Kilise

Kilise DİNSEL KONULAR Dinsel İbadet Ortamı

“Kilise” kelimesi, köken olarak Yunanca ekklesia sözcüğünden türemiştir ve bu sözcük “toplantı” anlamına gelir. Ancak bu, rastgele bir kalabalığı değil, özellikle çağrılmış kişilerin bir araya gelmesini ifade eder. Antik Yunan’da ekklesia, şehir yöneticisinin daveti üzerine halkın toplanması için kullanılırdı. Bu kavram, İbranicede dini bir topluluk veya toplantıya çağrı anlamındaki kahal kelimesiyle karşılanmıştır. İsa’nın da bu bağlamda Aramice edta, kenista ya da kehala terimlerinden yararlandığı kabul edilmektedir.

Bu terim, Yeni Ahit yazarlarının yararlandığı kutsal metinlerin Yunanca çevirisi olan Septuaginta’da, İbranice qahal (toplantı, cemaat, topluluk) kelimesinin en yaygın karşılığı olarak kullanılmıştır. İlk dönem Hıristiyan topluluklarının ekklesia adıyla anılması, büyük olasılıkla birçok erken Hıristiyan’ın bağlılığını sürdürdüğü Yahudi sinagoglarından ayırt edilmek istenmesiyle ilgilidir. Zira synagoge (Yunanca), İbranice edah sözcüğünün karşılığı olup qahal ile neredeyse aynı anlamı taşımaktadır. Bu nedenle ekklesia kavramı, en eski Hıristiyan yazılarında da görülmektedir. Örneğin 1. Selanikliler 2:14’te geçen ekklesia tou theou (Tanrı’ya ait topluluk) ifadesi buna örnektir. Yeni Ahit, bu ekklesia kavramını açıklamak için çeşitli mecazlar kullanır. Bunlar arasında özellikle şu ifadeler öne çıkar: “Tanrı’nın halkı,” “Mesih’in bedeni,” “iman, ümit ve sevgi topluluğu,” “Ruh’un işi” ve “yeni İsrail.” Ayrıca, “Tanrı’nın krallığı” ya da “Tanrı egemenliği” mecazı İsa’nın öğretilerinin merkezinde yer almakta ve kilise yaşamının eskatolojik (ahir zamana ilişkin) nihai tamamlanışı olarak yorumlanmaktadır.

Hıristiyanlık başlangıçta bir “yoksullar hareketi” karakteri taşımaktaydı. İlk kilise, “yoksullar topluluğu” olarak algılanan, sade ve kenetlenmiş bir kardeşler birliğiydi. E. Renan’a göre, “Hıristiyanlığın ortaya çıkışı, halk tabakasından insanların şimdiye kadar gerçekleştirdiği en büyük başarıdır.” Bu sebeple, ilk Hıristiyanları tanımlamak için “yoksullar” anlamına gelen ebionim terimi kullanılmıştır. İlk Hıristiyanlar, İsa’nın çok yakında geri döneceğine inanıyorlardı. Ancak bu dönüş gecikince Kilise yavaş yavaş örgütlenme sürecine girdi. İlk iki yüzyıl boyunca kilise, daha ziyade laik bir topluluk niteliğini sürdürdü. Kilise karşılığı olan Yunanca ekklesia kelimesi de bu dönemde yalnızca “birlik” ya da “cemaat” anlamında kullanılıyordu. Zaman içinde bu topluluk içinde küçük çaplı bir "hiyerarşik düzen" ortaya çıktı. Yaşça ileri olan veya topluluk içinde deneyim sahibi bulunan kişiler (presbyteroi, yani ihtiyarlar), gözetim ve denetim görevini üstlenenler (episkopoi, yani episkoposlar) ile yoksullara ve muhtaçlara yardım etmekle yükümlü kadın ve erkek hizmetliler (diakonoi, yani kadın-erkek diyakoslar ya da hizmetçiler) bu yapının temel unsurlarını meydana getiriyordu.

İsa’nın misyonu başlangıçta yalnızca İsrailoğulları’na yönelikti. Fakat Yahudi olmayanlarda karşılaştığı güçlü iman, ona yabancı halkların da ileride ilahî krallığa dâhil olacağı yönünde bir umut vermiştir (Matta 8:11). Bununla birlikte, İsa’nın hareketi genel olarak Yahudiliğin sınırları içinde kalmıştır. Papazları, düzenli ayinleri ve belirlenmiş bir ibadet sistemiyle yapılandırılmış, kilise olarak nitelendirilebilecek kurumsal bir teşkilat kurmamıştır. Ancak etrafında toplanan topluluk, daha sonra ortaya çıkacak kilisenin çekirdeğini teşkil etmiştir.

