarını kaynaklardan hareketle şöyle belirtebiliriz:
Hoca’mızın yaşadığı devir, Anadolu’da ilim ve tasavvuf ehillerinin yaşadığı dönemdir. Bu tasavvuf ehillerinden biri olan Yunus Emre’nin Hoca’mızı sağlığında gördüğü ya da mezarını ziyaret ettiği kesin olarak bilinmese de aşağıda verilen dörtlükte Nasreddin Hoca’nın “İpe Un Sermek” ve “Hangi Kıyamet” fıkralarına atıfta bulunduğunu söyleyebiliriz.
“Derviş Yunus söyler bunu,
Sakın ipe serme unu.
Yakındır dünyanın sonu.
Kopacak kıyametdür (Koç 2015: 52).
Yıldırım Bayezid’in sipahilerinden biri olan Mehmed adında birinin Hoca’mızın türbesini H. 796 – M. 1393’te ziyaret ettiği, türbedeki sütunlardan birisinde yazılı olan şu metinden anlaşılmaktadır:
“Bu gün kudret var iken eyle ihsan.
İhsan eylersen olmazsın pişman.
Ve’l- abdü ȃsi ve’r- babbu ȃfi,
Ketebehu’l- hakir Mehmed an,
Cemȃat- i Sibah- i Hazret- i Yıldırım.
Bayezid bu tarihte vaki sene 796.”
[“Bu gün kudretli ve zengin iken muhtaçlara yardım et. Yarın bu kudretin elden gittiği zaman pişmanlık duyma. Yazı baki, ömür fanidir, kul asi (günahkȃr). Tanrı affedicidir. Bunu Yıldırım Bayezid askerlerinden Fakir Mehmed 796 yılında yazdı.] (Koç 2015: 56-57).
Yaşadığı Devir
Nasreddin Hoca’nın yaşadığı devir, sosyal ve siyasi çalkantıların olduğu XIII. yüzyıl Anadolusu’dur. Moğol istilasına uğrayan Anadolu’yu manevi anlamda inşa etmek için tıpkı çağdaşları olan Mevlana, Yunus Emre, Ahi Evren, Hacı Bektaş Velȋ, Şeyh Edebalı, Şems-i Tebrizȋ, Sarı Saltuk, Karaca Ahmet Sultan, Pir Ebi, Hoca Cihan, Hoca Fakih, Seyyid Mahmud Hayranȋ ve Şeyh Hacı İbrahim Velȋ vb. gibi Hoca’mız da üzerine düşeni yapmıştır.
XIII. yüzyılda Anadolu’da yaşayan Türklerin sıkıntılarını tebessümle aşabilecekleri düşüncesini, hikmet ve ibret dolu “gül-düşün”leri aracılığıyla benimsetmiştir. Hoca’nın Akşehir Gölü’ne çaldığı maya, aslında bu yüzyılda Anadolu’ya çalınan Türklük ve İslamlık mayasıdır.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla bu mayanın tuttuğunu görmekteyiz. XIII. yüzyıl Anadolusu, birçok tasavvuf ehlinin yaşadığı coğrafyadır. Yukarıda isimleri geçen bu tasavvuf ehilleri Türk halkına güven verip huzurun, adaletin, birlik ve beraberliğin önemini aşılamışlardır.
Bu dönemin öne çıkan önemli şahsiyetlerinden birileri olan Hz.Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velȋ, halka şiirleri ve özlü sözleriyle İslamiyet’in önemli hususlarından olan iman ve ahlakı öğretmişlerdir. Hak dinin İslamiyet olduğu ve insanların İslamiyet’e sarılarak ahlaklı ve faziletli bireyler olacağı düşüncesinin aşılayan bu Hak dostlarının yanında Hocamız da önemli bir payda olmuştur.
O dönem insanlarının yaşadıkları sıkıntıları tebessümle, hikmet ve ibret dolu “gül-düşün”leri aracılığıyla aşabileceklerini göstermiştir. Bunun yanı sıra Nasreddin Hoca, düşünce tarzıyla halka ümitsizliğe düşmemeyi, sıkıntılara sabretmeyi ve her zaman yaşama sevinciyle dolu olmayı mizah aracılığıyla öğretmiştir (Özçelik 2011: 19-20).
Hocamızdan Bahseden Eski Kaynaklar
Nasreddin Hoca’mızdan bahseden en eski kaynakları, şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Ebu’l- Hayr-ı Rumȋ’nin “Saltuknȃme” adlı eseri (1480’den sonra),
2. Mehmed Gazalȋ’nin “Dafiü’l- Gumum Rafiü’l- Humum” adlı eseri (1511),
3. Güvahȋ’nin “Pendnȃme” adlı eseri (1527),
4. Basȋrȋ’nin “Letȃȋf” adlı eseri (öl. 1534-1535),
5. Lȃmiȋ Çelebi ile oğlu Abdullah’ın “Mecmaü’l- Le Letȃȋf” adlı eseri (1551),
6. Hüseyin veya Hasan Abdi tarafından kopya edilen “Hikȃyet-i Kitȃb-ı Nasreddin” adlı eser (1571),
7. Bayburtlu Osman’ın “Kitȃb-ı Mir’ȃt-ı Cihȃn” adlı eseri (1581),
8. Taşlıcalı Yahya’nın “Gencine-i Rȃz” (1540) ve “Usȗlnȃme” (?) adlı eserleri,
9. Muhyȋ-i Gülşenȋ’nin eseri (1569-1604),
10. Nev’izȃde Atȃyȋ’nin “Sohbetü’l Ebkȃr” adlı eseri (1635),
11. Evliya Çelebi’nin “Seyahatnȃme” adlı eserinin üçüncü cildi (öl.1682),
12. Yurt dışındaki kütüphanelerde (Londra, Paris, Groningen, vb.) bulunan Nasreddin Hoca yazmaları,
13. Ülkemizde kurum ve kişilerde bulunan Nasreddin Hoca yazmaları (Sakaoğlu 2013: 19).
14. Nasreddin Hoca’nın minyatüre edildiği ilk ve en önemli eser, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü'nde H. 2142, y.24a envanterinde kayıtlı XVII. yüzyıl başına ait bir minyatürdür.
Nasreddin Hoca’mızdan bahseden bu eski kaynakların hepsi, farklı yıllarda ve hatta farklı asırlarda yazılmış eserlerdir. Hoca’mızdan bahseden bu kaynakların varlığı, O’nun ne derece tanındığının ve bilindiğinin en açık göstergesidir. Nasreddin Hoca hakkında ülkemizde yayımlanan ilk bilimsel eser, Türkolog Mehmet Fuad Köprülüzȃde’nin “Nasreddin Hoca” isimli kitabıdır. Eserin ilk baskısı, 1918 yılında yapılmıştır. Hoca “gül-düşün”lerinin dikkat çekici bir anlatımla sunulduğu eserin en önemli özelliği, Nasreddin Hoca’nın hayatı ve şahsiyeti hakkında bilgiler barındırmasıdır. (Özçelik 2011: 22-23).
