Küresel İklim Değişikliği

Atmosferdeki sera gazları, güneşten yeryüzüne gelen ve sonra yeniden yeryüzünden yansıyan ışınların bir kısmını tekrar yeryüzüne iletir. Sera gazlarının artması sonucunda yeryüzünün ortalama sıcaklığı artar ve küresel iklim değişikliği denilen olguya yol açar. Bu olgu sebebiyle gezegenimizde sel, kuraklık, sıcak hava dalgası gibi aşırı hava olayları görülür.

Bilimsel bulgulara göre Sanayi Devrimi sonrasında insanlık tarafından kurulan yeni düzen, küresel iklimi önceki dönemlerde eşine rastlanmayacak kadar radikal bir biçimde değiştirdi. Karbon dioksit (CO²) ve metan dâhil olmak üzere atmosferdeki sera gazları geçtiğimiz iki yüzyıl içerisinde, son 800 bin yılın en yüksek seviyelerine geldi. Sanayileşme öncesi ortalama 280 ppm. (parts per million / milyonda bir birim) seviyesinde seyreden ve 300 ppm.’i hiç aşmayan küresel atmosferik CO² yoğunluğu, 1980’li yıllara gelindiğinde 350 ppm., günümüzde ise 400 ppm seviyesini geçmiştir. Bu artışın baş sorumluları, enerji, sanayi ve taşımacılık gibi sektörlerde ağırlıklı olarak fosil yakıtların kullanılması ve ormansızlaşmadır.

Birleşmiş Milletler’in Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin Dördüncü Değerlendirme Raporu (IPCC-AR 4, 2007) küresel CO2 yoğunluğunu 450 ppm. seviyesinin altına düşürmeyi ve küresel sıcaklık artışını 2°C altına düşürerek iklim dengesinin geri dönülemez düzeyde tahrip olmasını engellemeyi hedeflemektedir. Ancak raporun yayımlandığı yılda 383 ppm. olan karbon konsantrasyonu, üzerinden on yıl dahi geçmeden 20 birim arttı. Rapor aynı zamanda, sürekli değişen hava koşulları, kuraklık, tarımsal üretimde ani düşüşler, seller, deniz seviyesindeki yükselmeler, ekosistemlerin bozulması gibi görülme sıklığı giderek artan pek çok aşırı doğa olayının temelinde iklimdeki radikal değişimlerin yattığını belirtmektedir. Sıcaklık artışının sınırlandırılması ve iklim değişikliğine adaptasyon mekanizmalarının kurulmasında başarıya ulaşılamadığı takdirde, doğa olaylarının şiddeti tahmin edilemeyecek ve geri dönülemeyecek seviyede artacaktır.

Uluslararası iklim rejiminde yeni bir dönemin başlangıcını temsil eden Paris İklim Antlaşması 04. 11. 2016 tarihinde yürürlüğe girdi. Paris İklim Antlaşması ortalama sıcaklık seviyesini 2°C, hatta mümkünse 1.5°C seviyesinin altına çekme konusunda görüş birliğini temsil etmektedir. 1.5 - 2°C hedefi arasındaki fark emisyon açığı olarak adlandırılmaktadır. Bu açığın kapatılabilmesi için 2020 öncesi ve sonrasına dair hedeflerin desteklenmesi önemlidir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Sekreterliği’ne gönderilen ulusal katkı beyanlarına göre, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonuna gelindiğinde yeryüzü 2,7 - 3,7°C ısınmış olacaktır. Antlaşma uyarınca, her beş senede bir emisyon azaltımı hedefleri değerlendirilecek ve güçlendirilecektir. Bu doğrultuda ülkelerin küresel iklim değişikliği ile mücadelede ortak çabaları için ulusal katkılarını revize etmeleri gündemdedir.

