Rilke, Anna Grosser

Kişi Yazar Seyyah

(1853 - 1938)

XIX. yüzyılın en meşhur kadın konser piyanistlerinden, edebiyatçı Rainer Maria Rilke’nin kuzeni, Anna Grosser Rilke 1853 yılında Avusturya - Macaristan İmparatorluğu’nun, bugün Çek Cumhuriyeti’nde yer alan Melnik kentinde dünyaya geldi. Babası o dönemler için yeni sayılan bir girişimde Aussig-Teplitz demiryolu şirketinde iş bulunca, adeta kaderi haline gelen yolculuklardan ilkini o dönemler için yeni olan demiryolu ulaşım aracıyla Prag’dan Teplitz’e ailesiyle birlikte giderek gerçekleştirdi. Çocukluğunu ve gençliğini Teplitz’de geçirdi. Sanatçı yönünü Rilke ailesinden aldığını düşünen Anna, henüz beş yaşındayken, Teplitz’de bir müzik okulu kuran Langhans adlı Dresden’li bir müzisyenden piyano eğitimi almaya başladı, bir yıl sonra ilk resitalini verdi. Anna Rilke, 15 yaşında Leipzig Konservatuarına girdi, çoğunlukla Mozart, Schumann, Schubert ve Alman Romantikleri üzerine çalışan Karl Reinecke’den (1824-1904) ve onu Bach ve diğer eski ustalarla tanıştıran Ernst Ferdinand Menzel’den (1808-1880) piyano dersleri aldı. Başarılı mezuniyetinden sonra Konstanz’daki bir müzik okulunda piyano dersleri vermeye başladı. Bununla birlikte, Leipzig Gewandhaus’ta bir konser vurmak için verilen şerefli teklif, bu durumu sanatsal bir kariyer olarak düşünmesine neden oldu. Sonraki yıllarda Anna Rilke, her ikisi de öğrenci olan Paul ve Julius Klengel kardeşlerle (keman ve viyolonsel) performans sergileyerek Almanya’da düzenli konser faaliyetlerine başladı.

XIX. yüzyılın en meşhur kadın konser piyanistlerinden Avusturyalı Anna Grosser Rilke, gazeteci-yazar eşi Julius Grosser’in İstanbul’a tayini ile 1888 yılında 35 yaşında Osmanlı topraklarına ayak bastı ve burada dolu dolu 30 yılını geçirdi. Rilke, İstanbul’da kısa sürede kendine dostlar edindi ve çoğu yabancılardan oluşan bu dostlarının özel günlerinde, elçiliklerde konserler verdi. Ününün yayılmasının ardından ise padişah Sultan II. Abdülhamit tarafından konser için Yıldız Sarayı’na çağrıldı. Padişah kendisinden Osmanlı Ulusal Marşı olan Hamidiye Marşı’nı çalmasını istedi. Marş hakkında hiçbir fikri olmayan Rilke korktu, tedirgin oldu ancak vazgeçmedi, bir müzik mağazasından marşın notalarını alarak hemen ezberlemeye koyuldu. Davet günü gelip çattığında Hamidiye Marşı’nı çaldıktan sonra, Listz’in Faust Valsi’ni, ardından da Chopin’in Berceuse’sini çaldı. Konserden sonra ise padişahın huzuruna çağrıldı. Padişah tarafından kendisine bir madalya takdim edildi ve övgüler yağdırıldı. Rilke o anları şöyle özetledi: “Avrupa’nın soluğunu kesen, o zeki Sultan’ın karşısındaydım. Koca bir kanca burun üzerinden, kömür gibi simsiyah, melankolik ve uysal bakan iki muhteşem iri göz bana çevrilmişti. Bu yüzde boşuna sert, gaddar şeyler aradım. Avrupa’da despot diye bilinen bir hükümdarın nasıl olup da bu derece sempatik olabileceğine hayret etmiştim”. Anna Rilke, eşi ve padişahla birlikte Sevil Berberi opera temsilini izledi. Padişahın oğlu Burhanettin Opera boyunca Rilke’nin yanında oturdu. Rilke’nin çaldığı tüm parçaları bilen ve müziğe aşina olan Burhanettin ile Rilke arasında derin bir sohbet başladı. Ancak bu ilk ve son karşılaşmaları değildi, Rilke padişahın müziğe meraklı oğlu şehzade Burhanettin’e de ders vermeye başladı, defalarca birlikte müzik yaptılar.

İstanbul’da bulundukları esnada eşi Julius Grosser hastalandı ve tedavi için Berlin’e gitti. Eşinin kurmuş olduğu haber ajansının sorumluluğunu ve temsilini üstlenme görevini bu kez Anna üstlendi. Ancak eşinin İstanbul’dan ayrılışından kısa bir süre sonra Julius’un ölüm haberi geldi. Artık çocuğunun sorumluluğu da Anna’nın üzerindeydi, bir başına farklı bir ülkede yaşama tutunmak zorundaydı. İstanbul’a alışan ve verdiği müzik dersleriyle iyi bir gelir elde eden Rilke, burada kalıp çocuğunun okul masraflarını çıkarmak, ona iyi bir gelecek kazandırmak için para biriktirmeyi tercih etti. O nedenle eşinin muhabirlik görevine talip oldu. Bu talebinin kabul görmesiyle artık müzisyenliğinin yanı sıra aktif muhabir olarak da görev yapmaya başladı. Rilke’nin müzisyenlikten gazeteciliğe uzanan anıları Osmanlı Devleti’nin yıkıldığı ve Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllara kadar uzanmaktadır. 1906 yılında Amerikan Koleji’nden müzik bölümünün yöneticiliği ve ileri sınıflar için müzik öğretmenliği teklifi alınca hemen kabul etti, eğitim görevine başladı.

