Şiblî Nu’mânî

Kişi Yazar Seyyah

(1857 - 1914)

Hint alt kıtasının ilk modern Müslüman tarihçisi sayılan Şiblî Nu’manî 1857 yılında Hindistan’ın kuzeyindeki Azamgarh bölgesine bağlı Bindul’de dünyaya geldi. Asıl adı Muhammed’dir. Soyu Hindu bir aileye uzanmaktadır. Zaman içerisinde ailenin bir reisinin islamiyeti seçmesi ile soy kütüğü Müslüman ailelere eklendi.

Temel eğitimini babasının gözetiminde gerçekleştiren Şiblî, Arapça ve Farsça öğrendi, edebiyat ve felsefe ile ilgilendi; hadis, fıkıh ve tarih ilimleri üzerine yoğunlaştı. On dokuz yaşında gerçekleştirdiği hac yolculuğunun ardından Vehhabiliğe Reddiye başlıklı eserini kaleme aldı, bir süre avukatlık mesleğini icra etti, fakat daha sonraki süreçte mizacına uygun olmadığı gerekçesiyle bu mesleği bıraktı. Seyyid Ahmed Han tarafından Hindistan’da kurulan Aligarh Müslim Üniversitesinde (Mohammadan Anglo-Oriental College) Farsça okutmanlığı yaptı. Bu süreçte tanıştığı şarkiyatçı Thomas W. Arnold’dan Fransızca dersleri aldı, kendisi de ona Arapça öğretti.

1883 yılında Azamgarh’ta eğitim-öğretime yeni bir bakış açısı getirmek istediği için milli bir kolej kurdu, bu yıllarda düşünce tarihi ve edebiyatla daha yakından ilgilenme fırsatı buldu ve bu alanlarda araştırma yapmak amacıyla çalıştığı kurumdan aldığı altı aylık izinle, dönemin İslâm dünyasının merkezleri kabul edilen şehirlerin fiziki, sosyal ve siyasi yapılarını tanımak, özellikle de kütüphanelerini görmek maksadıyla seyahatlerini gerçekleştirdi. Aradığı pek çok nadir yazma eserleri İstanbul ve Kahire kütüphanelerinde bulduğunu seyahatnamesinde de ifade etti. Mısır’daki ikameti sürecinde de önemli tarih eseri el-Memun’u kaleme aldı, ilmi faaliyetlerini seyahati boyunca da devam ettirdi.

İstanbul’da kaldığı süre zarfında Gazi Osman Paşa ve torunu Derviş Paşa gibi şehrin önde gelen bürokratlarıyla tanıştı, Sultan II. Abdülhamit tarafından da Mecidî nişanı ile onurlandırıldı. Bu durumdan rahatsız olan İngilizler Hindistan’a dönüşünde onun bu nişanını kullanmasına müsaade etmediler. 1894 yılında İngilizler tarafından Şemsu’l-Ulema unvanı verilen Şiblî, 1898’de Aligarh Müslim Üniversitesindeki görevinden ayrıldı. Bir süre Haydarabad nizamının işlerini yürüttükten sonra Azamgarh’a döndü, burada ilmi faaliyetlerine devam etti, Daru’l-Musannifîn isimli bir eğitim ve araştırma merkezi kurdu, kitaplarını da buraya bağışlayarak bir de kütüphane oluşturdu. El-Me’mun ve seyahatnamesi dışında, Sîret-i Nu’mân, Sevânih-i Mevlânâ-yı Rûm, Sîretü’n-Nebî, Şî’rü’l- Acem yâ Târîh-i Şuarâ ve Edebiyyât-ı Manzûm-ı Îrân gibi farklı alanlara dair pek çok eser verdi.

1892 yılının Nisan ayında Hindistan’dan ayrılan Şiblî, yine aynı yılın Kasım ayında seyahatini tamamladı. İstanbul, Beyrut, Kahire, Kudüs hattındaki birçok şehri ziyaret etti ve dönüşte de seyahatnamesini kaleme aldı. Bu yolculuğunu bir meraklının bilgi edinmesi olarak tanımladı ve karşılaştığı olaylarda herhangi bir harikuladelik olmadığının altını çizdi. Seyahatnamesinin içeriğini: “Bir seyahatnamede bulunan bilgiler arasında ülkenin genel durumu, yönetim tarzı, hukuk sistemi, ticari hayatı, imar ve iskân planları gibi hususiyetleri bulunmamaktadır. Bu eserde gezdiğim yerlerin toplumsal düzeni ve eğitim faaliyetlerini ele almaya çalıştım, esere seyahatname gözüyle bakmak isteyenlerin tam anlamıyla o zevki alamayabilir.” sözleri ile ifade etti. Eserinin, Avrupalı seyyahların doğu dünyası, özellikle de Türkler hakkında yazdıklarından ayrı bir noktada olduğunu ortaya koydu.

Seyahatnamesini başından geçen olayları anlatmanın yanı sıra İstanbul, Beyrut, Kahire, Kudüs gibi Osmanlının sancak merkezi şehirleri ile ilgili görüş ve kanaatlerini de aktarmak üzere kaleme aldığını ifade etti, şehirlerin genel durumlarını ve ziyaretgâhlarını zikrettikten sonra eğitim-öğretim faaliyetlerini gözlemledi; özellikle yüksek eğitim kurumları, yatılı okullar, kız çocuklarının eğitimi, öğrencilerin disiplin ve düzeni gibi konuları araştırdı. Osmanlı kütüphanelerine, dönemin müelliflerine ve onların eserlerine dikkat çekmek istedi. Türklerin ve Arapların toplumsal, ahlaki yapılarını ve ibadet biçimlerini araştırdı, siyasi olarak buhranlı bir dönemde İslam ümmeti olarak adlandırdığı coğrafyadan beklentilerini kaleme aldı.

