Niğde Ulukışla Porsuk Höyük Kazıları

Arkeolojik Kazı

Porsuk Höyük, İç Anadolu kentlerinden olan Niğde İl sınırları içerisindeki Ulukışla ilçesine dokuz kilometre mesafede yer almaktadır. Antik adı Zeyve olan yerleşim yeri, konum olarak Eski Porsuk Köyü’ne üç kilometre uzaklıkta yer almakta olup, bugün ki Ankara-Adana karayolunun yaklaşık 500 metre güney-doğusunda bulunmaktadır.

Konum olarak İç Anadolu Bölgesi’nin güneydoğusunda yer alan kentin etrafında tarihsel açıdan zengin bir geçmişe sahip, Kayseri, Nevşehir, Aksaray ve Konya gibi antik yerleşim yerlerine sahip olan iller bulunmaktadır. Bu kentlere yakın olması kültürel etkileşim açısından önemini artmıştır. Güneyinde Bolkar Dağları ile Mersin, Adana gibi illere yakın olması da güney bölgelere inmeyi kolaylaştırmış, bu bölgenin yol güzergahı olarak kullanılmasına ve birçok medeniyetin uğrak noktası olmasına sebep olmuştur. Bu nedenle şehir geçmişten günümüze bünyesinde birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Porsuk Köyü civarında alçıtaşı madeninin çıkarılması ve işletilmesi açısından bu bölge günümüzde de önemlidir. Höyüğün bulunduğu Ulukışla ilçesi yüzölçümü itibarıyla Niğde’nin en büyük, ilçe merkezi ve toplam nüfus açısından da Niğde’nin Bor’dan sonra ikinci büyük ilçesidir. Yerleşim yeri sayısı olarak 34 köy, dört kasabadan meydana gelmektedir. Ulukışla ilçesi tarihi açından değerlendirildiğinde turizm potansiyeli oldukça yüksek bir ilçedir. Osmanlı dönemi paşalarından olan, Öküz Mehmet Paşa’nın baniliğini yaptığı Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı bölgedeki tarihi eserlerin başında gelmektedir. Ayrıca Çiftehan Kaplıcaları, Faustina’nın Mezarı, Kadife Han ve Porsuk Köyü yakınlarında Geç Hitit ve Frig dönemine ait kalıntılar içeren Porsuk Höyük’te hem yerli hem yabancı turistlerin ziyaret ettiği önemli turizm alanları olarak bilinmektedir.

Höyük’te yapılan kazı çalışmaları esnasında ele geçirilen Asurlulara ve Hitit dönemine ait yazılı belgelerden ve kil tabletlerden ile bölgenin tarihçesinin MÖ 1800’lerden başlayarak yaklaşık 1000 yıllık zaman diliminde Hitit hâkimiyetinde kaldığı ile anlaşılmaktadır. Asurlular’ın MÖ 710 yılında Hitit hâkimiyetine son vermesiyle yerleşim yeri, Asurlular’dan Frigler’in hâkimiyetine girmiştir. Romalılar’ın MÖ XVII. yılda bu yerleşim yerine gelişlerine kadar; Medler, Persler, İskender’in Helenistik Kapadokya Krallığı ile Bergama Krallığı bu bölgeye hâkim olmuşlardır. Roma İmparatorluğu’nun MS 395 yılında ikiye ayrılmasıyla birlikte; Niğde İli Bizans İmparatorluğu sınırları içerisinde kaldı. Türkler’in 1071 yılında Malazgirt Zaferi sonucunda Anadolu’ya gelmesiyle birlikte başlayan Selçuklu Devleti hâkimiyeti 1308 yılına kadar devam etmiştir. Daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla ortaya çıkan vasal beyliklerin hâkimiyeti ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu coğrafyasında güç kazanarak 1470 yılında Niğde’de hâkimiyet kurmasıyla bölge Cumhuriyet dönemine kadar Türklerin elinde kalmaya devam etmiştir.

Porsuk Höyük, coğrafi açıdan oldukça stratejik bir bölge olup, Kilikya bölgesine açılan yol yani Gülek Boğazı’ndan geçmesi sebebiyle de medeniyetlerin uğrak noktası ve bir yol ağı olmuştur. Tarihi dönemler boyunca çok önemli şahsiyetler ticaret, savaş ve seyahat gibi amaçlarla bu yol güzergâhını kullanılmışlardır. Büyük İskender, Hatay bölgesinden hareket ederek Pers İmparatorluğu ile savaşa giderken Porsuk Höyük’ten geçtiği ve bu bölgede ordusuyla beraber mola vererek bir süre dinlenmiş olabileceği düşünülmektedir. Çünkü Hatay bölgesine gidiş yolu güzergâhı buradan geçmektedir.