Bilgenin Türk Dünyası ve Dünya Ülkelerindeki Adları
“Nasreddin” adı, Arapça aslında “Nasrüddin” şeklinde olup “dine yardımı dokunan” anlamına gelmektedir. Nasreddin Hoca; bilgin, din adamı ve müderris (üniversite hocalığı) sıfatlarından dolayı da “Hoca” unvanını almıştır. Nasreddin Hoca’nın adı, Türk Dünyasında ve dünya ülkelerinde farklılık göstermektedir. Hoca’mızın bilinen isimlerini şöyle sıralayabiliriz:
A. Türk Dünyasındaki Adları
1. Doğu Türkistan: Afandi, Nasirdin Efendi
2. Kazakistan: Koca Nasır, Hoca Nesir, Kuja Nasr
3. Kırgızistan: Ependi
4. Özbekistan: Nasriddin Afandi, Molla Nasraddin, Hoca Nasraddin, Apandi, Afandi
5. Türkmenistan: Ependi, Nasreddin Ependi
6. Azerbaycan: Molla Nesreddin
7. Karaçay: Nasır Hoca
8. Kumuklar: Hoca, Molla Nasreddin, Nasridin
9. Tatarlar: Huca Nasretdin, Munla Nasreddin
10. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti: Nasreddin Hoca, (Rumlar arasında Nusreddin Hoca, Gasdanȋ Hoca ve Aslanȋ Hoca adıyla bilinmektedir.)
11. Batı Trakya: Nasreddin Hoca
12. Irak Türkmenleri: Molla Nasreddin
B. Dünya Ülkelerindeki Adları
1. Tacikistan: Efendi
2. Bangladeş: Nasiruddin Hojjga
3. Pakistan: Molla Nasirudin, Molla Nasıruddin, Hoca Nasreddin
4. İran: Molla Nasreddin
5. Rusya: Hoca Nasreddin
6. Çeçenistan: Nasaret
7. Macaristan: Nasreddin Hodzsa
8. Romanya: Nasratin Hogea
9. Bulgaristan: Nasraldi
10. Yunanistan: Anastratin
11. Makedonya: Nasradin Hoca, Strandilhoca, Stradin Hoca
12. Bosna-Hersek: Nasrudin Hodza
13. Arnavutluk: Nastru, Nastroya
14. Sırbistan: Nasrudin Hodza, Nasradin Hoca
15. Almanya: Hoscha Nasreddin, Hodscha Nasreddin
16. Fransa: Nasreddin Hodja (Sakaoğlu ve Alptekin 2009: 27,28).
"Fıkra Kahramını" Değil Bilge Kişilik
Nasreddin Hoca’nın camide vaizlik, mahkemede kadılık (hâkimlik), medresede müderrislik (üniversite hocalığı) yapması hasebiyle çok yönlü bir kişiliği vardır.
Her bir “gül-düşün”ünde insanları düşündürerek onlara ders vermeyi amaç edinen Nasreddin Hoca; nüktedan, tatlı dilli, güler yüzlü, samimi, hazırcevap, hoşgörülü, zeki, dürüst, umutlu, iyimser, inançlı, öğretici, zulmün ve adaletsizliğin karşısında olan gerçekçi bir kişiliğe sahiptir (Özçelik 2011: 64-69).
Nasreddin Hoca, bilgili olup ve bilgisini eğitim amaçlı kullanan bir şahsiyettir. Bu yönüyle O, aynı zamanda büyük bir ȃlimdir. Medrese eğitimi alması ve medresede müderrislik (üniversite hocalığı) yapması ȃlim kişiliğinin büyük göstergesidir. Hoca’mızın amacı tek tek insan eğitmek değil toplumu eğitmektir. Bu kapsamda söylediği her söz bir darb-ı mesel hüviyetinde olup günümüze kadar ulaşmıştır.
Nasreddin Hoca, sadece içinde bulunduğu çağın insanlarını değil günümüz insanlarını da eğitmektedir. Bu kapsamda kullandığı en önemli metot tatlı dil ve güler yüzdür. Kendine has üslȗbuyla doğruya doğru, yanlışa yanlış demesini bilir. Yanlış bulduğu bir şeyi eleştirmekten asla çekinmez. Bu yanlışı yapan kendisi olsa da eleştiriden asla taviz vermez. Hayata bakış açısıyla Nasreddin Hoca, devrinin en önemli eğitimcilerindendir. Bu özelliği ona iyinin, doğrunun ve güzelin yanında olma anlayışı katmıştır. Hoca, hurafelere ve dini araç olarak kullanmaya karşıdır. O, eğitici ve öğretici kişiliğini din alanında da kullanır. Bildiklerini tatlı dil ve güler yüzle anlatmıştır. Kalp kırmadan, gönül yıkmadan, insanları kandırmadan doğruyu ve güzeli öğretmiştir.
Hoca’mızın gönül adamı kişiliğiyle bir tasavvuf ehli olduğunu söyleyebiliriz. O’nun “gül-düşün”lerinin bir de tasavvufȋ yönü olduğu söylenmektedir. “Gül-düşün”lerinde görülen ahlak, hoşgörü, tatlı dil, güler yüz ve eğitim anlayışı Hoca’mızın bu yönünü desteklemektedir. O, “gül-düşün”lerindeki tasavvufȋ mesajlarıyla insanlara her şeyin doğrusunu ve güzelini telkin etmiştir. Nasreddin Hoca, aynı zamanda hakkı ve hukuku gözeten bir kişiliğe sahiptir.
O, haksızlığa asla tahammül edemez. Yalancı şahitliği, rüşveti, yanlış karar vermeyi hiç sevmez. Bu yüzden kararlarında adil olmayı, haklının hakkını vermeyi ilke edinmiştir. Nasreddin Hoca’nın yaşadığı dönemde Türkçenin geri plana itildiği, Arapça ve Farsçanın ön planda tutulduğu bilinen bir gerçektir. Hocamız, tıpkı çağdaşları olan Yunus Emre ve Ȃşık Paşa gibi Türkçeyi kullanmıştır. Türkçe aracılığıyla Hoca’nın hikmet ve ibretli mesajlar içeren “gül-düşün”leri günümüze ulaşmış ve gelecek nesillere de taşınacaktır (Özçelik 2011: 70-85).
Hoca "Gül-Düşün"lerinin Özellikleri
Nasreddin Hoca “gül-düşün”leri, asırlardır nesilden nesile aktarılarak günümüze ulaşmıştır. “Gül-düşün”ler, Türk milletinin özlü anlatım araçlarından biri olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Bu yüzden Hoca “gül-düşün”leri, her çağa hitap etmektedir. O’nun “gül-düşün”lerinde verdiği mesajlar, bizlere iyiyi, güzeli ve doğruyu göstermektedir. “Gül-düşün”lerindeki mizahi kişiliğiyle Hoca’mız, Türk milletinin gönlünde taht kurmuştur. Türk mizahının önemli şahsiyetlerinden olan Nasreddin Hoca’mızın “gül-düşün”lerinin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Nasreddin Hoca “gül-dün”lerinin temel özelliği güldürürken düşündürme niteliğinde olmasıdır.