Şiblî’nin Türkiye’ye yaptığı seyahat hakkındaki kanaatleri genel olarak eleştireldir. Ona göre devlet idaresini bir tarafa bırakırsa, Müslümanların durumu pek iç açıcı görünmemektedir. Hindistan Müslümanlarının durumuna benzeterek, sanatta ve ticarette katılım paylarının az olduğunu gözlemledi, piyasalara ve eğitim hayatına Yahudi ve Hristiyanların daha çok hâkim olmasını tenkit etti.

Şiblî; Aden Körfezi, Portsaid, Beyrut, Kıbrıs ve Rodos’u geçerek İzmir üzerinden 13 Mayıs tarihinde İstanbul’a ulaştı. Burada üç ay ikamet etti, seyahatnamesinin en uzun bölümünü de İstanbul’a ayırdı. Şu cümlelerinde İstanbul’a bakışını görmek mümkündür; “Bir kişi Asya ve Avrupa kültürünü tek bir albümde bir araya gelmiş resimler halinde görmek isterse onu bu şehirde görebilir.” İstanbul’un kısa tarihçesinden başlayarak eserini bir seyahatname havasına büründürdü, aynı zamanda okuyucuya da genel bir İstanbul portresi çizmeyi ihmal etmedi. İslam coğrafyacılarının bu şehre dair yazdıklarından haberi olmadığını belirten Şiblî, yalnızca İbn Batuta’nın VIII. yüzyıl İstanbul’una dair bilgilerini de aktardı. Ayrıca İstanbul’un havası, suyu iklimi ve halkın genel giyim kuşam tarzından bahsetti, Müslüman mahallelerindeki bakımsızlığa karşın gayr-i müslim halkın yoğun olarak yaşadığı Galata civarının temizliği ve düzenine dikkat çekerek bu durumu eleştirdi.

Şiblî, özellikle kahvehaneler, kitapçı dükkânları gibi mekânlar üzerinden İstanbul’a hayranlığını dile getirdi. Aynı zamanda seyahatinin de asıl amaçlarından biri olan, genelde Osmanlı özelde ise İstanbul’un eğitim sistemi üzerine bir araştırmaya girişti ve hem medreseleri hem modern tarzda yeni açılan okulların fiziki şartları, müfredatları gibi farklı açılardan ele aldı ve zaman zaman da Hindistan ile bir karşılaştırmaya tabi tuttu. İstanbul’un yayın hayatına da bigâne kalmadı, dönemin önde gelen gazetelerini ve Servet-i Fünûn veya Maarif gibi dergilerini inceledi. Basımevlerini ziyaret etti, Ermenice, Yunanca, Fransızca gibi farklı dillerde aylık 2.000 kadar kitap basıldığına dikkat çekti. Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Cevdet Paşa gibi dönemin ünlü simalarını tanıttı. Şehirdeki kütüphanelerin sayılarını ve isimlerini zikretti, buradaki eserlerin genel içeriğinden ve nüshası bulunmayan kitaplardan bahsederek, genel anlamda şehrin entelektüel birikimini ele aldı. Henüz yazılmakta olan Kamus-u Âlâm gibi eserleri de heyecanla beklediğini de belirtti. İstanbul’daki ikameti boyunca şehrin ilmi, kültürel, tarihi, siyasi ve iktisadi yönlerini inceleme fırsatı buldu, terbiyeli ve zarif insanlar olarak nitelendirdiği Türkleri de yakından tanıyarak, onlar hakkında geniş kapsamlı yorum yapabilecek fikirlere sahip oldu.

İstanbul’un ardından yeniden Beyrut’a dönen Şiblî, bundan sonra da Kudüs ve Kahire’yi ziyaret etti, bu bölgelerde de eğitim-öğretim faaliyetlerine dikkat çekti. Bölgedeki okulların öğrenci sayısı, hangi din veya mezhebe bağlı oldukları, müfredatları gibi geniş bilgilere seyahatnamesinde yer verdi. Yaklaşık olarak yedi ay süren yolculuğunu Mısır’da noktalayan Şiblî, ülkesine döndü. 1914 yılında Azamgarh’ta vefat eden Şiblî, XIX. yüzyılın son çeyreği ile XX. yüzyılın başlarında İslam dünyasında dini düşüncenin ve İslam kültürünün ihyası gibi alanlarda dikkat çekici bir karakterdir.

Referanslar

Rahman, F. (1960). Sirat al-Nabi of’Allamah Shibli, Journal of the Pakistan Historical Society, 8(1): 1-18; Şiblî, N. (1940). Sefer-nâme-i Rûm-u Mısr-u Şâm. Azamgarh; Şiblî, N. (2011). Rihletü Şiblî en-Nu’mânî ile’l- Konstantiniyye ve Beyrût ve’l- Kuds ve’l-Kâhire. Dımaşk: Dâru’l-Kalem; Şiblî, N. (2016). Seyahatnâme. İstanbul: Ravza Yayınları.