İstanbul’da yaşadığı dönemleri, Türk insanını, kültürünü, geleneklerini, siyasi olayları detaylı şekilde anlattığı, anılarını yazdığı, Sesler asla uçup gitmez: 80 yılın anıları kitabı (1937) dönemin Avrupası’nda Osmanlı’ya yönelik ön yargı ve eleştirilerin kırılmasına katkılar sağladı. Dönemin Avrupalı kadın seyyahlarından biri olarak tanınan Anna Grosser Rilke Latife Muammer hanımefendiye de 1918 yılına değin müzik eğitimi verdi. Mustafa Kemal Paşa’nın eşi olan Latife Hanım, Rilke’ye göre eşsiz yetenek ve güzelliğe sahip önemli bir Türk kadınıydı. Rilke, Latife hanımın akıcı ve hatasız Almanca konuşmasına, zekasına ve kültürüne hayran kaldı, vatanseverliğini çok derinden hissetti. Latife hanımın vatanseverliğine yönelik şu sözleri söyledi: “Onunla birlikte olduğum günlerde, vatanın yavaş yavaş çöküşünün ve savaşın sonlarına doğru giderek daha kesinleşen Osmanlı devletinin yıkılışının ona nasıl acı verdiğini, özellikle de Yunanlıların Anadolu’ya girip arkasından kent İzmir’i işgalinin onu nasıl kahrettiğini ve sarstığını görmüştüm”.

Birinci Dünya Savaşı gelip çattığında (1914-1918), Anna Grosser Rilke hâlâ İstanbul’da yaşamaktaydı, oğlu Alman ordusuna gönüllü olarak katıldı. Rilke anı kitabında, Alman ve Osmanlı milletlerinin müttefik olduğu savaş yıllarında, Türk halkının ekonomik ve toplumsal açıdan ciddi zorluklar, kayıplar, açlık ve yoksullukla da baş etmeye çalıştığını anlattı. Hayat o dönemde son derece pahalılandığı için evinin odalarını kiralamak durumunda kaldı. Ayrıca haftada iki kez evinde müzik akşamları düzenledi. Bu müzik etkinliklerine Alman subaylar, Türk efendileri ve hanımları katıldılar. Rilke bu müzik etkinliklerini Türk-Alman kardeşliğini pekiştiren önemli geceler olarak tanımladı.

1918 yılına gelindiğinde, bu yılla birlikte Anna’nın çok sevdiği şarkta yaşamak üzere kendisine bahşedilen süre de sona erdi. Ülkedeki Almanlar ve Avusturyalılarla birlikte sınır dışı edildi. İstanbul’dan ayrılırken, Rilke sadece ağladı, tek tesellisi oğluna kavuşabilmek oldu. Almanya’ya geri dönerek oraya yerleşen Rilke, hiçbir zaman unutamadığı Türkiye’ye yeniden dönme hayallerinin, yeni siyasi ve ekonomik gelişmeler yüzünden ne yazık ki gerçekleşemediğini söylemiştir. Rilke, müzikten hayatı boyunca hiç kopmadı, müziği, anıları ve Türkiye’ye duyduğu sevgiyi kitaplaştırdı. Berlin’de İstanbul’dan dostlarıyla ara ara görüşme imkânı olsa da tekrardan İstanbul’a gelemeden 1938 yılında hayata gözlerini yumdu.

Referanslar

Rilke, A. G. (1937), Nie verwehte Klänge. Lebenserinnerungen aus acht Jahrzehnten, Berlin, Leipzig u. Krapp, G. B. (1996). Die Musik durfte nicht das Hauptziel meines Lebens sein’. Entscheidungssituationen und Deutungsmuster in der Autobiographie der Pianistin und Redakteurin Anna Grosser-Rilke. İçinde; M. Heuser (Editör). Autobiographien von Frauen (ss. 330–349). Rilke, A. G. (2009). Avrupa Saraylarından Yıldız’a: İstanbul’da Bir Hoş Sada, (Çeviren: Deniz Banoğlu).İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Aracı, E. (2020). İstanbul’da Bir Hoş Sada, www.andante.64 com.tr, Sayı 161, ss. 64-69. https://www.interajans.nl/halit-celikbudak-yazdi-istanbulda-bir-hos-sada/, (Erişim tarihi: 30.04.2021). https://www.yenisafak.com/hayat/rilkeningozunden-istanbul-3529669, (Erişim tarihi: 30.04.2021). https://www.haber7.com/kitap/haber/437022-latife-hanim-15inde-beethoven-caliyordu, (Erişim tarihi: 30.04.2021).