Âsâr-ı Atîka

Doğal ve Kültürel Miras

Sahip olduğu değerlerden dolayı korunması ve gelecek kuşaklara intikal ettirilmesi istenen, genelde arkeolojik, etnografik ve mimari mirası ifade etmek için Türkiye’de kullanılmış en eski ve özgün terimdir. Günümüz Türkçesindeki karşılığı eski eserler olan âsâr-ı atîka ifadesi 1970’li yıllara kadar kullanıldı. Eski eser ise tarihî, arkeolojik veya sanatsal değeri bulunan eski devirlerden bugüne intikal etmiş ya da gelecekte böyle değerleri taşıyacağı kesin olan sayıca sınırlı mallar şeklinde tanımlanmaktadır. Âsâr-ı atîka veya eski eser kavramları yerine günümüzde kültür varlıkları ifadesi kullanılmaktadır. Kültür varlıkları biraz daha geniş bir anlama sahip olup tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili olarak yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan tüm taşınır ve taşınmaz varlıkları ifade etmektedir.

Eski eserlerin toplanması, korunması ve sergilenmesi amacıyla kullanılan yerler eskiden beri müzeler oldu. Müzeler, tarihî ve arkeolojik eserlerle tabiattan toplanmış nesnelerin sergilendiği yerlerdir. Çeşitli objelerin toplanması Paleolitik çağlara kadar götürülebilir. Müzecilik anlayışının da temelini teşkil eden ve sanatsal anlamda değer taşıyan eserlerin bilinçli olarak toplanması ise eski Yunanlılara kadar dayanmaktadır. Bu yöndeki çalışmalar Helenistik Çağ’da (MÖ 330 - MS 30) yoğunluk kazandı. Eski eser toplama anlayışı onurlu bir uğraş olarak Romalılar’da da bulunmaktadır. İlk dönemlerde eski eserler mabetlerde korundu, daha sonra devlet yapıları, tiyatrolar veya saraylarda sergilenmeye başladı. Ortaçağ Avrupası’nda da manastır veya kiliselerde kutsal eşyaların korunduğu bilinmektedir. Ayrıca asil sınıfından bazı kimseler antik dönemlere ait bazı eserlerle sikke, madalyon veya sanatsal değer taşıyan eserleri toplamışlardır. Bununla birlikte bu dönemlerde toplanıp korunan asâr-ı atîkanın nelerden ibaret olduğu, kıymetlerinin madenlerinden mi yoksa işlevlerinden mi kaynaklandığı ve bunların buralara hangi amaçla konulduğu gibi soruların cevapları net değildir.

Eski eserler konusunda dağınık ve çelişkili hükümler bulunmasından dolayı Roma Hukuku’nda eski eserlerin kesin ve net bir hukuki yapıya kavuşturulamadığı görülür. Bunda yeni çağların başlangıcına kadar insanların eski eserleri tarihi, sanatsal ve arkeolojik yönleriyle anlamlandıracak bilinçten yoksun olmaları ve eski eserleri yalnız estetik veya dini yönleriyle tanıyıp korumaları etkilidir. Rönesans dönemi hümanistlerinin antik dönem sanat yapılarına yönelmeleri ve eski eserler toplamaları bu alana ilgiyi arttırdı. Soylulardan bazılarının da parasal desteği eski eser ilmi açısından büyük öneme sahip olan ve en erken XVIII. yüzyılda bir bilim dalı haline gelebilmiş olan arkeoloji alanındaki ilk hareketlenmeleri ortaya çıkardı. Bu hareketlilik eski eserlerin biriktirilmesi ya da sergilenmesinde de görüldü. 1552-1605 yılları arasında yaşayan İtalyan Hekim Ulisse Aldrovandi’nin doğada bulunan varlılardan seçtiği örneklerle oluşturduğu müze, ilk örnek olarak gösterilebilir. Eski eserlerin sergilendiği ilk halka açık müze ise 1683 yılında İngiltere’de kuruldu. Yine İngiltere’de Sir Henry Hans Sloone’in özel koleksiyonlarından oluşan ve 1759’da kurulan müze British Museum’un da temelini teşkil etti. XVIII. yüzyıl ortalarında gerçekleştirilen Herculaneum ve Popei kazıları eskiçağ tarihine ve arkeolojiye olan ilgiyi arttırdı. Fransız Devrimi’ni izleyen yıllarda ise koleksiyonculuk yerine müzecilik düşüncesi yaygınlaşmaya başladı. Krallığa ait koleksiyonların halka açılması düşüncesi ayrıca bilimsel müzecilik açısından da bir dönüm noktası olan Louvre Sarayı’nın 27. 07. 1793’te müze olarak düzenlenmesi sözü edilen gelişmelerin bir sonucudur.