2. “Gül-düşün”lerde eğitme ve ders verme önceliklidir.
3. “Gül-düşün”ler, nükte özelliği taşımaktadır.
4. “Gül-düşün”ler, hikmet ve ibret dolu mesajlar içermektedir.
5. Nasreddin Hoca “gül-düşün”leri aracılığıyla dilimize yerleşmiş pek çok deyim ve atasözü vardır.
6. Hoca; “gül-düşün”lerinde haksızlığı eleştirmekle kalmaz, kendi özeleştirisini de yapar.
7. “Gül-düşün”lerde temel unsurlar; kişi, olay, zaman ve mekân kavramlarıdır.
8. “Gül-düşün”ler; roman ve hikâye gibi giriş, gelişme ve sonuç olmak üzere üç bölümden oluşur.
9. “Gül-düşün”lerdeki kişiler, gerçek kişilerdir. Toplumun her seviyesinden kişi ya da kişiler fıkralarda karakter olarak karşımıza çıkar.
10. Nasreddin Hoca “gül-düşün”leri, her çağa hitap eden bir anlatım ve zekâ ürünüdür.
11. “Gül-düşün”ler, genellikle “Hoca, bir gün…” diye başlar. Bu durum “gül-düşün”lerde zamanın net olarak belli olmadığını gösterir.
12. “Gül-düşün”lerde mekân açısından dar mekânlar kullanılmaktadır. Örneğin ev, medrese, cami, pazar, göl vs.
13. “Gül-düşün”ler, konu itibariyle toplumu ilgilendiren bütün konuları içermektedir. Sosyal, kültürel, ahlaki, dini, ticaret, eğitim vb. konular “gül-düşün”lerde işlenmektedir.
14. Nasreddin Hoca “gül-düşün”lerinin dili; sade, açık ve anlaşılırdır. Hoca, yaşadığı dönem itibariyle Arapça ve Farsçanın hâkimiyetine rağmen çağdaşı Yunus Emre gibi Türkçeyi kullanmıştır. Bu anlamda Hoca’mız, Eski Anadolu Türkçesi’nin gelişimine katkı sağlamıştır.
15. Nasreddin Hoca “gül-düşün”lerinin tasavvufi boyutu da olduğu söylenmektedir. Hoca’nın İslamiyet’e bakış açısı, ahlakı, kişiliği, eğitim, eleştiri yöntemleri hikmetli sözlerine yansıdığı için O’nun “gül-düşün”lerinde tasavvufun izini bulmak mümkündür. (Özçelik: 2011, s.91-126).
"Gül-Düşün"leri Ayırt Etme Başlıkları
Günümüzde Hoca’ya ait olduğu söylenen ve sayısı epeyce fazla “gül-düşün”lerin varlığı bilinmektedir. Kimi “gül-düşün”lerde Hoca; âlim ve insanlara yol gösteren kişiliğiyle bilinirken kimi “gül-düşün”lerde de zıt karakterde görülmektedir. Tarihi olarak yaşamış ve halkın muhayyilesinde ilim, irfan sahibi, toplumsal ve ahlaki değerlere sahip birisi olarak kabul gören Nasreddin Hoca, gerçek “gül-düşün”lerin sahibidir (Özçelik 2011: 120). Bu bağlamda gerçek Nasreddin Hoca “gül-düşün”lerini, O’na atfedilen diğer “gül-düşün”lerden ayırt etme başlıklarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Ahlak ve edep dışı “gül-düşün”lerin Nasreddin Hoca ile ilgisi yoktur.
2. Hoca’yı Türk kültürüne uymayan bir karakter olarak gösteren “gül-düşün”ler, Hoca’ya ait değildir.
3. Nasreddin Hoca “gül-düşün”leri kısadır. Uzun soluklu ve içinde Nasreddin Hoca’nın geçtiği “gül-düşün”ler Hoca’ya ait değildir.
4. Hoca’yı sarhoş, budala, mal, mülk sahibi, çapkın, dalkavuk, ikiyüzlü, çıkarcı, dik başlı, vb. gösteren “gül-düşün”lerin Nasreddin Hoca’yla bir alakası yoktur (Özçelik 2011: 121).
5. Nasreddin Hoca “gül-düşün”leri, gerçekçi olup akla ve mantığa dayalı ürünlerdir. Akla ve mantığa uymayan anlatıların Nasreddin Hoca’mızla bir ilgisi yoktur (Özçelik 2011: 125).
6. Nasreddin Hoca “gül-düşün”leri, konusunu hayatın içinden alır. Yaşanmamış ya da yaşanması mümkün olmayan olaylar, Hoca “gül-düşün”lerinin konusu olamaz (Özçelik 2011: 125).
7. Nasreddin Hoca “gül-düşün”lerinden çıkarılması gereken topluma yol gösterici belli bir mesaj ya da mesajlar vardır. Bu mesajlar; felsefi, tasavvufi, sosyolojik ve psikolojik niteliktedir. Bu açıdan topluma yol gösterici mesaj içermeyen “gül-düşün”lerin Hoca’yla bir alakası yoktur (Özçelik 2011: 125).
8. Hoca “gül-düşün”lerinde insanlara tepeden bakma, onlarla alay etme, onlara hakaret etme gibi olumsuzluklar söz konusu değildir (Özçelik 2011: 125).
9. Toplumun değer yargılarına, dünya görüşüne, bakış açısına, yaşam tarzına vb. hitap etmeyen “gül-düşün”lerin Nasreddin Hoca’yla bir ilgisi yoktur (Özçelik 2011: 125)
10. Nasreddin Hoca, ilk dini eğitimini babasından almış olup sonra dönemin ünlü ȃlimlerinden dersler alarak kendini yetiştirmiş bir şahsiyettir. Bu anlamda Hoca’yı dini açıdan yetersiz, bilgisiz, alaycı, kurnaz gösteren “gül-düşün”lerin Nasreddin Hoca’yla alakası yoktur (Sakaoğlu ve Alptekin 2009: 211,212).
11. Nasreddin Hoca’yla Timur’u karşı karşıya getiren “gül-düşün”ler, Hoca’ya ait değildir. Nasreddin Hoca, 1208-1284 yılları arasında Timur ise 1336-1405 yılları arasında yaşamıştır. Tarihler Hoca ile Timur’un aynı dönemde yaşamadığını açıkça ortaya koymaktadır. Evliya Çelebi’nin, “Seyahatname” adlı eserinde Hoca ile Timur’u çağdaş göstermesi, Nasreddin Hoca-Timur konulu “gül-düşün”lerin ortaya çıkmasında en önemli etkendir. Ayrıca Türk milletinin muhayyilesindeki Timur’dan intikam alma düşüncesi, Hoca ile Timur’u bir araya getirmiş olabilir (Sakaoğlu ve Alptekin 2009: 215-216).