Hıristiyan kaynaklarına göre kilisenin temeli, Tevrat’ta yer alan Ahit düşüncesi, seçilmiş halk inancı, Yahve’ye adanmış tapınak anlayışı ve Mesih’in krallığı fikri üzerine kurulmuştur. İsa, yaşamı boyunca havarilerini etrafında topladığında, halka hitap edip öğretilerini sunduğunda, ekmeği bölerek paylaştığında, Petrus’a göksel krallığın anahtarlarını verdiğinde ya da havarilerini farklı topluluklara İncil’i duyurmaları için görevlendirdiğinde, aslında ilk aşamada Hıristiyan kilisesini fiilen inşa etmekteydi. Kilise düşüncesinin ikinci evresi ise eskatolojik bir yön taşır. Yani ahir zamana, Tanrı’nın egemenliğinin kesin biçimde tesis edileceği sürece işaret eder. Katolik geleneğine göre kilisenin kurumsal ve teolojik yapısı esasen İnciller, Elçilerin İşleri, Pavlus’un Mektupları ve Yeni Ahit’in bütünlüğünü oluşturan kutsal yazılar üzerine temellendirilmektedir.

İsa Mesih’e iman eden ve vaftiz aracılığıyla Hıristiyan cemaatine katılan müminlerden meydana gelen bu örgütlü yapı, esasen ibadet etmek, sakramentleri icra etmek, vaaz ve öğretim görevlerini sürdürmek ile dinî ve ahlaki eğitimi sağlamak amacıyla faaliyet gösteren kurumsal bir topluluktur. Bu cemaat, Hıristiyan inanç sisteminin hem teolojik hem de ritüel boyutlarını devam ettirirken, aynı zamanda bireylerin manevi olgunlaşmasını hedefleyen bir dinî birlik niteliğindedir. Yeni Ahit anlatılarına göre, farklı bölgelerde İncil’i kabul edip vaftiz yoluyla kendilerini İsa Mesih’in sadık izleyicileri olarak ilan eden topluluklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu ilk dönem Hıristiyan grupları, kurumsal bakımdan oldukça sınırlı bir yapıya sahipti ve yalnızca kimi durumlarda havariler tarafından tayin edilen ihtiyarlar (presbuteros) ya da gözetmenler (episkopos) aracılığıyla yönlendiriliyorlardı. Yahudi kökenli olan bu cemaatler, başlangıçta tapınak ve havra merkezli Yahudi ibadet pratiğinden ayrı, bağımsız bir dinî yapı kurma amacını gütmemişlerdir.

Havari Petrus, İsa’yı Tanrı’nın Oğlu olarak ikrar ettiğinde, İsa ona bu bilginin insani bir kavrayıştan değil, bizzat Tanrı’nın vahyinden kaynaklandığını belirtmiş ve bu imanından ötürü onu mübarek kılmıştır. Daha sonra ise Kilisesini, Petrus’un temsil ettiği bu sarsılmaz inanç temeli üzerine kuracağını bildirmiştir. İsa’nın ardından Hıristiyanların öğretim ve ibadet amaçlı toplantıları çoğunlukla özel evlerde yapılmaktaydı. Yerel kiliseler arasında ise karşılıklı ziyaretler, gezgin vaizlerin çalışmaları, maddi destek sağlama uygulamaları ve önemli gelişmeler nedeniyle birbirlerine gönderdikleri mektuplar gibi çeşitli dayanışma örnekleri hayata geçiriliyordu.

Havariler döneminden sonra dünyanın farklı bölgelerine yayılmış olan Hıristiyanlar, özellikle İmparator Nero zamanında başlayan ağır baskılara maruz kalmışlardı. Ancak MS 313’te yayımlanan Milano Fermanı ile İmparator Konstantin, Hıristiyanlara yönelik zulümlere son verdi. Hıristiyanlık ise MS 380’de İmparator Theodosius’un iktidarı sırasında resmen devlet dini statüsüne kavuştu. Bu gelişme, “Konstantin Çağı” olarak bilinen dönemin başlangıcını oluşturmuş ve Katolikliği derinden etkilemiştir. Bu andan itibaren Hıristiyanlar, inançlarını açıkça yayma özgürlüğüne sahip olmuş; Hıristiyan din adamları da bu ortamda önemli manevi ve entelektüel eserler ortaya koymuşlardır. Kendilerine ayrılan kilise mekânlarını kullanmaya başlayan kült hareketi ise gizlilikten ya da yarı gizlilikten sıyrılarak, özel evler veya mahzenler yerine artık açık ibadet alanlarında varlığını sürdürmeye başlamıştır.

