Alacahöyük Müze ve Örenyeri
ARKEOLOJİK KAZI VE YÜZEY ARAŞTIRMASI DOĞAL VE KÜLTÜREL MİRAS Örenyeri MÜZE Arkeoloji Müzesi Yerleşim Kazısı Höyük Mezarlık Alanı
-
2025
Alacahöyük, Çorum'un Alaca ilçesi yakınlarında yer alan, Anadolu'nun köklü tarihini ve kültürel zenginliğini barındıran önemli bir arkeolojik höyüktür. Hititlerin başkenti Hattuşa'ya günümüz karayolu ile yaklaşık 35 kilometre uzaklıkta, Kızılırmak'ın suladığı kavis içinde konumlanmıştır. Höyük, Kalkolitik Çağ'dan (MÖ 5000) başlayarak Demir Çağı'na (Frig Dönemi) kadar kesintisiz 15 ayrı yapı katına ev sahipliği yapmıştır. Bu katmanlar arasında özellikle Erken Tunç Çağı ve Hitit dönemi kültürleri ön plana çıkmaktadır. Alacahöyük, tabletlerde bazen "pınar" veya "su kaynağı" anlamına gelen PU(TUL) ideogramıyla yazılan ve Hititlerin kilit kült merkezi olan Arinna kentiyle özdeşleştirilmeye çalışılan bir yerleşim yeridir. Hitit kralının Arinna'ya geldiğinde Gısgazzidturi- adı verilen bir yapıya girerek ellerini yıkadığı bilgisi, Alacahöyük'ün çevresindeki bol su kaynakları nedeniyle Arinna için en uygun adaylardan biri olarak kabul edilmesine yol açmıştır.
Alacahöyük, bilim dünyasına ilk kez 1835 yılında W. C. Hamilton tarafından İmat Höyük adıyla tanıtılmıştır. Hamilton, 1842'de seyahat notlarında Sfenksli Kapı'yı ayakta görmüş ve henüz Hititlere ait olduğunu bilmeden Batı dünyasına duyurmuştur. Sonraki yıllarda H. Barth (1858), A. D. Mordmann (1861), W. Ramsay ve Wilson (1881) gibi gezginler höyüğü ziyaret etmişlerdir. H. G. Van Lennep, Sfenksli Kapı ve kabartmalarının ilk plan taslağını yayımlamıştır. G. Perrot, 1861'deki araştırmalarında Sfenksli Kapı'nın kule planlarını çizmiş, kabartmalardan birini ortaya çıkarmış ve bu anıtın diğer Anadolu eserleriyle birlikte Hititlere ait olduğunu ilk kez 1872'de bilim dünyasına duyurmuştur. E. Chantre'nin 1893 ve 1894'teki çalışmaları da höyüğün bilimsel tanıtımına katkı sağlamıştır. Bu erken araştırmalar, Alacahöyük'ün arkeoloji dünyasındaki ününü artırmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise Alacahöyük, Atatürk'ün isteği üzerine başlatılan ilk milli kazı olarak arkeoloji literatüründeki yerini almıştır. Hamit Zübeyr Koşay tarafından yapılan kurtarma kazılarının ardından, Atatürk'ün büyük ilgi gösterdiği ve Kurt Bittel'in önerisiyle Remzi Oğuz Arık, 22 Ağustos 1935'te Alacahöyük'teki çalışmalara başlamıştır. Atatürk, ilk kazı mevsiminde kendi cebinden 3000 lira vererek kazı giderlerinin karşılanmasını sağlamıştır. Kazılar başladığında, Höyük Köyü örenyerinin üzerinde bulunuyordu. Bu durum üzerine, Atatürk'ün emriyle köy ovaya taşınmış ve arkeolojik çalışmalara daha geniş bir alan açılmıştır. 1936 yılından itibaren kazının başkanlığı Dr. Hamit Zübeyr Koşay'a verilmiş ve höyükte kazılar başlamıştır. Eski Tunç Çağı ve Hitit dönemlerinde önemli bir kült (dini tören) ve sanat merkezi konumunda olan Alacahöyük’te gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sonucunda, Alacahöyük’ün Kalkolitik Çağ’dan günümüze kesintisiz bir yerleşime ev sahipliği yaptığı belirlenmiştir. Yapılan çalışmalar neticesinde, Kalkolitik, Eski Tunç Çağı, Hitit ve Frig dönemlerini kapsayan dört ana kültür katmanı saptanmış olup, bu katmanlar kendi içlerinde toplam 15 ayrı mimari tabaka halinde sınıflandırılmıştır.
Alacahöyük'teki Erken Tunç Çağı katmanları (5., 6., 7. ve 8. yapı katları), 1935-1939 yılları arasında keşfedilen 13 adet "kral mezarı" ile büyük önem taşımaktadır. Bu mezarların, özellikle Erken Tunç Çağı III (MÖ 2400-2100) evresine tarihlendiği belirtilmektedir. Bölgede hüküm süren ve "Hatti" halkı olarak adlandırılan yüksek kültürü yaratan yönetici sınıfına ait olduğu düşünülen bu mezarlar, Anadolu arkeolojisine önemli katkılar sağlamıştır. Mezarlardan çıkarılan madeni eserler (altın, gümüş, tunç), silahlar, dini semboller (Güneş Kursları, standartlar), takılar ve mobilya aksamları, bölgedeki zenginliği ve yönetici sınıfın yüksek statüsünü kanıtlamaktadır. Bu buluntular, özellikle standartlar ve Güneş Kursları, Hititlerin Anadolu'ya gelişinden yaklaşık 300-350 yıl öncesine, yani Hatti Çağı'na ait olması nedeniyle "Hitit Güneş Kursları" olarak yaygın şekilde anılsa da aslında bu döneme ait eserlerdir.
Mezarlar, dikdörtgen biçimli oda mezar şeklinde inşa edilmiştir. Mezar çukurunun çevresi taşlarla çevrili olup, bazılarının tabanları kerpiç döşelidir. Ölüler, sağ yanlarına, başları batıya bakacak şekilde hoker (ana rahmindeki gibi dirsek ve dizler karna çekilmiş) pozisyonda gömülmüştür. Mezarlarda bulunan iskeletlerin cinsiyet tespiti konusunda bazı tartışmalar bulunsa da, yapılan çalışmalar sonucunda dokuz mezarda bulunan yedi iskeletin kadınlara ait olması, Erken Tunç Çağı III evresinde Alacahöyük'ü yöneten egemen sınıfın anaerkil bir toplumun üyeleri olabileceği yönünde bir yargıya yol açmıştır. Ancak bu yargının kesinlik kazanabilmesi için mezar buluntularının cinsiyetlere göre kesin değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Son yıllarda yapılan C14 analizleri, Alacahöyük kral mezarlarının MÖ 2850-2450 yılları arasına tarihlenebileceğini öne sürmüştür, ancak kronoloji tartışmaları devam etmektedir.
Kral mezarlarında, cenaze törenlerinin iki aşamalı olarak gerçekleştiği ve bu aşamalarda kurban uygulamalarının kritik bir rol oynadığı düşünülmektedir. İlk aşama Kansız Kurban (Libasyon) ritüelidir. Mezar kapatılmadan önce, mezar odasına sıvı sunular (içki kurbanı) yapılmıştır. Bu uygulamaya delil olarak, mezarların içinde ve çoğunlukla ölünün yüzü önünde tespit edilen testi, ibrik, çaydanlık ve benzeri törensel kaplar gösterilmektedir. İkinci aşama ise Kanlı Kurban (Hayvan Kurbanı) ritüelidir. Mezar kapatıldıktan sonra başlayan bu ayinde ölü yemeği düzenlenmiş ve hayvanlar kurban edilmiştir. Bu uygulamanın en açık kanıtı, mezarların üstü ahşap kalaslarla kapatılıp sıvanmasından sonra, kurban edilen hayvanların, çoğunlukla öküzlerin, baş ve bacak kemiklerinin düzenli bir şekilde mezarın damına yerleştirilmiş olmasıdır. Bu kemikler, cenaze yemeğinden arta kalan ve ölünün payı olarak kabul edilen kurban kalıntılarıdır. Örneğin, B mezarında diklemesine konmuş bir öküz başı ve köpek iskeleti, R mezarında iki öküzün baş ve bacak kemikleri, H mezarında iki öküzün baş ve ayak kemikleri ile bir köpek iskeleti, L mezarında on öküzün baş ve ayak kemikleri düzenli bir şekilde dizili bulunmuştur. Bu uygulama, Alacahöyük'e özgü ve diğer Ön Asya mezarlarından ayıran bir kurban merasimi olarak değerlendirilmektedir.