Paris Antlaşması’nın getirdiği yeni iklim rejimiyle birlikte, ülkelerin Kyoto Protokolü döneminin öncüllerine dayandırılmış ulusal politikalar izlemeleri artık mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla yeni dönemin ön plana çıkan en büyük özelliği, emisyon azaltımı için atılacak adımlarda ortak ve farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kapasiteler dikkate alınarak hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin işbirliğine gerek görülmesidir. Gelişmiş ülkelerin somut ve kantitatif hedefler belirterek emisyon azaltım görevini üstlendiği ve gelişmekte olan ülkelerin sektörel eylem planlarıyla, herhangi bir azaltım hedefi belirtmeksizin, gönüllü olarak sürece dahil olduğu Kyoto Protokolü döneminin sonuna gelinmiştir. Paris Antlaşması sonrasında gelişmiş ülkelerin olduğu kadar gelişmekte olan ülkelerin de azaltım hedeflerini kendi tarihsel sorumlulukları ve ulusal kapasiteleri dâhilinde belirleyerek küresel iklim değişikliğine karşı mücadelede görev almaları beklenmektedir. Antlaşmanın 2015 yılında imzaya açılmasından bir sene gibi kısa bir süre sonrasında yürürlüğe girmesi, iklim değişikliği konusunda küresel işbirliğinin ciddi boyutlarda geliştiğini göstermektedir.

Turizm sektörü, insanların uzak mesafeler kat edebilmesi amacıyla hava ve karayolu taşımacılığını da içerdiği için ve özellikle de hava trafiği atmosfere yüklü miktarlarda CO² saldığı için iklim değişikliğine katkıda bulunan önemli sektörlerdendir. Öte yandan iklim değişikliği de turizmi etkileyen önemli faktörlerdendir. Fırtına, kasırga ve aşırı hava olaylarının artması, bunlardan etkilenen bölgelerde turizmin zarar görmesine neden olur. Küresel iklim değişikliği sonucunda deniz seviyelerinin yükselmesi, kıyılardaki kara alanlarını küçültmekte ve turizmle geçinen bazı ada devletlerini şimdiden tehdit etmektedir. Yine küresel ısınmanın beraberinde getirdiği kuraklık, salgın hastalıklar ve sıcak hava dalgaları turizmi etkileyebilecek, turistleri o destinasyonlardan uzak tutabilecek olaylardır. Küresel ısınma, kayak merkezlerindeki kar miktarını azaltabilir, böylelikle kayak sezonunu kısaltabilir. Hâlihazırda sıcak olarak bilinen Asya ve Akdeniz’in tatil bölgelerindeki sıcaklığı iyice arttırarak, salgın hastalıklar ve su kıtlığı gibi korkuları da tetikleyerek turistleri bu bölgelerden uzaklaştırabilir. Yağmur ormanları ile mercan resifleri, küresel iklim değişikliğine karşı korunmasız olan diğer turizm alanlarındandır. Örneğin küresel ısınma ve okyanus asitlenmesi sonucu denizlerde yüksek sıcaklık ve benzeri streslerle karşı karşıya kalan mercanlar beyazlaşır ve türleri tehlike altına girer. Turizm ve balıkçılık gibi sektörlere katkılarının yanı sıra mercan ekosistemleri, türlerin varoluşu ve devamı, kıyıların erozyon ve fırtınalara karşı korunması için de büyük önem atfetmektedir. Bu nedenle iklim değişikliğine adaptasyon ve küresel ısınmayı azaltma çabaları, sadece yerel olarak turizmi ve turizm ile ilişkili sektörleri korumakla kalmayacak, genel olarak dünyada var olan farklı ekosistemlerin bütünlüğüne ve sürdürülebilirliğine, biyoçeşitliliğin korunmasına da hizmet edecektir.

Not: Bu yazının değişik versiyonları, madde yazarı Sevil Acar tarafından İktisat ve Toplum Dergisi’nin 112. sayısında “İklim Değişikliğinin Ekonomik Etkileri” başlığıyla ve İklimHaber web sitesinin 10. 07. 2020 tarihli haberleri arasında “İklim Değişikliği ve Turizm İlişkisinde Güncel Trendler Sürdürülebilir Dönüşüm İhtiyacına Nasıl Işık Tutabilir?” başlığıyla yayımlandı.

Yararlanılan Kaynaklar

Acar, S., Voyvoda, E. ve Yeldan, E. (2018). Macroeconomics of Climate Change in a Dualistic Economy: A Regional General Equilibrium Analysis. Elsevier, ISBN 9780128135198; UNFCCC (2016). Aggregate Effect of the Intended Nationally Determined Contributions: An Update, Synthesis Report By The Secretariat, Advanced version, FCCC/CP/2016/2, 2. 05. 2016, http://unfccc.int/resource/docs/2016/cop22/eng/02.pdf, (Erişim tarihi: 30.12.2019).

Ayrıntılı bilgi için bakınız

IPCC (2007). Climate Change 2007: Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Pachauri, R.K ve Reisinger, A. (editörler). IPCC, Cenova, İsveç.