Nasreddin Hoca “Gül-Düşün”Lerinin Türkçemize Katkısı
Nasreddin Hoca “gül-düşün”leri, hikmetli mesajlar içermekte olup her bir “gül-düşün” atasözü ya da deyim konumundadır. Atasözleri ve deyimlerin ortak özellikleri; öğüt vermeleri, gerçeği önerip doğruyu göstermeleri ve milletin ortak malı olmalarıdır. Hoca’mızın düşünce yapısı gereğince O’nun söylediği her bir söz, atasözü ya da deyim olarak dilimize yerleşmiştir. Bunların yanı sıra atasözü ya da deyim olmadıkları halde Nasreddin Hoca “gül-düşün”lerinden hareketle dilimize yerleşen sözler de bulunmaktadır. Bu atasözü, deyim ve kıymetli sözleri şöyle sıralayabiliriz:
Al abdestini, ver pabucumu.
Allah (Tanrı) dağına göre kış verir.
Allah taksim/kul taksimi.
Ayağını sıcak tut, başını serin. / Gönlünü ferah tut, düşünme derin derin.
Bindiği (oturduğu) dalı kesmek.
Buyurun cenaze namazına.
Çömlek hesabına bakmak.
Dağ yürümezse abdal yürür.
Damdan düşen, damdan düşenin hȃlini bilir.
Doğduğuna inanır, öldüğüne inanmaz.
Dostlar alışverişte görsün.
El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar.
Elin ağzı torba değil ki büzesin.
Fincancı katırlarını ürkütmek.
Geç yiğidim, geç.
Görüp göreceğin rahmet bu.
İnce eleyip sık dokumak.
İpe un sermek.
İşi sağlama bağlamak.
Kuşa benzemek.
Ölme eşeğim ölme (yaz gelecek, yonca bitecek.)
Parayı veren düdüğü çalar.
Ye kürküm, ye..
Yorgan gitti, kavga bitti.
Sen de haklısın.
Ya tutarsa!
Testi kırıldıktan sonra dayağın faydası olmaz.
Evlilik, gündüzleri çifte hırlama geceleri çifte horlamadır.
Bilenler, bilmeyenlere anlatsın.
Ben, senin gençliğini de bilirim.
Biraz da biz ölelim.
Un var, şeker var, yağ var, neden helva yapıp yemiyorsun?
Acemi bülbül bu kadar öter.
Tarifesi bendedir.
Bana görünme de kime görünürsen görün.
Yemeğin buğusunu satan, paranın sesini alır.
Halkın Nazarında Hoca Nasreddin
Nasreddin Hoca; halkın nazarında yaşamış, bilgisiyle, hazırcevaplılığıyla, nüktedan kişiliğiyle, sade ve süsten uzak hayatıyla örnek bir kişilik olmuştur. O, hem yaşarken hem de vefatından sonra hakkında menkıbeler bulunan bir şahsiyettir. Hoca’mız hakkında halk inanışında pek çok menkıbe bulunmaktadır. Bunlardan biri şöyledir:
“Hoca, daha anasından doğarken gülerek doğmuş; hem de ağzı yüzü değil, alnının ortası da gülüyormuş. Anlatılır ki, eski bir takvime göre bilgelik yılında bir gün bir çocuk doğdu. İhtiyar dünyamıza tebessüm etti, yüzünde güller açıldı. O gün çiçekleri bir gülümseme aldı. Kaktüslerin dikenleri ipek gibi yumuşadı. O gün yeryüzünde bütün çocuklar gülümserik oldular; olur olmaz her şeye güldüler” (Özçelik 2011: 41).
Nasreddin Hoca’nın güldürme yeteneğinin halk arasında anlatılan şu menkıbeye bağlı olduğu bildirilir:
“Nasreddin Hoca, Seyyid Nesimi ve Hallac-ı Mansur’la Şeyh Şüca adlı bir şeyhin dervişiymişler. Şeyhin bir koyunu varmış. Kesermiş, pişirirlermiş, kemiklerini bir araya toplar, Tanrı’ya niyaz ederlermiş. Böylece kemikler çatılır, etlere bürünür, etler deriyle, deri yünle örtülür, hayvan dirilirmiş. Bir gün Mansur’la Nesimi, şeyh yokken koyunu kesmeyi kurmuşlar. Biz de dua ederiz, elbette canlanır demişler. Mansur kesmiş, çengele asmış, Nesimi derisini yüzmüş. Hoca Nasreddin bu işlere hiç karışmamış, fakat boyuna bunların hareketlerine bakıp gülmüş. Koyunu pişirip yemişler, kemiklerini toplamışlar, duaya koyulmuşlar. Fakat koyun dirilmemiş. Bu sıralarda şeyh gelmiş, işi anlayınca canı pek sıkılmış. Kim kesti demiş. Mansur, ben kestim, astım deyince dilerim demiş şeyh; kesilesi, asılasın. Sonra kim yüzdü, demiş. Nesimi ben yüzdüm deyine ona da sen de yüzülesin demiş. Nasreddin Hoca, ben boyuna bunlara güldüm deyince şeyh sana da kıyamete kadar gülsünler, demiş” (Özçelik 2011: 44).
Nasreddin Hoca’yı, Nesimi ve Hallac-ı Mansur’la arkadaş olup aynı Hoca’nın öğrencisi olarak gösteren menkıbenin/”gül-düşün”ün aslında Hoca Fakih ile üç öğrencisinin (Pir Ebi, Hoca Cihan, Nasreddin Hoca) arasında geçtiği Konya halkı tarafından anlatılmaktadır (Sakaoğlu 2013: 19).
Halk, Hoca’nın vefatından sonra da onun hakkında menkıbeler oluşturmuş, bir nevi O’nda ermişlik aramıştır. Halk arasında anlatılan şu menkıbeler de bu konuya örnektir:
“1284 yılında vefat eden Hoca’nın cenazesi yıkanır ve kefenlenir. Cenaze namazı kılınıp cenaze mezarlığa götürülürken, koşarak gelen birisi; ey ahali! Nasreddin ölmemiş. Şimdi minarede gördüm salȃ veriyordu, der. Cemaat, cenazeyi olduğu yere bırakarak minareye yönelir. Fakat minarede kimse yoktur. Tekrar cenazenin bulunduğu yere döndüklerinde cenaze yoktur. Görürler ki cenaze, kendi kendiliğine mezarlığa gitmiştir” (Özçelik 2011: 54).