Kral mezarlarında bazı istisnai buluntular da mevcuttur: B ve H mezarlarında eksiksiz köpek iskeletleri bulunması, köpeğin ölen kişinin kişisel "eşyası" gibi muamele görmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. A mezarında keçi kemiklerine de rastlanması, cenaze yemeğine katılımın fazlalığı ile ilişkilendirilebilir. E mezarında ise, ölünün yüzüne dönük olmak üzere kuzeybatı köşesinde bir insan kafatası, güneybatı köşesinde ise bir domuz kafatası bulunması dikkat çekicidir. Bu durumun, domuz ve insan kurbanı olup olmadığı konusunda kesin bir tespitte bulunmak mümkün değildir, ancak Alacahöyük mezarları için münferit bir durumdur.
Mezar hediyeleri arasında öne çıkan bir diğer buluntu da H mezarında bulunan "ikiz idollerdir". Bu objelerin, ölünün çene hizasında dizi halinde beş adet ele geçtiği ve ahşap bir mobilyanın süsleme parçası olduğu düşünülmektedir. Altından yapılmış olan bu idoller 3x3 santimetre ölçülerinde olup, gözler, göğüsler ve göbek deliği repoussé tekniğiyle kabartma olarak gösterilmiştir. Bu antropomorfik figürinler, sihirli öğeler, ritüel nesneler, ilahi varlıklar veya kötü ruhlardan korunma sembolleri olarak yorumlanmaktadır. Alacahöyük kraliyet mezarlarının seçkin sahiplerinin, bu değerli madeni objeleri cenaze törenlerinde ölü hediyesi olarak sundukları ve bu sayede zenginliklerini ölümden sonra bile göstermek istedikleri anlaşılmaktadır.
Alacahöyük, Erken Tunç Çağı’nda yerel beyliklerin güçlü bir merkezi olarak dikkat çekmekte; bu döneme ait "kral mezarları" ve özgün kurban uygulamalarıyla öne çıkmaktadır. Aynı zamanda, Hitit döneminde potansiyel bir kült merkezi olan Arinna ile bağlantısı sayesinde, Anadolu arkeolojisi ve tarihinin anlaşılmasında kritik bir konuma sahiptir. Özellikle höyüğün Hitit yerleşimi sınırlarının belirlenmesi ve sistematik yüzey araştırmalarının artırılması, gelecekteki özdeşleştirme ve arkeolojik çalışmalar için önemli bir temel oluşturacaktır.
Alacahöyük kazılarında ortaya çıkarılan paha biçilmez eserler, günümüzde Alacahöyük Müzesi ile Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu müzeler, Erken Tunç Çağı'na ait kral mezarlarından çıkarılan altın, gümüş, tunç objeler, seramikler, idoller ve Hitit dönemine ait çeşitli buluntular aracılığıyla Anadolu’nun zengin tarihini ve arkeolojik mirasını ziyaretçilere sunmaktadır. Sergilenen eserler, özellikle Hatti uygarlığının sanatsal ve teknolojik gelişimini yansıtmakta; dönemin dini inançları ve toplumsal yapısı hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Çorum’a 45 kilometre uzaklıkta, Alaca ilçesinin Alacahöyük köyünde yer alan Alacahöyük Müzesi, Boğazköy Müzesi’ne bağlı olarak hizmet vermektedir. Bölgedeki ilk müze, 1940 yılında ziyarete açılmış, 1982 yılında ise örenyeri içerisindeki yeni müze binasına taşınmıştır. 1935 yılında başlayan Alacahöyük kazılarında açığa çıkarılan Kalkolitik, Eski Tunç Çağı, Hitit ve Frig dönemlerine ait eserlerin sergilendiği müzede, ayrıca Alaca Pazarlı örenyeri kazılarında gün yüzüne çıkarılan Frig dönemine ait buluntular da ziyaretçilerin ilgisine sunulmaktadır.
Referanslar
Baltacıoğlu, H. (2005). Arinna kentinin suları, su yapıları ve Alaca Höyük, Archivum Anatolicum-Anadolu Arşivleri, 8(1): 1-46; Çınaroğlu, A. (2018). Alaca Höyük Erken Tunç Çağı krali mezarları ve ikiz idoller [Alaca Höyük tombs of the Early Bronze Age and twin idols]. Arkhaia Anatolika, 1; Erbaşı, F. S. (2023). Erken Tunç Çağı’nda Alaca Höyük kralî mezarlarında kurban uygulamalarına dair bazı gözlemler, OanneS-Uluslararası Eskiçağ Tarihi Araştırmaları Dergisi, 5(1): 275-301.
Ayrıntılı bilgi için bakınız
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/corum/gezilecekyer/alacahoyuk-muze-ve-orenyeri, (Erişim tarihi: 03. 07. 2025).