Şakir Paşa Köşkü

Doğal ve Kültürel Miras Köşk/Konak

Yeorgios Rossolatos tarafından yaptırılmış olan köşkün ikişerli bahçesi, kargir ahırı, iki salonu ve çevresinde yirmidört odası bulunmaktaydı. Köşk Şakir Paşa tarafından 1900 yılında satın alınmış, oldukça kalabalık olan aile üyeleri bu köşkte dünyaya gelmiş ve bir bölümü burada yaşamıştır. Cevad Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı), ressam Fahrunnisa (Zeyd), Fureya (Koral), Aliye (Berger), Suat Sakir, Izzet Melih (Devrim), Nejad Devrim, Şirin Devrim de yaz aylarında köşkte kalmışlardır. Köşke sık sık gelen ziyaretçiler arasında Rıza Tevfik Bey, Aynizade Hasan Tahsin Bey, Ziya Paşa, Zeki Paşa, Avlonyalı Ferid Paşa gibi zamanın tanınmış kişileri vardır.

“Bodrum'dan Büyükada'ya ilk gelişim 1931-32'ye rastlar. Babaannemin yaşadığı Şakir Paşa Köşkü'ne ilk gelişimle birlikte büyük bir şaşkınlığa uğradım. Gerek Bodrum'daki yaşantı gerekse insan ilişkileri ve mimarî özellikler, mimarî çevre, Büyükada'ya hiç benzemiyordu. Beni ilk şaşırtan bahçenin büyüklüğü olmuştu. Bahçe içinde üç havuz, büyük bir sera ve yine büyük bir kümes ile çeşitli "cascade"lar (küçük şelâleler) vardı. Özellikle evin önündeki havuzun üstünde bulunan, sarkıtlı, tabii bir mağara havasındaki cascade çok ilgimi çekmişti. Diğer havuzların mermer düzenlemelerine karşın, bunun doğal kayalık ve mağaraya benzer yapısı çok ilgimi çekmişti. Bunların dışında arka tarafta suyun manivelalı, çarklı bir çeşit makine ile çekildiği (belki bir bostan dolabıydı ve belki bir at dönüyordu) su kuyusu vardı. Ayrıca arka bahçede, bahçeye kapısı olan büyük bir arabalık ve ahır bulunuyordu. Şakir Paşa'nın kupa bir arabası ve ayrıca kadınlar için kapalı, camları kesme camdan kupa bir araba burada dururdu. Havuz Emirgân havuzlarının bir örneği idi ve çok güzeldi. Serada çiçek yetiştirilirdi. Kışın sıcak su tertibatı vardı. Çiçek tarhlarının altından sıcak su boruları geçerdi. Sera çok büyüktü. İki kubbeli ve bir düz damlı mekândan oluşuyordu. Bahçenin bir diğer özelliği her tür meyveden bir örneğin (sıcak ve soğuk iklimden birer örnek) bulunmasıydı. Bunların yanısıra fareleriyle birlikte asırlık fıstık çamları ile Büyükada'nın kızılçamları ve sedir ağaçları da vardı. Arka bahçede boşalan gövdesinin içine beton dökülmüş, yalnız gövde ve incecik bir daldan oluşan çınarın yüz yıllık olduğu söyleniyordu; yani çok eskiydi. Bahçede kameriyeler, çeşitli küçük köprüler, banklar, tabii ahşap ve demirden bahçe masaları, iskemleler ve çardaklar vardı. Kameriyelerde güller vb... Masalar falan kışın içeriye alınırdı. Ön kapıdan arka kapıya kadar olan bahçe yolu kırmızı toprak olup üzeri uzayan bir çardaktı. Çardak, üzümler ve sarmaşıklarla sarılıydı. Şakir Paşa zamanında, Ada'da elektrik ve su tesisatı olmadığı için köşk kendi suyunu ve elektriğini kendisi üretip dağıtıyordu. Bu bakımdan bahçede hem elektriği hem de suyu temin eden motorhane vardı. Benim çocukluğumda elektrik şehir şebekesinden sağlanmaya başlamıştı. Sadece su, o motorla sağlanıyordu. Sarmaşıklar ve büyük ağaçlar arasına gömülmüş gibi duran köşk esasta iki kısımdan, iki yapıdan oluşuyordu: Birinci kısımda mutfak, çamaşırhane ve bahçevan