Gerek koleksiyonculuk gerekse müzecilik anlayışına bağlı olarak eski, antik eserlerin maddi ya da sanatsal değerlerinin anlaşılması gözleri antik uygarlıkların izlerini taşıyan topraklara yöneltti. Napoleon Bonaparte’ın 1798 yılında gerçekleştirmiş olduğu Mısır Seferi sırasında beraberindeki arkeologların keşfettiği hazineleri Fransa’ya taşımaya çalışması eski eserlere duyulan ilginin bir sonucudur. Batı dünyasının Rönesans döneminden itibaren eski eserlere yönelik artarak devam eden ilgisi bu alanda bilimsel, ekonomik ve hukuki bir anlayış ve tecrübe elde edilmesini sağladı. Bu durum eski eserler konusunda belli bir hukuki çerçevenin oluşumunun da batı hukukunda gerçekleşmesi sonucunu doğurdu.

Türk ve İslâm dünyasında da çeşitli dönemlerde eski eserlerin korunduğuna ve sergilendiğine dair bazı bilgiler mevcuttur. Örneğin Selçuklular döneminde Konya’da bulunan Alâeddin Tepesi’ndeki surlar üzerine antik dönemlere ait bazı mimari parçalar ve kabartma heykellerin yerleştirildiği Fransız gezgin Leon de Laborde’un gravürlerinden anlaşılmaktadır. Osmanlı Devleti’nde de Fatih Sultan Mehmet döneminden beri Aya İrini Kilisesi’nde, ganimet olarak alınan silahlarla çağdışı kalmış olan bazı savaş araç gereçlerinin toplandığı bilinmektedir. Yine Fatih Sultan Mehmet döneminde Topkapı Sarayı’nın iç avlusunda Bizans dönemine ait lahit ve sütun gibi eski eserlerin toplandığı biliniyor. Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti’nde eski padişahlara ait eşyaların saklanması, yine büyük bir hassasiyetle korunan kutsal emanetler de eski eserlerin korunması açısından önemli örneklerdir.

Verilen örnekler bir tarafa bırakılırsa Türk İslâm dünyasının eski eserlere yaklaşımı batı dünyasından farklı oldu. Bu anlamda Osmanlı devlet ve toplumunda eski eserlere yönelik yoğun ve yaygın bir ilgi ve korumacılık anlayışı gözlenmez. Osmanlı Devleti’nde çeşitli sebeplerle bulunmuş olan Avrupalı araştırmacı ya da seyyahlar Osmanlı devlet ve toplumunda eski eserlere olan ilgisizlikten ve eserlerin korunmadığından yakınmışlardır. Avrupalılar tarafından nadide ve paha biçilmez olarak görülen eski eser ve kalıntılara Osmanlı toplumunda aynı anlayışla yaklaşılmadığı görülüyor. Örneğin Türkler eski dönemlerden kalan heykellere put nazarıyla bakarken yine eski dönemlerden kalan antik sikke ya da paralara da kâfirlerin değersiz mangırları anlayışıyla yaklaşmışlardır. Böyle bir anlayışın ortaya çıkmasında Türklerin dini inanç ve anlayışlarının etkili olduğu açıktır. Çünkü Avrupalı birey ve toplumun bilimsel veya sanatsal açıdan değer verdiği eski eserlere Müslüman Osmanlı devlet, toplum ve bireyi herhangi bir değer atfetmemiştir.