Porsuk Höyük, Niğde kenti sınırları içerisinde yar alan en eski kazı alanlarından biri olup, 200x400 metrelik yüzölçümüne ve yaklaşık 20-30 metre yüksekliğe sahip, yatay anakaya tabakası üzerine kuruludur. Katmanlarında Hitit yerleşimine rastlanılan bu höyük, Demir Çağı dönemi yerleşimi ağırlıklı olup, Geç Roma dönemine kadar bir iskân görülmektedir. Höyükteki Dördüncü ve Üçüncü tabakalar Demir Çağı tabakalarıdır. Porsuk Höyük, Hititler zamanında Çukurova’ya açılan yol üzerinde olması ve stratejik konumu itibariyle garnizon yani askeri üs olarak da kullanılmış olduğu bilinmektedir. Bu antik yerleşim yerinde kazılar sonucunda surlar ve gözetleme kulelerinin izlerine ulaşılmıştır. Bu bölgedeki kazılar sonucunda gün yüzüne çıkarılan en önemli unsur, Hitit başkenti Hattuşa’da rastlanmayan orijinal Hitit kerpiçlerinin bu bölgede çıkarılmış olmasıdır. Eski Polytechnique Hauts De Üniversitesi Tarih ve Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Claire Barat, Hattuşa’daki kerpiçlerin ne yazık ki orijinal olmadığını rekonstrüksiyon olduğunu; buradaki kazılardan elde edilen kerpicin ise sekiz metre yüksekliğe kadar orijinal Hitit kerpici olduğunu ifade etmiştir. Höyükteki yerleşim katmanları incelendiğinde; gelişmiş bir kale ve sur sisteminin varlığı dış etkenlere karşı yerleşim yerini koruma içgüdüsünün var olduğunun önemli bir göstergesidir. Ayrıca bu höyükte bir garnizon yani bir şehri koruyan ve devamlı orada bulunan bir askeri birliğin olduğu da bilinmektedir.

Höyükte yer alan sur sistemini genel olarak; büyük boyutlu kerpiç malzemeden inşa edilmiş burçlar ve kulelerden mevcuttur. MÖ XVII. ve XVIII. yüzyılda savaşlar nedeniyle höyük iki kere yangına maruz kalmış ve ciddi hasar almıştır. Höyükte yapılan kazılar sonucunda katmanlardan birinin Roma dönemine ait olduğu tespit edilmiştir. Höyükte; Roma dönemine ait iki evre mevcuttur. Her iki evrede de Roma halkının depolamaya önem verdiği anlaşılmıştır. Tarihsel açıdan bakıldığında MÖ I. ve MS I. yüzyıllar arasında bu yerleşim yerinde Kapadokya Krallığı ve Romalıların yaşadığı anlaşılmıştır. Bu dönemde burada evlerin olduğu ve normal günlük yaşamın sürdürüldüğü konut kalıntılarından anlaşılmaktadır. Roma dönemine ait 2100 yıllık evler, odalar, bir kiler ve saklama kapları kazılar sonucunda ele geçirilmiştir. Ele geçirilen bu saklama kaplarının depolama amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Bu küp buluntuları evlerin mutfak birimlerinde ele geçirildiği için yiyecek ve içecekle ilişkilendirilmektedir.

Küpler içerisinde buğday, zeytinyağı, kuru meyve ve şarap saklandığı anlaşılmaktadır. Eski Roma halkının çok fazla şarap tükettiği kaynaklarda geçmektedir. Kapadokya bölgesinde o dönemde de üzüm hasadının yapılması, şarap işliklerinin Nevşehir’de bol olması, bu bölgede şarap ticaretinin yapılıyor olması ve Niğde’nin Nevşehir iline komşu olması göz önüne alındığında şarap teminatının da zor olmadığı açıkça görülmektedir. Bölgesel etki olarak bakıldığında Niğde iline yakın olan bir başka Hitit yerleşimi Kayseri Kültepe’de de büyük küpler çerisinde kuru erzak, zeytinyağı ve şarap saklandığı bilinmektedir. Bu geleneğin Roma döneminde de aynı yerleşim yerinde devam ettirilmesi kültürel etki ile açıklanabilmektedir.