Kilise, yalnızca ilahî vahyin edilgen bir muhatabı değil, aynı zamanda Mesih’in mistik bedeni olarak bu vahyin özüne içsel bir bağlılık taşıyan bir varlıktır. Tanrı’nın kurtuluş tarihindeki etkin eylemiyle ortaya çıkan kilise, hem Tanrı’nın ortaya koyduğu bir eser hem de hâlen sürdürmekte olduğu kurtuluş tasarısının bir yansımasıdır. Bu bakımdan kilise, Tanrı’nın insanlığa kurtuluşun kaynağı olan ilahî sevgi ve gerçeği ulaştırmak için kullandığı temel bir araç konumundadır. Kilisenin yapısı çok boyutludur: Onun mahiyeti hem insanî hem ilahî, hem maddi olarak görülebilir hem de ruhani anlamda görünmezdir. Ayrıca, hukuki sınırlarla belirlenebilen kurumsal bir yönü bulunsa da, mistik boyutu sayesinde bu sınırları aşar. Kilise, hem bu dünyada mevcut olup insanî tecrübeye katılan bir topluluk, hem de aşkın yönüyle ebediyete uzanan bir cemiyet niteliği taşır. Dünyevi açıdan kilise, bütünüyle bu dünyaya ait olmadığı gibi, tamamen ona yabancı da değildir. O, hem bir araç hem de nihai amaca işaret eden bir varlıktır. Tanrı’nın kurtarıcı iradesinin bir vasıtası olmakla beraber, ilahî vaadin iman içinde önceden gerçekleşmiş bir işaretini temsil eder. Yolculuk hâlindeki haliyle kilise, Tanrı’nın ebedî tasarısının zaman içerisinde beliren, ancak tam anlamıyla yalnızca eskatolojik ufukta tamamlanacak olan bir görüntüsüdür.

Katoliklik, Budizm’de olduğu gibi sadece manevi bir yaşam tarzı olarak değil, aynı zamanda kurumsal bir Kilise olarak da varlık gösterir. Katolik Kilisesi’nin en ayırt edici yönü, sahip olduğu otorite ve yönetim düzenidir. Bu düzenin temelinde ise Papa’nın temsil ettiği açık bir birlik merkezi bulunur.

Roma’daki episkopos, zamanla diğer episkoposlar üzerinde hukuki açıdan da üstünlük sağlamaya başlamış ve böylelikle Petrus’un halefi sıfatıyla tüm kilisenin liderliğini kendi elinde toplamaya yönelmiştir. Bu görüş, Matta İncili’nde (16, 18) yer alan şu sözlere dayandırılmaktadır: “Sana söylüyorum, sen Petrus’sun ve kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım; ölüm diyarının kapıları ona karşı üstün gelemeyecek. Göklerin Krallığı’nın anahtarlarını sana vereceğim; yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de bağlanacak, yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde de çözülmüş olacaktır.”

Hıristiyan kiliselerinin idaresi, tarihsel koşulların etkisi ve ruhbanlık görevlerinin kaynağına dair teolojik yaklaşımlar doğrultusunda farklı biçimler kazanmıştır. Yerel özerklik düzeyine göre en genişten en sınırlıya doğru bu yönetim modelleri genellikle cemaat temelli (kongregasyonal), ihtiyarlara dayalı (presbiteryen) ve episkopal (episkopos merkezli) olarak sınıflandırılır; ancak her bir sistemin kendi içinde dikkate değer farklılıkları ve çeşitlenmeleri bulunmaktadır.

Mesih’in peygamberlik misyonunun önemli bir boyutu, Ruh’u aracılığıyla ilahî gerçeğin sürekli genişleyen bilgisinin kaynağı olarak kiliseyle kurduğu ilişkidir. Bazı kiliselerin, inanç geleneğini muhafaza eden ve onu yorumlayan otorite olduklarını ileri sürmelerinin esas anlamı da buradan kaynaklanmaktadır.

Tarihsel ya da düşünsel dayanağı ne olursa olsun, İsa’nın öğretilerini kabul edip ona ibadet etmeye başlayan bir grup Yahudi, zamanla birbirine daha da yakınlaşmış ve bu birliktelik, ilk Hıristiyan Kilisesi’nin temelini meydana getirmiştir. Kilisenin dogmalarına aykırı açıklamalar yalnızca yanlış olarak değil, aynı zamanda bir suç ve Tanrı’nın iradesine karşı gelme eylemi olarak görülmüştür. Bu tür söylemler hiçbir şekilde hoş karşılanamaz, her türlü yöntemle engellenmeleri zorunludur. Böyle görüşler dile getirenler ise ağır biçimde cezalandırılmayı hak etmiş kabul edilmiştir.

Jean Calvin’e göre Hıristiyan Kilisesi, ilk olarak peygamberlerin yazıları ve elçilerin vaazları üzerine inşa edilmiştir. Dolayısıyla söz konusu öğreti, nerede bulunursa bulunsun, daima kiliseden önce gelir. Zira bu öğreti olmaksızın kilisenin varlığı düşünülemez. Bu nedenle, Kutsal Yazılar hakkında hüküm verme yetkisinin kiliseye ait olduğunu ya da Kutsal Yazıların kesinliğinin kilisenin onayına bağlı bulunduğunu iddia etmek tamamen temelsizdir.