Avrupa’da resmi ve gayri resmi kuruluşların eski eserlere yönelik ilgiyi devamlı canlı tutması, müzelerin geniş kitlelerin ilgisini çekebilen bir yapıya kavuşması, eğitim alanında eski uygarlıklara yönelik referansların önem kazanması, seyyahların gözlemlerini aktarmaları ve arkeolojik buluntularla ilgili düzenli bir bilgilendirme ağının ortaya çıkması eski eserler konusunun önem kazanmasını sağladı. Bu nedenle antik dönem kültürü ve eski eserler konusundaki çalışmalarda önde gelenler Avrupa başkentleri oldu. Ancak Amerikan kentleri de kısa sürede bu konuda aktif rol oynar hale geldiler. Dünyada eski eserlere duyulan ilgi başta İstanbul olmak üzere Osmanlı devlet ve toplumunun da ilgisini çekmeye başladı, Osmanlılar da birbiriyle bağlantılı bu dünyaya katılarak modernizmin de bir parçası haline gelmiş olan eski eserlerin farkına vardı ve onları kabul etti. 1846 yılında Tophane-i Âmire Müşiri Fethi Ahmet Paşa’nın St. İrene Kilisesi’nde eski eserleri toplamaya başlaması eski eserlerin toplanması, korunması ve modern müzecilik yolunda atılmış ilk ve önemli adımdır. İlkel bir müze durumundaki bu deponun müdürlüğünü 1868-1871 yılları arasında Galatasaray Sultanisi öğretmeni Edward Goold yaptı. Osmanlı Hükümeti bir tür depo hükmünde olan bu müzeyi bir süre sonra Müze-i Hümâyun olarak tanımlamaya başladı. Edward Goold’un da destekçisi ve koleksiyonculuk merakıyla bilinen Maarif Nazırı Safvet Paşa müzecilikle ilgili işleri de Maarif Nezaretinin görevlerine dahil etti. Avrupa başkentlerinde olduğu şekliyle modern bir müzenin eksikliğinin hissedildiği Osmanlı Devleti’nde bu dönemde medeni devletlerin müzeler açtıkları ve eski eserlere verilen öneme vurgu yapılmaya başlandı. Anadolu’da çıkartılan eserlerin yurtdışına götürülmesinden duyulan rahatsızlığın artması ve bu duruma bir çare bulunması amacıyla Safvet Paşa bir genelge yayınlayarak vilayetlerden arkeolojik eserleri toplamalarını ve zarar vermeden İstanbul’a göndermelerini istedi. St. İrene Kilisesi’nde eski eserlerin toplanması ve korunması yolunda yapılan çalışmalar bir süre sonra fiziki yetersizlik nedeniyle başka bir yer aranmasını gerektirdi. Bu nedenle mevcut eserlerin daha iyi korunabilmesi ve yeni eserlerin de kabul edilebilmesini sağlayacak yeni bir müze binası arayışına girildi ve Topkapı Sarayı müştemilatından olan Çinili Köşk uygun görüldü. Çinili Köşk’ün yeni müze binası olarak seçilmesi, Osmanlı Devleti’nin ilk Türk müze müdürü olan aynı zamanda çalışmalarıyla Türk müzeciliğinin gelişmesine ve olgunlaşmasına önemli katkılar sağlayan Osman Hamdi Bey döneminde gerçekleşti.

XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde pek çok alanda olduğu gibi eski eserler alanında da yasal düzenlemelerin gerçekleştirildiği bir dönem oldu, eski eserler konusunda da Âsâr-ı Atîka Nizamnameleri hazırlanması yoluna gidildi. Osmanlı Devleti’nde söz konusu nizamnamelerden önce herhangi bir kanuni düzenleme bulunmadığından eski eserlerin hukuki durumları fıkıh esaslarına tabi oldu. Fıkıh hükümlerinin eski eserler konusunda kapsayıcı ve koruyucu hükümler taşımaması Osmanlı topraklarında bulunan eserlerin yabancılar tarafından yurtdışına çıkarılması ve talan edilmesi sonucunu doğurdu. Osmanlı Devleti’nde ilk olarak 1869 yılında, ardından 1874, 1884 ve 1906 yıllarında Âsâr-ı Atîka Nizamnameleri hazırlandı ve eski eserlerin devlet malı olduğu ilke olarak benimsendi. Âsâr-ı Atîka Nizamnameleri Osmanlı topraklarında eski eserler üzerinde yürütülen talanı tümüyle önleyemese de kazıların devlet izni ve kontrolünde olarak birtakım esaslara bağlı şekilde yürütülmesini sağladı. Buna bağlı olarak gerek yerli gerekse yabancı araştırmacı ve kazıcıların Âsâr-ı Atîka Nizamnameleri çerçevesinde hareket etmeleri gerekti. Son olarak 1906 yılında hazırlanan Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi 67 yıl süreyle yürürlükte kaldı. 1917 yılında Âsâr-ı Atîka Encümen-i Daimisi eski eserlerin korunmasıyla ilgili konularda görevlendirildi. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise Türk Tarih Kurumu, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Güzel Sanatlar Akademileri ve müzelerin kurulması sağlandı. Ayrıca Almanya’daki Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan Alman bilim adamları Türkiye’de arkeoloji alanının olgunlaşmasına katkı sağladılar. Bu dönemde Eski Eserleri Koruma Encümeni’ne dönüşen Muhafaza-i Âsâr-ı Atîka Encümeni’nin yanı sıra çeşitli vakıflar ve Maarif Vekaleti gibi kurumlar eski eserlerin korunmasında görev yaptılar.

Yararlanılan Kaynaklar

Arşiv Belgeleri: BOA, HR. MKT, 343/74, 31.07.1860; BOA, MF. MKT,1141/6, 2.09.1909; Çal Halit, “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Müzeler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C. 7, S.14, Yıl 2009, s. 315-333; Çelik Zeynep, Asar-ı Atika Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeoloji Siyaseti, Çev. Ayşen Gür, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2016; Dağıstan Özdemir Melike Z. “Türkiye’de Kültürel Mirasın Korunmasına Kısa Bir Bakış”, Planlama, 2005/1, s. 20-25; Kundakçı, G. E. (1999). 19. Yüzyılda Anadolu Arkeolojisine ve Eskiçağ Tarihine Genel Yaklaşım, XIII. Türk Tarih Kongresi, Cilt- III, Kitap- II, Ankara 04-08 Ekim: 1083-1094; Kuruloğlu, F. (2010). Osmanlı Devleti’nde Müzecilik, Tarih Okulu, VI: 45-61; Mumcu, A. (1969). Eski Eserler Hukuku ve Türkiye, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 26 (3): 45-78; Ogan A. (1947). Türk Müzeciliğinin Yüzüncü Yıl Dönümü, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni: 8-19, https://core.ac.uk/download/pdf/38305336.pdf, (Erişim tarihi: 11. 07. 2020); Önge M. (2018). Kültür Mirasını Tanımlamak İçin Türkiye’de Kullanılan İlk Özgün Terim: “Âsâr-ı Atîka”, Avrasya Terim Dergisi, 6 (1): 8-14; Serbestoğlu İ. ve Açok, T. (2013). Osmanlı Devleti’nde Modern Bir Okul Projesi: Müze-i Hümâyûn Mektebi, Akademik Bakış, 6 (12): 157-172; Şahin, G. (2006). Avrupalıların Osmanlı Ülkesindeki Eski Eserlerle ilgili İzlenimleri ve Osmanlı Müzeciliği, Tarih Araştırmaları Dergisi, 26 (42): 101125. 102-103; Şimşek, F. ve Dinç, G. (2009). XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Eski Eser Anlayışının Doğuşu ve Bu Alanda Uygulanan Politikalar, U.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (16): 101-127; Taşbaş, E. (2017). Osmanlı’da Eski Eser Korumacılığı ve Bir Örnek: Osman Hamdi Bey’in Side’ye Göçmen İskânını Engelleme Çabaları, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (2): 1315-1335; Türkkan, H. (2019). XIX. ve XX. Yüzyıl Osmanlı Safranbolu’sunda Antik Eser Kazıları ve Kültürel Miras Açısından Önemi, Avrasya Bilimler Akademisi Avrasya Eğitim ve Literatür Dergisi, UTKM 3 Özel Sayısı: 375-380; Yücel, E. (2006). Müze. İçinde; Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt-32 (ss. 240-243). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.