“Hoca’ nın vefatından iki yüzyıl sonra bir Cuma günü Hoca’nın türbedarı, tam Cuma namazına başlanacağı sırada koşarak Akşehir Ulu Camii’ne gelir ve yüksek sesle, ey cemaat! biraz önce türbeyi kilitleyeceğim sırada Hoca Nasreddin bana göründü. Çabuk Ulu Cami’ye koş, bütün cemaati çağır. Şayet gelmeyen olursa, canına kıyarım, dedi; der. Halk önce türbedara inanmak istemez. Fakat türbedar ısrar ederek; şimdi Nasreddin Hoca türbede sizi bekliyor, durmayın, deyince halk camiyi boşaltarak türbeye doğru yürürler. Cami tam boşaldığı anda orta kubbe büyük bir gürültüyle çöker. Böylece Hoca Nasreddin, ölümünden sonra gösterdiği kerametle Akşehir halkını bir tehlikeden korumuş olur” (Özçelik 2011: 54).
“Gül-Düşün”Lere Farklı Bakış, Farklı Yorumlar
Hoca’mızla ilgili olarak araştırmacı yazar Peter Hawkins, “Nasrettin Hoca’nın Liderlik Rehberi” isimli kitabında Nasreddin Hoca “gül-düşün”lerini derledikten sonra onları modern organizasyon ve danışmanların dünyasına uyarlamıştır. Yazar, Hoca’mızdan esinlenerek yeniden yorumladığı “gül-düşün”lerde geleneksel tarza bağlı kalmış ve “gül-düşün”lerden liderlik gelişimi için alternatifler oluşturmuştur. Hawkins, Hoca hakkındaki düşüncelerini kitabının giriş kısmında şöyle dile getirmektedir:
“Psikoterapist olarak çalıştığım sıralarda, sık sık Nasrettin Hoca’nın ne kadar büyük bir psikoterapist olabileceğini düşündüm. İşimi değiştirip bir danışman ve liderlik koçu olarak çalışmaya başladığımda ise, bunun da Nasrettin Hoca için uygun başka bir meslek olduğunu anladım. Nasrettin Hoca, bizi izlediğimiz yoldan çıkarır, tepe taklak çevirir ve bakış açılarımızı yenilememizi sağlar. Fıkralar çeşitli şekillerde işimize yarayabilir. Aşina olduğumuz durum ve düşünceleri, değişik bir bakış açısından görmemizi sağlayarak bizi şok edebilirler. Nasrettin Hoca, bizi paradoksları kucaklamaya ve nedenselliğin tek boyutlu bir süreç olmadığını, altta yatanın birbiriyle bağıntılı modellerden çıktığını anlamaya davet eder. İyi bir Nasrettin Hoca fıkrasının ya tadı damağınızda kalır ya da sert bir tepki uyandırır. Fıkra evinize mizah yoluyla girer, fakat bir kere içeri girdi mi, eşyaların yerini değiştirmeye de duvarlara yeni pencereler açmaya başlar” (Hawkins 2005: XIX, XX).
Hawkins, lider olma yolunda Nasreddin Hoca’nın bizi kendimizden ve bize liderlik edenlerden mükemmellik beklememe konusunda uyardığını belirtmektedir. Yazar eserinde Hoca’mızın kendimizi kabullenme ve başkalarını bağışlama duygumuzu geliştirmemizi öğütlediğini vurgulamaktadır (Hawkins 2005: 4).
Nasreddin Hoca’nın sonuçları tuhaf nedenlere bağlayarak, doğrudan ve yalın nedensellikle duygularımıza meydan okuduğunu vurgulayan Hawkins, Hoca’mızın kaldırımlarda çizgilere basmadan yürümek veya maça giderken uğurlu maskotumuzu da götürmek gibi batıl inançlarımızla alay ettiğini belirtmektedir. Hoca’nın bizi; neyin, neye, neden olduğu konusunda daha az emin olmaya ve sistematik düşünmeye davet ettiğinin altını çizen yazar, O’nun yardımıyla nedenleri aramaktan vazgeçip bunun yerine, görünürdeki sorunların sürmesine neden olan durumların altyapılarındaki karmaşık ağı keşfedebildiğimizi de ileri sürmektedir (Hawkins 2005: 12).
Nasreddin Hoca’nın uzlaştırmacı liderliğin yolunu gösterdiğini ifade eden Hawkins, Hoca’nın şakacı kişiliğinin yanı sıra “o mu – bu mu” tartışmasında her iki tarafı da uzlaştırabilen ve karşıt unsurlar arasındaki dinamik ilişkiyi anlayabilen adil bir adam olduğunun önemini belirtmektedir (Hawkins 2005: 32).
Eserinde liderlik hakkında önemli bilgiler veren ve liderlerin en büyük görevlerinden birinin başka liderler yetiştirmek olduğunun altını çizen yazar, Hoca’mızla liderlik arasındaki bağı şöyle anlatır:
“Nasrettin Hoca, yalnızca sorumluluk alan ve “sözünün eri” liderler olmamızı değil, aynı zamanda ilerlediğimiz yolda örnek alınacak liderler olmamızı da öğütlemiştir. Ayrıca, lider olarak kendimize bakışımızla, bize liderlik edenlerden beklediklerimizin çoğunlukla ne kadar ayrı ve farklı olduğunu fark etmemize de yardım eder” (Hawkins 2005: 66).
Seyyahların Dilinden Nasreddin Hoca
Konya Büyükşehir Belediyesi kültür yayınları arasında yer alan “Konya Seyahatnameleri” isimli eserin “Seyahatnamelerde Akşehir” başlıklı bölümünde, Akşehir’in coğrafi yapısı ve tarihi hakkında bilgi verildikten sonra Akşehir’e uğramış, Nasreddin Hoca türbesini ziyaret etmiş gezginler ve onların görüşleri dile getirilmektedir. Eserde Nasreddin Hoca’mız ya da O’nun türbesi hakkında bilgi veren isimler/eserler ve dile getirilen görüşler şöyledir:
Bedreddin Gazzi
H. 936-M. 1529 yılında Suriye’den İstanbul’a giden seyyah; H.939-M.1532 senesinde de İstanbul’dan Şam’a geri dönmüştür. Yol güzergâhında Akşehir’e de uğrayan Bedreddin Gazzi’nin Akşehir ve Nasreddin Hoca türbesi hakkındaki görüşleri şöyledir:
“…Sürekli yolculuktan sonra ayın 19. Çarşamba günü kuşluk vakti Akşehir’e vardık. Akşehir; güzel, şirin bir şehirdir. Meşhur Nasreddin Hoca’nın mezarı buradadır…” (Çaycı 2016: 371- 372).
Polonyalı Simon
Polonyalı Simon, XVII. yüzyılın önemli seyyahlarından biridir. Seyyah, 1618-1619 tarihinde Kudüs yolculuğu dönüşünde Akşehir’e uğramıştır. Seyyahın Akşehir’ e uğradığını ve Hoca’mızın türbesini ziyaret ettiğini gösteren görüşleri şöyledir:
“… Ankara’dan Konya’ya oradan Akşar’a (Akşehir’e) ve az sayıda Ermeni bulunan Yenişehir’e gittik. Burada (Akşehir’de) Nasreddin’in üstü kemerli kabrini görerek çok güldük…” (Çaycı 2016: 377).