Katolik mimarisi ihtişamı ve sakrament merkezliliği, Ortodoks mimarisi ikonografik yoğunluğu ve mistisizmi, Protestan mimarisi sadeliği ve vaaz odaklılığı, Anglikan mimarisi ise iki gelenek arasında sentezi yansıtır. Doğu kiliseleri daha arkaik ve ritüelci bir mimariyi korurken, modern kilise mimarisi toplumsal işlevsellik ve estetiği birleştirmeye yönelmiştir.

Katolik kilise mimarisi genellikle Latince haç planına (uzun nef ve transept) dayanır. Gotik ve Romanesk üsluplar Katolik dünyada gelişmiştir. İç mekânda büyük katedraller, yüksek tavanlar, vitray pencereler, freskler ve heykeller dikkat çeker. Katolik teolojisi sakrament merkezlidir; bu nedenle altar yani sunak kutsal mekânın odağıdır. Ayrıca azizlere ve Meryem Ana’ya adanmış yan şapeller bulunur. Bu üslubun örnekleri arasında Paris’teki Notre Dame, Vatikan’daki Aziz Petrus Bazilikası ve Almanya’daki Köln Katedrali sayılabilir.

Ortodoks kilise mimarisinde daha çok Yunan haçı planı yani eşit kollu haç kullanılır. Kubbeler, özellikle Rus etkisiyle gelişmiş olan soğan kubbeler karakteristiktir. İç mekânda ikonaların yoğun kullanımı göze çarpar. İkonostasis adı verilen ikonalarla süslü duvar kutsal alanı cemaatten ayırır. Freskler, mozaikler ve ikonalar mekânı bütünüyle doldurur. Ortodoks geleneğinde litürji ilahî sırların tecellisi olarak görüldüğünden, mekân mistik ve sembolik bir teolojiyi yansıtır. Ayasofya, Moskova’daki Aziz Vasil Katedrali ve Selanik’teki Agios Dimitrios bu anlayışın örnekleridir.

Protestan kilise mimarisi Reform sonrası sadeliği öne çıkarmıştır. Gotik kiliselerden dönüştürülen yapılar da bulunmakla birlikte, yeni inşalarda işlevsellik ve sadelik tercih edilmiştir. İç mekânda heykel ve resimler kaldırılmış, odak noktası vaaz kürsüsü ile kutsal kitabın okunması olmuştur. Vitraylar azalmış, süslemeler minimum seviyeye inmiştir. Teolojik olarak Sola Scriptura yani “yalnızca Kitap” anlayışı öne çıktığından, ibadet merkezi vaaz ve metin etrafında şekillenmiştir. Almanya’daki Lutherci kiliseler ve Cenevre’deki St. Pierre Katedrali bu yaklaşımı yansıtır.

Referanslar

Besnard, A. M. (1993). Hıristiyanlık (M. Aydın, Çev.). İçinde; Din Fenomeni. Din Bilimleri Yayınları; Besnard, A. M., Clement, O. ve Mehl, R. (t.y.). Hıristiyan İlahiyatı (M. Aydın, Çev.). Arı Basımevi; Calvin, J. (2025). Hıristiyan Dininin Temelleri (Birinci Kitap) (J. T. McNeill, Ed.; T. Salamzade, Çev.). Ahit Yayınları; Challaye, F. (1998). Dinler Tarihi (S. Tiryakioğlu, Çev.). İstanbul: Varlık Yayınlan; Church. (1921). İçinde M. Shailer ve Gerald, B. S. (Ed.), A Dictionary of Religion And Ethics (s. 98). The Macmillan Company; Guiley, R. (2001). Peter. İçinde The Encyclopedia of Saints (s. 276). Visionary Living, Inc.; Lawlord, F. X. ve Doyle, D. M. (2003). Church (Theology of). İçinde The New Catholic Encyclopedia, Second Edition (C. 3, s. 580). Thomson Gale; Lynch, J. E. (2005). Church: Church Polity. İçinde L. Jones (Editör), Encyclopedia of Religion (Second Edition) (Cilt 3, s. 1763). Macmillan Pub Co.; Mudge, L. S. (2005). Church in The New Testament. İçinde L. Jones (Ed.), Encyclopedia of Religion (Second Edition) (Cilt 3, s. 1763). Macmillan Pub Co.; Schimmel, A. (1999). Dinler Tarihine Giriş (R. Kibar, Ed.). Kırkambar Yayınları.

Konuyla ilgili diğer maddeler için bkz.: