İklim Değişikliği
Kavram
-
2019
Süreç, önü alınamayan gezegensel sebeplerden ziyade nispeten önlem alınabilecek antropojen, özellikle fosil yakıt tüketimi kaynaklı atmosferde CO² (karbondioksit) yanında CH⁴ (metan), CFC (klorlu florlu karbonlar), azotoksitler gibi gazlar ile insan faaliyetleri sonrası ortaya çıkan kurum ve kül gibi asılı karbon, bileşik halinde karbonlar, toz, sülfür ve azot oksitlerin ışımayı engelleyici sera etkisi nedeni ile hava sıcaklıklarında tedrici artış ve neticesinde küresel ısınma tehdidini içeriyor.
Turizmde doğal güzellikle birlikte iklim özelliği turizm için evrenseldir. İyi iklim özelliği, destinasyona ilgiyi sağlar. Bu nedenle turizm için iklime bağlı endüstri denilebilir. Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Ögütü tarafından küresel temelde yüzde 5 olarak CO² seviyelerini attırdığı tahmin edilen turizmde yüzde 40’ın tek başına havayolu taşımacılığından kaynaklandığı belirtilmektedir. Diğer sektörlerle birlikte iklim değişikliğinin etkileri, turizm endüstrisinin kaderini etkileyecek çeşitliliktedir. Sıcaklık ve buzul erimeleri ile deniz suyu seviyelerindeki artış, bir yanda su kıtlığı ve temiz suya ulaşmada güçlükler, diğer yanda ekstrem hava olaylarına, diğer tarafta orman yangınlarına, kara ve denizde biyoçeşitlilik kaybına, okyanus sularının pH’ının düşmesine, kıyı çizgisi ve adaların su altında kalmasına, sezonsallık paterninde kaymalara, artan hastalık riski gibi etkilerle doğrudan turizm endüstrisini ilgilendiren riskleri içermektedir. En çok etkilenme potansiyeli olan turizm türleri içinde dağ ve kar/kayak, kıyı, ekoturizm, kent, golf, rafting turizmi, su altı dalış vb. bulunmaktadır. Yaz-kış turizmi terimleri de göreceli olarak değişme sinyalleri vermiş bulunmaktadır.
Destinasyonların iklim değişikliği ile ilgili kaderleri, ilgili yere özgü olası değişikliklerin tahmin edilmesiyle belirlenmeye çalışılmaktadır. İdeal turizm koşullarının kutba doğru oluşu, birçok turizm destinasyonunda yatırım-kâr kaybı anlamı taşımaktadır. Örneğin, Kanada için turizm gelirlerinde iklim değişikliği nedeniyle daha ılıman koşullar altında artış öngörülebilirken; sıcak/orta kuşaktaki ülkeler için azalma söz konusu olabilir. Nitekim kurgulanan senaryolar da bu durumu doğrular niteliktedir: Kutuplara yakın sahalar, daha fazla turist çekmeye başlarken, daha az turist gönderecekler; yine düşük yükseltideki alanlardansa Ekvatora doğru yüksek sahalar cazibe merkezi haline gelebilecektir. Bundan başka 1⁰C sıcaklık artışı dahi kitle turizminde daha yakın yerlere seyahati getirebilir. Eve yakın seyahatler, örneğin deniz kum güneş (3S) turizmi için toplam seyahat süre ve uzaklığını azaltacaktır. Yüksek enlemler ve yüksek sahalar, daha fazla tercih edilecek gibi görünmektedir. Elbette özel ilgi turizmi, bireysel turizm gibi turizm çeşitleri bu modellemenin dışında kalabilir.
Yine, Akdeniz ülkelerinin çok sıcak yaz ayları yerine bahar aylarında cazip olacakları; Avrupalı tatilcilerin aşırı sıcak yaz aylarında tatil için kuzeyi tercih edecekleri ve yaz aylarının düşük sezon haline gelebileceği tahmin edilebilir. Bu destinasyonların yaz aylarındaki doluluğu arttırmak için müzeler, sanat galerileri vb. daha spesifik ürünler geliştirmesi ya da yüksek yerlerin turizme açılması beklenebilir. Bununla birlikte bahar ayları için ziyaretçilerin destinasyon algılarını güçlendirici çabalara da ihtiyaç olacaktır. Belki masraflı yeni yatırımlar yerine bahar aylarındaki ziyaretçi sayısını yüksek harcama yapan turist tipleri için arttırmayı düşünmek daha ekonomik olabilir. Böylelikle hem zamansal hem mekânsal sezonsallığa cevap aranabilir.