Abdurrahman Hibrȋ
Abdurrahman Hibrȋ, H.1041-M.1632 yılında gerçekleştirdiği hac yolculuğu esnasında Akşehir’e uğramıştır. Seyyah’ın Akşehir ve Hoca’mızın kabri hakkındaki görüşleri şöyledir:
“… Ertesi Akşehir nȃm kasaba –ki İshaklı ile mȃbeyni altı saatlik yoldur- nuzȗl olundu. Bunda üç cȃmi’–i şerȋf ve üç han vardır. Cȃmi’in biri Hasan Paşa’nındır ki Sultȃn Bȃyezȋd Hȃn asrının evȃhırında 916 tarihinde binȃ olunmuştur. Yanında tabȃkhȃnesi dahi vardır. Nasreddin Hoca bu cȃmi’in kurbündeki mezȃristanda medfȗndur…” (Çaycı 2016: 377).
IV. Murat Revan ve Tebriz Seferi Ruznȃmesi
Ruznȃmeler, Osmanlı padişahlarının günlükleri olarak bilinir. IV. Murad’ın Revan ve Tebriz seferlerini konu alan ruznȃmede, Akşehir hakkında bilgiler verildikten sonra Nasreddin Hoca’nın burada medfun bulunduğu bildirilmektedir (Çaycı 2016: 378).
Katip Çelebi
Katip Çelebi, XVII. yüzyılda Akşehir’e uğrayan seyyahlardan biridir. Seyyah, H.1058-M.1648 yılında Sulatan IV. Mehmed için kaleme aldığı “Cihannümȃ” adlı eserinde; Akşehir’in bir geniş sahranın sol cenubunda şarktan garba uzanmış dağların eteğine yakın akarsulu, bahçeli bir kasaba olduğunu belirtir. Katip Çelebi, eserinde Hoca Nasreddin’in meşhur bir ziyaretgȃh olduğunu da ifade etmektedir (Çaycı 2016: 380).
Nȃbȋ
Şairliği ile tanınan ve XVII. yüzyılın önemli ediplerinden biri olan Nȃbȋ, hacca gidişinden beş yıl sonra yayınladığı “Tuhfetü’l Harameyn” adlı eserinde hac yolunda uğradığı menziller ve ziyaretgâhlar hakkında bilgiler vermektedir. Nȃbȋ, M.1679 yılında İstanbul’dan başladığı hac yolculuğunda Akşehir’e uğradığını ve Nasreddin Hoca’nın türbesini ziyaret ettiğini eserinde belirtmiştir (Çaycı 2016: 381).
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi, XVII. yüzyılın en önemli seyyahlarından biri olup Osmanlı topraklarını gezerken edindiği izlenimlerini, “Seyahatnȃme” adlı eserinde okuyucularıyla paylaşmıştır. Seyyah Evliya Çelebi, Akşehir’e M.1650 yılında uğramış, eserinde Akşehir ve Nasreddin Hoca hakkında şu bilgileri paylaşmıştır:
“… Ama meşhur galatı Akşehir’dir. Bazıları Ahşehir derler, bazı Etraklar Ahşer derler, bazıları Akşar derler. Türkistan vilayetleri olduğundan çeşit çeşit özel lehçeleri vardır. Rum şehirlerindendir. Rum kayseri kızı Sine adlı bir krala yaptığından Rum tarihlerinde Sinehisar derler. Konya’nın kuzeyinde bulunup Konya onun kıblesinde üç günlük yoldur. On yedinci örfi iklimin ortasında olduğundan suyu ve havası soğuktur. Yazı yaz ve kışı kıştır… Evvela şehrin kıble tarafı dışındaki mezarlık içinde din ve dünya uleması, kaf-ı yakin simurgu Mevlana Hazret-i Şeyh Hoca Nasreddin: İlk çıkışları yine bu Akşehir’dendir. Gazi Hudavendigar’a yetişip Yıldırım Bayezid Han zamanında gelişmiş engin erdem sahibi olup hazır-cevap, keşif ve keramet sahibi ulu sultan idi…” (Çaycı 2016: 382, 383, 384).
Uluslu İbrahim Efendi
Uluslu İbrahim Efendi tarafından 1737 yılında yazıldığı düşünülen bir coğrafya kitabında Akşehir hakkında bilgiler verildikten sonra Nasreddin Hoca’nın türbesinin Akşehir’de meşhur ziyaretgâhlardan birisi olduğundan bahsedilir (Çaycı 2016: 384)
Üsküdar’dan Şam-ı Şerife:
1780 tarihli hac risalesinde Akşehir ve Nasreddin Hoca’nın türbesi hakkında şu bilgiler bulunmaktadır:
“…Akşehir: İshaklı’ya beş saat uzaklıkta olan kasabanın mükellef hanları, çarşısı ve camisi vardı. Güzel kaymağı olan kasabada her şey ucuzdu. Nasreddin Hoca’nın türbesi, kasaba yakınında olup, hacılar tarafından ziyaret edilirdi…” (Çaycı 2016: 385).
W. M. Leake
Leake, XIX. yüzyıl başlarında Anadolu’ya gelmiş bir İngiliz subaydır. Anadolu hakkındaki izlenimlerini 1824’te yayınlanan “Journal of a Tour in Asia Minor (Anadolu’da Bir Gezinin Notları)” adlı eserinde dile getirmiştir. Seyyahın Akşehir ve Nasreddin Hoca türbesi hakkındaki düşünceleri şöyledir:
“… Akşehir’e gelene kadar Sultan Dağı eteklerindeki güzergâhı takip ettik. Akşehir, dağların eteklerinde kurulmuş geniş bir şehir olup doğal verimli topraklar ve çokça su kaynağı ile kaplıdır… Şehrin batı girişinden kısa bir mesafede Nasreddin Hoca’nın mezarı yer almaktadır. Nasreddin Hoca, bir Türk aziz (din adamı), onun türbesi Müslümanlar için hac yeridir. Genel formda taştan yapılmış bir yapı (baldeken) olup sütunların taşıdığı üstü örtü bir çatı ile kapatılmıştır. Sütunlar Antik Yunan yapılarından alınmıştır. Gömme zemin tamamen Türk mezar taşlarına dönüştürülmüş Yunan mimarisi ile doludur ve malzemeler Akşehir’in önemli bir yunan kenti olduğunun göstergesidir.” (Çaycı: 2016, s. 387).
