Çilingir Sofrası

Gastronomi Kavram

Rakı, uğruna özgün mutfak yaratılan bir içkidir. Şarap yemeğe göre seçilir; rakıda ise tam tersi geçerlidir, yemek rakıya göre seçilir. Rakıya eşlik eden mezelerden oluşan bu sofra çilingir sofrası adını almaktadır. Ancak çilingir sofrası yemek yiyip karın doyurmak için değil, kültürde muhabbet kavramıyla ifade edilen ve adap çerçevesinde karşılıklı söyleşme esasına dayanan kaynaşma ortamını oluşturmak için kurulur. Bu yüzden bazen hemdem sofrası olarak da anılır. Çilingir sıfatının Farsça kökenli çeşnigir sözcüğünün halk dilinde bozulmasıyla ortaya çıktığı düşünülmektedir. Osmanlı saray geleneğinde padişaha sunulacak yemekleri önceden tadarak damaktaki duyumsal niteliğini (çeşni) denetleyen, aynı zamanda olası bir suikast girişimini kendi canıyla önleyen çeşnigir (veya çeşnici, çeşnicibaşı, çeşnigâr) adlı görevliler bulunurdu. Yemek numuneleri çeşnigirlerin önüne büyük bir tepsiye yerleştirilen küçük tabaklarla gelir, bunlara çeşnigir tabağı denirdi. Zaman içinde halk tarafından da kullanılmaya başlanan bu tabakların sinilere yerleştirilmesiyle kurulan sofraya çeşnigir sofrası dendiği ve tabirin dilsel evrim geçirerek çilingir sofrası biçimini aldığı araştırmacıların ortak kanısıdır. Çilingir sözcüğünden gelen kapı açmak mecazının maddi kültüre dair bu tabire manevi içerik kattığı ve gündelik hayatta türlü söylemlere konu olan şiirsel derinlik kazandırdığı söylenmektedir.

Etimolojik kaynağı Farsça’da tat veya çeşni anlamına gelen meze sözcüğü, yalın anlamıyla tadılacak veya çeşnisine bakılacak yiyecekleri ifade eder. Meze tanımı gereği doyumluk değil tadımlık olmalıdır ve çilingir sofrasında da bu biçimde kavramsallaştırılmıştır. Gene de çilingir sofrasında her meze yer almaz, rakıya uygun mezeler seçilir. Neyin tercih edileceğini toplumun kültürel genetiğiyle günümüze kadar aktardığı kolektif damak tadı belirler. Tevazu bu kültürel mirasın bir başka niteliğidir; nevale az ve öz olmalıdır. Çatal ucuyla alınan mezeler küçük lokmalarla yenir, tat alma duyusuna hazzı meydana getirecek zaman tanınır, küçük yudumlarla kararında ve yavaş içilir; aslolan sohbettir, muhabbettir, hemhal olmaktır. Bundan ötürü çilingir sofrası pratiğine demlenme yakıştırması yapılmaktadır. Paylaşım da bir karakteristik özelliktir. Sofraya gelen soğuk ve sıcak mezeler ortadan paylaşılır, cacık gibi istisnalar dışında kişiye özel servis olmaz. Bazen limon sandığına serilen gazete kâğıdının üstünde bir avuç çerez, bir dilim beyaz peynir veya birazcık turşuyla yetinilir, bazen bembeyaz kolalı örtülü masalara lakerda veya havyar gibi pahalı mezeler konur; ama her durumda gösterişten kaçınılır, çilingir sofrası mütevazı bir sofradır.

Çilingir sofrasında çoğunlukla kolay hazırlanan, iştah açıcı, hafif, hazmı kolay mezeler seçilir. Domates, hıyar, biber, marul, roka, tere, turp gibi çiğ yenen sebzeler ve otlar, kavun, karpuz, üzüm, elma, ayva, erik, çağla gibi mevsim meyveleri ve leblebinin başını çektiği kuruyemişler çilingir sofrasında her zaman kendine yer bulur. Haşlanmış patates ve haşlanmış yumurta ucuz, basit, tok tutan, söğüş yenebildiği gibi birkaç ilaveyle kolayca salataya dönüşebilen harcıâlem mezelerdir. Mevsim sebzeleriyle yapılan salatalar ve piyazlar, mevsiminde hazırlanıp saklanan turşular sadelik kriterine uygun meze gruplarıdır. Her türlü yöresel yorumuyla peynirler, salamura veya sele zeytin çeşitleri, sucuk, pastırma, şarküteri ürünleri vb. gibi kahvaltılıklar da bunlara eklenebilir. Osmanlı dönemi meyhanelerinin çoğunluğu Rum barları Ortodoksların perhiz mutfağıyla ve çilingir sofrası arasında sağlam köprüler kurdu. Kansız oldukları için Ortodoks perhiz dönemlerinde yasak olmayan karides, ıstakoz, kalamar, istiridye, midye, tarak gibi deniz ürünleri ve ançuez, çiroz, lakerda gibi tuzlanmış veya kurutulmuş balıklar vazgeçilmez rakı mezeleri haline geldi.

Çilingir sofrasının mezelerini genel olarak soğuk ve sıcak olmak üzere iki grupta toplamak ve bu iki grubu da kendi içinde bitkisel ve hayvansal olarak ayırmak mümkündür. Ancak gelenekteki esas sınıflandırma hazırlama ve pişirme tekniklerine göre yapılmaktadır; zeytinyağlılar, pilakiler, yahniler, dolmalar, sarmalar, közlemeler, yoğurtlamalar, boraniler, ezmeler, kızartmalar, mücverler, köfteler, börekler, haşlama otlar gibi klasmanların altı onlarca çeşitle doldurularak uzayıp giden bir liste çıkarılabilir. Sıcak mezeler ise genellikle ızgara, tava ve fırın olarak ayrılır. Çilingir sofrasında daha çok meyve tercih edildiği için fazla tatlı çeşidi bulunmaz. Ama fırında pişirilip sıcak servis edilen tahin helvası gibi sofistike lezzetler ve ayva, armut, incir gibi az şekerli meyve tatlıları bu açığı kapatmak için yeterlidir.

Mezeler arasındaki ahenk ve sofraya geliş sıraları önemlidir. Bazen sıcak mezenin ardından soğuk meze gelebilir, bazen sofra doğrudan meyveyle açılır. Meze türleri arasında en uygun kombinasyon yakalanmaya çalışılır. Örneğin fasulye pilaki tercih edilmişse yanına başka baklagil bakılmaz. Mezelerin eşlikçileri de önemlidir; sözgelimi arnavut ciğeri maydanozlu soğan piyazıyla servis edilir. Rakıya beyaz rengini veren su gizli kahramandır. İyi bir içme suyu her zaman fark yaratır. Buna karşılık su yerine soda veya ayranın tercih edildiği bazı kişisel alışkanlıklar ve Çukurova çevresinde yaygın olan şalgam suyu veya Van’da rastlanan turşu suyu gibi bazı yöresel âdetler vardır. Eski çilingir sofralarının ara kahvesi âdeti ise günümüzde ara çayı biçimini aldı.

Yararlanılan Kaynaklar

Rasim A. (1983). Anılar ve Söyleşi. İstanbul: Çağdaş Yayınları; Eksen İ.(2009). Dengeli Demlenme ve Rakı Mezeleri. İstanbul: Alfa Yayınları; Zat V. (1994). Adabıyla Rakı ve Çilingir Sofrası. İstanbul: İletişim Yayınları.

Ayrıntılı bilgi için bakınız

Zat E. (2017). Rakı Gastoronomisi. İstanbul: Overteam.