Destinasyon özelliklerinin iklime bağlı değişmesiyle turistler ya da arzı oluşturanların davranışları nasıl olur? Turistler, bu yerleri yeni hava durumu özelliğiyle kabullenirken, destinasyondaki çekicilikleri planlayanların yeni seçeneğe daha hızlı ve aktif uyum göstermeleri gerekir. Turist akımlarını mekân ve zamansal olarak tahmin edebilmek ve destinasyon çekiciliklerine yön verebilmek, değişen durumlara adapte edebilmek için turizm ürününde iklim ve hava durumunu özellikle dikkate almak gerekir.
Tatile çıkan Avrupalıların neredeyse yüzde 65’inin tatil için kıyı şeridini tercih ettiği ve Akdeniz havzasının iklim değişikliği açısından hassas olduğu düşünüldüğünde soruna küresel yaklaşımın gerekliliği ortaya çıkar. Akdeniz havzası ile birlikte birçok destinasyon kara ve deniz biyoçeşitliliği, kentleşme, su güvenliği, deniz suyu seviyesi yükselmesi, sıcak yazlar, hastalıklar anlamında risk altındadır. Bu nedenle soruna iklim değişikliklerine dirençli turizm faaliyetleri nasıl olabilir? penceresinden bakılmalıdır. Turizm bu durumla nasıl başa çıkacak ya da iklim değişikliği ve küresel ısınmanın sonuçlarından nasıl etkilenecek? En önemlisi, iklim değişikliği ile baş etmek için turizm faaliyetleri ne yöne kayacak? gibi sorular acil cevap beklemektedir. Çünkü su stresi kullanıcılar arasında rekabete yol açarak, yerli halk, turistler ve diğer kullanıcılar arasında örneğin su kıtlığı sonucunda tartışmalara neden olabilecek; bu durum ise destinasyon yaşam döngüsünün negatif yönde hızlanmasına neden olabilecektir.
Yine kuraklığa gidişle sulak alan ekosistemlerindeki değişmeler, örneğin kuş göç yollarının değişmesi ve tür sayısının azalması ile doğa gözlemcileri etkilenebilecek, ekoturizm çabaları sekteye uğrayabilecektir. Kuraklık ya da sel olaylarındaki sıklığın artışı, bazı bölgelere olan talebi azaltabilecek ya da canlılar bu tür ekstrem hava olaylarına daha fazla maruz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilecektir. Turizm altyapısının büyük bir bölümünün kıyılarda olduğu varsayılırsa buzulların erimesi sonucu ortaya çıkacak kıyılardaki yerleşimlerin tedrici de olsa sular altında kalması ile altyapı da zamanla kullanılamaz hâle gelebilecek, yatırımlar başka yerlere kaymaya zorlanacaktır.
İklim değişikliği nedeniyle, orta kuşağın güneyine yakın her destinasyonda su kıtlığının daha fazla hissedilebileceği bilinen bir durumdur. Ana sorun, bulunulan sıcaklık kuşağına da bağlı olarak yaşanacak buharlaşma nedeniyle oluşacak kuraklık baskısıdır. Su kıtlığı önce yüzey sularından başlamak üzere yeraltı su tablasının hızla düşmesiyle insanlığı göç ya da savaşlara kadar götürecek önemli bir sorun haline gelebilecektir. Bu duruma çözüm bulmak için, konaklamadan yeme-içmeye, ulaşıma, diğer hizmetlere ve hatta yerel halka kadar su kıtlığı ile baş etmek için tüm tedbirler öngörülmeli ve uygulanmalıdır. Diğer sektörlerde zaten karbon salınımının azaltılması, atmosferden karbonun ileri teknoloji sayesinde emiliminin sağlanması ya da yansıtıcılar yoluyla güneş ışınlarının bir kısmının atmosfer dışında yansıtılması vb. yöntemler yoluyla, gerekse ekstrem hava olaylarına karşı acil durum önlemlerinin alınması (korunaklı sığınaklar, ilk yardım, hızlı boşaltmanın sağlanması, güvenlik ve sigorta işlemleri vb.) şeklinde önlemler alınmaya çalışılmaktadır.
Turizmde ise iyi uygulamalar peyzajda kurakçıl türleri tercih etmekten, aşırı su kullanımlarından dolayı golf tesislerine alternatif bulmaya, yeraltı sularını denetimsiz kullanmama dâhil birçok önlemi içerebilir. Sürdürülebilir turizm seyahat sırasında kişi başına düşük enerji kullanımı (enerji-yoğun-tüketimin azalması) anlamına gelecek farklı bir paterne dönüşmelidir. Bu nedenle diğer bütün sektörlerde olması gerektiği gibi turizm sektörünün de iklim değişikliği konusuna uzun vadeli kâr amacı güderek yaklaşması önemlidir. Bu yolda yenilenebilir enerjiye vurgu yaparak turizm alanında arz yönünde yerel ürünleri tercih etmek daha çok özendirilebilir. Azalt, yeniden kullan, geri dönüştür ekseninde israfın yaygın olduğu gıda, enerji, su kullanımı vb. sahalarda destinasyonlardaki paydaşlar tarafından uygulanan pratikler arttırılabilir.
Gereksiz, çevreye zararlı paketleme, banyo, çamaşır vb. kullanımlar için su kayıpları minimuma getirilmeli, su fakiri ülkeler için çim vb. aşırı su isteyen peyzajlamadan kaçınılmalıdır. Kaynakların ekonomik, sosyal ve çevresel yönetimi açısından iş çevrelerinin yeni çevreye adapte olmak, iklim değişikliğini getiren nedenlerden uzak sürdürülebilir yaklaşımları geliştirmesi düşünülmelidir. Ayrıca yeni değerler zinciriyle nasıl işbirliği yapılabileceği ve uzun soluklu bir stratejiye nasıl geçiş yapılabileceği değerlendirilmelidir. Karbon nötr destinasyon olmak için sera gazı emisyonlarını düşürmek, en azından iklim değişikliğine katkı yapmamak ve destinasyonun karbon ayak izine dikkat etmek önemlidir.
İklim değişikliği tehdidine karşı 1997 iklim değişikliğine ilişkin BM Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) ilk adım olarak ele alınmaktadır (Kyoto Protokolü). BM İklim Konferansı (Meksika, 2010) 2020’ye kadar küresel ortalama sıcaklık artışının 2oC’nin altında tutulması için çeşitli önlemlerin alınması ve Yeşil İklim Fonu oluşturulmasını hedefledi. Bundan başka 2011’deki Genişletilmiş Eylem için Durban Platformu 2015’e kadar yeni yasal platformun oluşturulmasını amaçladı; 1998’deki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde (IPCC) küresel ısınmanın 2oC’nin altında tutulması için 2050’ye kadar CO² ve diğer sera gazı emisyonlarının yarıya düşürülmesi; gelişmiş ülkelerin bu emisyonlarını yüzde 95’e kadar azaltması gerektiği vurgulandı. 2001 yılındaki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde hazırlanan rapora göre 1861 yılından beri küresel ortalama yüzey sıcaklığı 0,6-+0,2 ⁰C arttı. 1990’lar en sıcak on yıl olurken, 1998 tek başına en sıcak yıl oldu. 1990-2100 arası için senaryo sıcaklık artışının 1,4 ve 5,8oC olacağı yönündedir. Deniz suyu seviyeleri için de 0,09 ve 0,88 metre öngörülmektedir.
Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü’nün 2007 yılındaki Davos Bildirgesi turizm endüstrisinin iklim değişikliğine cevap olarak, ulaşım ve konaklama sektörlerinde sera gazı emisyonlarını azaltma, turizm işletme ve destinasyonlarının değişen iklim koşullarına uyumunu sağlama, enerji etkinliğini kullanarak yeni teknolojiler kullanmak, yoksul bölge ve halklara yardım için finansal kaynak sağlama ve hükümet ve uluslararası kuruluşlara uluslararası stajyerler için işbirliği yapmaları konusunda çağrı yapmaktadır. Ayrıca turistlere seyahat ve destinasyon seçiminde iklim, ekonomik, sosyal ve çevresel etkileri göz önüne almaları önerilmektedir.
2015 Paris İklim Değişikliği Sözleşmesi ise fosil yakıta dayalı endüstrinin sonunun geldiğinin küresel ekonomilerin iklim değişikliğine sebep olup-olmadığı tartışmaların getirdiği sonuçtur. Sözleşmenin uluslararası boyutta en geniş katılımlı antlaşma olması, turizm gibi birçok sektörü ilgilendirmesi güçlü yönleridir. Burada, Davos Bildirgesi’nden sonra bir kez daha ileri işbirliği için araştırmacılar, kamu ve özel sektörün aktif rol alma ve iklim değişikliğine turizm endüstrisinin vereceği karşılığı geliştirme amacı dikkat çekicidir.
Referanslar
Amelung, B., Nicholls, S. and Viner, D. (2007). Implications of Global Climate Change for Tourism Flows and Seasonality, Journal of Travel Research, 45: 285-296; Fang, Y., Yin, J. ve Wu, B. (2018). Climate Change And Tourism: A Scientometric Analysis Using CiteSpace, Journal of Sustainable Tourism, 26 (1): 108-126; Hamilton, J. M., Maddison, D.J. ve Tol, R.S.J. (2005). Climate Change and International Tourism: A Simulation Study, Global Environmental Change, 15 (3): 253-266; Scott, D., Hall, C.M. ve Gössling, S. (2019). Global Tourism Vulnerability to Climate Change, Annals of Tourism Research, 77: 49–61; Weaver, D. (2011). Can Sustainable Tourism Survive Climate Change?, Journal of Sustainable Tourism, 19(1): 5-15.
Ayrıntılı bilgi için bakınız
Silver, J. (2008). Global Warming and Climate Change Demystified. New York: McGraw Hill.