Charles Texier
1833 ve 1843 yıllarında Anadolu’yu gezen Fransız arkeolog, mimar, seyyah Charles Texier, Anadolu hakkındaki düşüncelerini 1839-1849 yılları arasında Paris’te yayınladığı üç ciltlik eserinde dile getirmiştir. Seyyahın Akşehir ve Nasreddin Hoca hakkındaki görüşleri şöyledir:
“… Akşehir, bir dağın eteğine kurulmuştur. Kasabanın işgal ettiği arazi çok geniş ve evlerin etrafı bahçelerle çevrilidir. Sokaklar dar ve harabe enkazıyla doludur, camileri bile düzenli değildir. Santon Hoca Nurettin’in Türbesi, batı tarafın kenar mahallesindedir. Bu türbenin etrafı sütunludur ve sütunlar eski anıtların harabesinden alınmıştır…" (Çaycı 2016: 388, 389).
John Murray
John Murray, dünyanın çeşitli yerleri için seyahat rehberleri hazırlayan bir araştırmacıdır. Hazırladığı 1840 tarihli rehberinde Akşehir ve Nasreddin Hoca hakkındaki gözlemlerini şöyle dile getirmiştir:
“... Akşehir dağın eteklerinde kurulmuş geniş bir şehirdir. Hoş bahçeler ile çevrili, fakat caddeler dar ve kirli ve ev ve cami yığınlarıyla kaplanmıştır. Şehrin batı girişinden kısa bir mesafede Nasreddin Hoca’nın mezarı yer alır. Nasreddin Hoca bir Türk aziz (din adamı), onun türbesi Müslümanlar için hac yeridir. Taştan yapılmış bir yapı, genel formda, sütunların taşıdığı üst, örtü bir çatı ile kapatılmış Sütunlar antik Yunan yapılarından alınmış. Gömme zemin tamamen Türk mezar taşlarına dönüştürülmüş Yunan mimarisi kalıntıları ile doludur ve malzemeler Akşehir’de önemli bir Yunan kentinin olduğunun göstergesidir…” (Çaycı 2016: 392).
Clément Huart
XIX. yüzyılın son çeyreğinde Anadolu’yu gezen Fransız seyyah C. Huart, Anadolu seyahat hatıralarını 1897’de Paris’te yayınlanan “Konia la villa des Derviches Tourneurs; Souvenirs d’un Voyage en Asia Minor” adlı eserinde anlatmaktadır. Seyyahın Akşehir ve Nasreddin Hoca’nın türbesi hakkındaki izlenimleri şöyledir:
“… Sultan Dağı’na keyifle yaslanmış, tepelerden inen sularla yıkanan bir şehir, sokaklardan dereler akıyor. Girişte antik kalıntılarla inşa edilmiş Arap stilinde Taş Medrese dikkatimizi çekiyor. Yanılmamışız… Nasreddin Hoca’nın türbesini ziyaret etmek istiyorduk. Biliyorduk ki dünyanın en garip lakırdılarını söyleyen, acayip işler işleyen, ünlü Nasreddin Hoca, Akşehir’de yatmaktadır. Gariplikler üstadının türbesi Müslüman mezarlığının ortasında yükseliyordu; etrafı açık ve tahta bir parmaklıkla çevrilmişti…” (Çaycı: 2016, s. 393, 395).
Sir Charles Wilson
1879-1882 yılları arasında Anadolu’da başkonsolos olarak görev yapan İngiliz Sir Charles Wilson, görevi sırasında Anadolu’yu gezmiştir. Akşehir’e de uğrayan seyyahın Akşehir ve Nasreddin Hoca türbesi hakkındaki görüşleri şöyledir:
“… Akşehir dağların eteğinde yer alan büyük bir şehirdir. Ne bazarlar (Perşembe)ne de hanlar iyi değildir. Akşehir hoş bahçeler ile çevrilidir... Şehrin batı kapısından kısa bir mesafede Nasreddin Hoca mezarı yer alır. Nasreddin Hoca, Türk evliyalarından ve onun türbesi Müslümanlar için hac yeridir. Olağan formda yapılmış taş eser açık sütun dizisi,(revak) ile çevrili olup, bunların taşıdığı bir çatı ile örtülüdür. Sütunlar bazı antik yunan yapısından alınmıştır. Gömme zemin Türk türbe taşlarına dönüştürülmüş antik yunan mimari kalıntıları ile doludur…” (Çaycı 2016: 396).
Şemseddin Sami
Şemseddin Sami tarafından H.1306- M.1888-1889 yılında kaleme alınan “Kamusu’l- Alam” adlı eserde, Akşehir hakkında bilgiler verildikten sonra Nasreddin Hoca’nın türbesinin Akşehir’de bulunduğu belirtilmektedir (Çaycı: 2016, s. 397).
Friedrich Sarre:
Alman seyyah F. Sarre, 1895 yılında İzmir’den başladığı seyahatinde Akşehir’e de uğramıştır. Akşehir hakkında izlenimlerini aktaran seyyahın Nasreddin Hoca türbesi hakkındaki görüşleri şöyledir:
“…Şehirde ayrıca aziz mertebesindeki birçok kişinin türbesi bulunuyor ve Türklerin ünlü Nasreddin Hocasının da buraya gömüldüğüne inanılıyor…” (Çaycı 2016: 401).
Mehmed Ziya
Mehmed Ziya’nın “Bursa’dan Konya’ya Seyahat” isimli eseri, Akşehir ve Nasreddin Hoca türbesi hakkında en geniş bilgileri içeren eserdir. Yazar, eserinde Akşehir hakkında geniş bir bilgi verdikten sonra Nasreddin Hoca türbesi hakkında şu bilgileri paylaşmaktadır:
“… biraz musȃhebetten sonra nüktedȃnlığı dillerde sȃ’ir olan Hȃce Nasre’d-dȋn Efendi merhȗmun türbe-i şerȋfesini görmeğe gittik. Herkes bilir ki, Hȃce merhȗmun türbesinin dört tarafı açık. Kapısında büyük bir kilit asılmış olduğu hȃlde tersȋm ve tasvȋr ederler, işte biz de Hȃce’nin türbesini işittiğimiz gibi zannediyorduk. Fakat kasaba tarafına nȃzır olan büyücek bir kabristȃnın bir iki ayak merdivenden ibȃret olan medhalinden içeri girdiğimiz zamȃn hey’et-i umȗmiyyesiyle karşımıza çıkan türbeyi dedikleri ve tasvȋr ve tersȋm eyledikleri gibi bulmadık. Türbenin üzeri altı köşeli ve mahrȗtȋ bir dam ile kaplıdır. Köşelerin birisi kapı olmak üzere açık olduğu hȃlde diğer taraflarını gȃyet alçak bir duvar ihȃta eylemişti. Bu duvarın üstünde demirden bir parmaklık, bunun da bȃlȃsında sakfa dayanmak üzere gayr-ı muntazam inceli kalınlı tahta bir parmaklık görülüyordu. Kapısının yan ve üst taraflarını da kezȃik tahtadan bir parmaklık setreyliyordu. Parmaklıkları arasındaki tahta direklerin başlıkları da üzerleri sıvanmış dȃ’ire şekline karȋb bir resmde idi. Hey’et-i hȃzırasından anlaşılıyor ki, türbe-i Hȃce Nasre’d-dȋn dört tarafı açık iken sonradan damın istinȃd eylediği sütȗnların arasını bir kısa duvarla doldurmuşlar. Merkadın etrȃfında ȃsȃr-ı kadȋmeden kalın altı mermer sütȗn daha var. Bunlar tavana kadar varıyor. Şu hȃle nazaran, hȃriçteki sütȗnlarla çatının sonradan yapıldığına ve asıl tüğrbenin medfeni ihȃta eden sütȗnlarla beynlerindeki kısa parmaklıktan ibȃret olduğuna hükmediliyor. Türbenin kıble tarafına tesȃdüf eden kısmı kapı tarafındaki demir parmaklığa nazaran biraz daha yüksekçe duvarla muhȃt bulunuyordu…” (Çaycı 2016: 403, 404).