odası vardı. Bu bina tek katlı olup üzeri bir taraça (teras) idi. Uzun bir koridora dizilmiş taş odacıklardan meydana gelen bu kısım asıl ahşap köşke yandan bağlı olup iki iç kapı ile asıl köşke irtibatlıydı. Cumhuriyet döneminden önce mutfakta yapılan yemekler, bu koridor sonundaki dönme bir dolaba konup (yemek dolabı) döndürülerek yemek odasına geçirilirdi. Yemeği erkek aşçı yapar, erkek hizmetkâr yemek dolabına kadar götürür, içerde yemek odasında da kadın hizmetkâr dolaptan yemeği alarak sofraya servis yapardı. Asıl köşk üç katlıydı: Birinci kat, yemek odası, kahve ocağının bulunduğu servis odası, iki tane tuvalet ile bunların dışında dört oda ve uzun bir salondan oluşuyordu. Misafirler salona bahçeden iki kollu, yedi-sekiz basamaklı bir merdivenle çıkarlardı. Merdivenler salonun önünde önce camlı bir camekân kısmına ulaşır; buradan renkli camlarla süslü büyük bir kapıdan salona girilirdi. Salon o denli uzundu ki tüm binanın derinliğince uzanırdı. Odaların üçü ve ütü odası Şehbal Sokağı'na bitişik dizilmişlerdi. Diğer tarafta bir koridor ve ona açılan bir diğer oda bulunuyordu. Salonun ucunda taş döşeli bir kısım vardı ki üzeri cemekândı. Duvarı yapay kayalık yapılmıştı ve mermer bir çeşmesi vardı. Burada çiçek yetiştirilir, saksılardaki çiçekler kayalıktan sarkardı. Salonda bir piyano ve camlarda ağır kadife perdeler vardı. Tüm köşkteki yaşam II. Abdülhamit döneminin dışa kapalı yaşamını yansıtırdı. Bahçe duvarları çok yüksekti; içerde de XIX. yüzyılın batıya yönelik yaşamı vardı. Dedem Şakir Paşa, köşkü bir Rum'dan, belki bir papazdan satın almıştı. Birinci odanın önündeki koridordan merdivenle üst kata çıkılırdı. Merdiven yuvası bir altıgenin yarısı şeklindeydi. İki kollu bir merdivendi. Çıkarken ara sahanlıktaki küçük bir yatay sürme pencereden yemek odasının içi görülürdü. Oradan baktığımızda sofranın hazır olup-olmadığını anlar, merdivenlerden paldır-küldür iner, trabzanlardan kayardık. İkinci kattan sonra üçüncü kata varmadan ara sahanlıktan terasa, yani hizmetkârlar bölümünün yani müştemilâtın üzerine çıkılırdı. Teras çok güzeldi, merdiven trabzanları çok genişti. İkinci kat yatak odaları ve bir salondan ibaretti. Üçüncü katta ise altı oda ve hizmetçi odası vardı.” (Aktaran: Sina Kabaağaçlı, Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın oğlu, S. Akpınar, Büyükada, Bir Ada Öyküsü, Adalı Yayınları)

"Lunapark Sineması (1969-1975) Şakir Paşa Köşkü'nün bahçesinde, sonraki yıllarda Adalıların “Lunapark” olarak tanıdıkları Sakarya Sokağı'ndaki alanda bulunuyordu, yazlık açık hava sinemasıydı. Doğma büyüme Adalı olan Ali Akpınar tarafından işletilmişti. 500 kişilik bir kapasitesi vardı. Sinema'nın biri Şehpal Sokağı'nda diğeri Sakarya Sokağı'nda olmak üzere iki girişi vardı." (Rifat Behar)

"Büyükada’da eğlenmek, vakit geçirmek için Şehbal Sokağı ile Sakarya Sokağı’nın olduğu geniş alanda kurulu lunaparka giderdim. Büyük bir bahçe içindeki lunaparkta çarpışan otolar, dönme dolap, hem büyükler hem de küçükler için birer salıncak, atlıkarınca, korku tüneli, komik aynalar, boks topu, sigara kutularının üzerine atılan halkalar ve buna benzer oyunların yer aldığı geniş alanda vakit geçirirdim.

Bilardo, pinpon (masa tenisi) oynanır, kapalı bir alanda müzik kutusuna para atılarak müzik dinlenir, dans edilirdi. Bahçenin köşesine beton dökülerek yapılan ve hem basketbol, hem mini futbol oynamak için kullanılan ışıklandırılmış beton sahada futbol ve basketbol turnuvaları çok çekişmeli geçerdi. Tribünleri kalabalık seyircilerle dolardı. Ben de bu alanda yaz akşamları dokuzdan gece bire kadar hemen her akşam bahçenin farklı köşelerine uğrayarak vakit geçirirdim. Bahçenin Şehbal Sokağı'na bakan köşesinde üç katlı bir ahşap köşk ve içine girmeye korktuğumuz sera ve mutfağı vardı. Köşkün hemen önünde kameriye, birbirine köprü ile bağlı üç havuz, bir kümes, mağara şeklinde çağlayan suyu akan sarkıtlı havuz bulunurdu. Doğal kayalık ve taşlardan yapılı havuz uzun süre kullanılmadığı için; içinde kurbağalar, yosunlar ve çalı çırpı bulunurdu. Bu havuzun hemen kenarında yana doğru gelişmiş bir sedir ağacı vardı. Çok sert dalları olan bu ağaca çıkıp oynamaktan, oradaki havuza bakmaktan çok keyif alırdık. Eski köşk binası hem hoşuma gider, hem de orada oynamaktan çok korkardım... Haldun Bey dediğimiz Arpacı Ferit Meriç, Antakyalı Yusuf ve bir iki ortağıyla o mini futbol sahası ve lunaparkın bazı bölümlerini işletiyordu. Kışları uzun süre işletecek ve para kazanacak bir şeyi olmadığından, adanın gençlerinden böyle maçın tam ortasında sahaya girerek yoğurt parası toplardı. Çok mesafeli ve bilgili biri olduğu için ona herkes Haldun Bey derdi. Ben de felsefenin temel ilkelerini diğer arkadaşlarımla birlikte ondan öğrenmiştim. Açık bir dünya görüşü vardı. Bunu herkesle paylaşmayı severdi. Siyasi görüşlerini, düşüncelerini dikkatlice dinlemiştim. Haldun Bey sahaya, yandaki üç katlı kararmış ahşapları artık çivi tutmaz köşkün bir bölümünden gelir, yoğurt parasını aldıktan sonra o karanlık köşke geri dönerdi." Haldun Güner 1981 yılında öldü.

"Haldun Bey’in oturduğu, bahçesindeki havuzun yanındaki ağaçtan düşerek kolumu kırdığım köşk benim için karanlık, bakımsız, bahçesinde havuzu olan bir yapıydı. Bahçesinde oynadığım, her zaman yanından geçtiğim bu köşkte yaşayanların trajik hikayelerini, sanatçı kişiliklerini, yaptıkları güzel şeyleri, köşkün yanıp yeniden yapıldığı yıllardan çok sonra öğrenecektim. O bakımsız koskoca bahçesinde oynadığım ve kolumu kırdığım için aklımdan çıkmayan köşkün içinde yaşayanların çocuklarının ve torunlarının Türkiye tarihine nasıl damga vurduklarını nerden bilebilirdim..." (Adil Bali, Horoz Reis, Adalı yayınları)

Referanslar

https://adalarmiras.com/detay/1/sakir-pasa-kosku, (Erişim tarihi: 25. 12. 2024).