Egbert C. Hudson
20.yüzyıl başlarında Anadolu’yu gezen Egbert C. Hudson’ın Akşehir ve Nasreddin Hoca türbesi hakkındaki görüşleri şöyledir:
“…Philomelium’un modern ismi Akşehir-Beyaz şehirdir. Nüfusu yazarlara göre yaklaşık 20.000’dir. Akşehir’de çok sayıda ilginç yapı ya da yapı kalıntıları mevcuttur. Taş Medrese ve Seyit Mahmut Türbesi 13. yüzyıl Selçuklu döneminin en iyi örnekleridir. Fakat en çok bilinen ise Nasreddin Hoca Türbesi’dir. Müslüman dünyasında çok bilinen Hoca, hakkındaki mizah, anekdotlar ve orijinal işleri ile çok meşhurdur…” (Çaycı 2016: 409, 410).
Semyon İvanoviç Aralov
5 Ocak 1922 tarihinde Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği’ne atanan S. İ. Aralov, görevi sırasında edindiği izlenimlerini “Bir Sovyet Diplomatın Hatıraları” adlı eserde dile getirmiştir. Yazar, eserinde Akşehir ve Nasreddin Hoca türbesi hakkında şu bilgileri verir:
“… Akşehir, küçük, rahat, yeşillikler içinde bir kasaba. Karargȃh, kasabanın en iyi evlerinden birinde olup, bütün konforuyla, Avrupa usulünce döşenmişti. Akşehir Yunanlılar tarafından işgal edilmemişti. Ama kenar mahallelerdeki evlerin çoğu, topçu ateşiyle yıkılmıştı. Sabahleyin Akşehir mezarlığına gittik. Türk halk hicivcisi Nasrettin Hoca’nın mezarı da orada bulunmaktadır. Hocanın mezarı büyük bir saygı görmekte, çevresinde her zaman bir kalabalık görülmekte, burası bir çeşit ziyaret yeri sayılmaktadır…” (Çaycı 2016: 412, 413).
Ahmet Emin Yalman
1888-1972 yılları arasında yaşayan A. E. Yalman, hatıralarını topladığı eserinde Nasreddin Hoca türbesi hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirir:
“… Nasrettin Hoca’nın türbesini ziyarete gittik. Çok yağmurlu bir gündü. Türbenin etrafı bataklık halinde idi. Gözümü türbeye diktim. Hocanın baş kaldırmasını ve: “Ben sağ iken şuradan geçerdim” demesini adeta bekledim. Kapı ve kilitten ibaret olan eski türbeden o zamanlar, kapı kısmı çökmüştü, kilit bir köşeye ilişik olarak, dünya ile alay edercesine sallanıyordu…” (Çaycı 2016: 413).
Doktor Nazmi
1921-1922 yılında Konya Vilayeti Sıhhiye Müdürü olarak görev yapan Doktor Nazmi, “Türkiye’nin Sıhhi-i İctimȃi Coğrafyası Konya Vilayeti” adlı eserinde Akşehir hakkında geniş bir bilgi verdikten sonra Nasreddin Hoca türbesi hakkında da şu bilgileri paylaşmaktadır:
“… Nasreddin Hoca: dünyaca meşhur olan türbesi Akşehir’in güneydoğusunda Büyük Mezarlık ortasında, altı mermer sütun üzerine oturtulmuş bir kubbe altında olup etrafı açık ve demir parmaklıkla çevrilmiştir. Kabri birçok defalar tamir edilmiş ise de şöhretine uygun bir sanduka ve bir kitabesi yoktur. Sandukanın yan tarafında gayet kötü bir yazı ile; “Haze’t- türbeten el merhȗm / El- mağfȗr ila abdil- Gafür Nasreddin Efendi ruhuna Fatiha (386)” yazmaktadır...” (Çaycı 2016: 417).
Referanslar
Bayar, M. (2014). Akşehir Tarihi. (Birinci Baskı). Akşehir: Akşehir Matbaası; Çaycı, A. (2016). Konya Seyahatnameleri. Konya: Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları; Duman, M. (2008). Nasreddin Hoca ve 1555 Fıkrası.(Birinci Baskı). İstanbul: Heyamola Yayınları; Güleç, H. (2005). Nasreddin Hoca’nın Kişiliği ve Fıkralarının Özel- likleri, I. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu (Bilgi Şöleni) Bil-diri Kitapçığı. Akşehir: Akşehir Belediyesi Kültür Yayınları; Hawkins, P. (2005). Nasreddin Hoca’nın Liderlik Rehberi. İstanbul: Sistem Yayınları; Koç, M.(2015). Türbetü’l Merhum-Tüm Yönleriyle Nasreddin Hoca Türbesi. Akşehir: Akşehir Postası Matbaası; Konyalı, İ. H. (1945). Nasredddin Hocanın Şehri Akşehir (Tarihi-Turistik Kılavuz). İstanbul. Nümune Matbaası; Köprülüzȃde Mehmed Fuad (1334/1918). Nasreddin Hoca (Manzum Hikȃyeler). İstanbul: Kanaat Kütüphanesi; Özçelik, M. (2011). Anadolu ve Dünya Bilgesi Nasreddin Hoca. Akşehir Belediyesi Kültür Yayınları; Sakaoğlu, S. (2011). Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler. (Üçüncü Baskı). Ankara: Akçağ Yayınları; Sakaoğlu, S. (2013). Nasreddin Hoca Üzerine Yazılar. (Birinci Baskı). Konya: Şelale Ofset; Sakaoğlu, S. ve Alptekin, A. B. (2009). Nasreddin Hoca. (Birinci Baskı). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları; Şenocak, E. (2007). İronik Yaşamda Sonsuza Yürüyen Kahraman: Nasreddin Hoca. Konya:Unimat Ofset; Tokmakçıoğlu, E. (2009). Nasreddin Hoca Fıkraları –Bir Gün Nasreddin Hoca- (Birinci Baskı). Ankara: Bilgi Yayınları.