Porsuk Höyük’te ilk kazı çalışmalarının 1960’lı yıllarda yapılan yol çalışmaları esnasında tesadüf eseri olarak, büyük bir kum taşına yazılmış Hitit hiyerogliflerinin bulunmasıyla başlamıştır. Bölgeye ilk olarak Fransız Arkeoloji Enstitüsü’nün Türkiye Cumhuriyeti ilgili makamlarından almış oldukları izinlerle 1968 yılında ilk sistemli kazılar başlamıştır. Prof. Dr. Pelon tarafından gerçekleştirilen kazıların ilk dönemi 1968 yılında başlamıştır, 1977 yılına kadar sürdürüldü. Kazılara sekiz yıl ara verildikten sonra 1985 yılında yeniden başlatılmıştır. Fransız Arkeoloji Enstitüsü ve Fransız kazı ekibi Porsuk Höyük’te 1968 yılında başladıkları kazılara ara vermelerine rağmen 2003 yılına kadar devam etmişlerdir. Daha sonra bölgenin kazı ekibi değiştmiştir. Bu yeni kazı ekibi Türk arkeolog ve kazı heyetinden oluşmaktadır. Yeniden oluşturulan kazı ekibi, Bakanlığa 2003-2008 yıllarını kapsayan beş yıllık bir kazı programı sunmuş ve bu yıllar arasında kazı yapılmasını talep etmiştir.

Bölgede yapılan kazılar ve ele geçirilen buluntular detaylıca incelenecek olursa kazı aşamaları şu şekilde gerçekleşmiştir. Değişik zamanlarda yapılan kazıların ilki 1969-1977 yılları arasında yapılmıştır. Bu dönemde Porsuk Höyük kazı başkanı Lyon Üniversitesinden Prof. Dr. Olivier Pelon’dur. Pelon’un tam olarak 1969 yılında başlattığı sistemli kazılar dört farklı şantiye de sürdürülmüştür. Bu şantiyelerden birincisi höyüğün batısında, Darboğaz Köyü’ne ve taş ocağına giden toprak yolun kenarında yer almaktadır. Bu bölgede yapılan kazılar sonucunda açmalarda Geç Roma dönemine ait payandalı bir istinat duvarı gün yüzüne çıkarılmıştır. Duvarın hemen yanında bir adet fırın, bir tahıl silosu ve çok sayıda cam eşya kalıntısı ele geçirilmiştir. Bu buluntulardan yola çıkılarak bu bölgede Romalıların bir süre iskân etmiş olduğunu göstermektedir. İkinci şantiye alanı ise höyüğün batı kesiminde yer almakta olup; 1960’lı yılların başında köy yolu yapım çalışmaları esnasında karayolları tarafından bu bölgeden toprak alındığı ve tesadüfen höyüğün açıldığı anlaşılmıştır. Bu kazı açmasında Roma, Helenistik ve Friglere ait tabakaların altında Hitit dönemine tarihlendirilen sur izine rastlanmıştır. Fakat bu sur duvarları arasında Eski Demir Çağı’na da tarihlendirilen duvarlar da bulunmaktadır. Buradan anlaşıldığı üzere surlar Eski Demir Çağı’ndan beri burada var olmakta ve bir diğere medeniyet tarafından onarılıp kullanılmaktaydı. Yukarıda da açıklandığı gibi bu şantiye alanı bir garnizor durumundaydı. Savunma sistemi oldukça gelişmiş kenti savunan bir askeri birlik, höyüğün bu bölgesinde bulunmaktaydı.

Üçüncü şantiyedeki kazılar ise, Höyüğün Darboğa Çayı’na hâkim olan güney yamacında 1968 yılında başlamıştır. Burada Helenistik ve Roma dönemlerine ait sur kalıntıları ile Eski Demir Çağı’na ait evler tespit edilmiştir. Yine yukarıda sosyal yaşantı konusunda değinilmiş olduğu gibi bölgedeki buluntular burada günlük yaşamın var olduğuna dair iddiaları kanıtlar niteliktedir. Dördüncü şantiye, höyüğün doğusunda açılmış ve burada yapılan kazı çalışmaları esnasında sekiz metre kalınlığındaki arkeolojik birikimindeki katmanlaşma Geç Roma dönemine tarihlendirilmektedir. Bu bölgede bir nekropol kalıntısının varlığı önemli bir Hitit yangın tabakalaşmasına kadar uzandığı tespit edilmiştir. Ayrıca bu bölgede aynı döneme ait bir sur kalıntı daha kazılar sonucunda gün yüzüne çıkarıldı. Birinci dönem kazıları sonucunda bu bölgede Hitit İmparatorluğu döneminden başlayıp Geç Roma dönemine kadar yaklaşık 1500 yıl boyunca iskân edilmiş olduğu yapılan kazılar ve ele geçirilen buluntular sonucunda anlaşıldı. Bölgenin ordu-kent sistemiyle idare edilmiş olduğu sur duvarlarından anlaşılmıştır. Bölgede nekropol’un bulunduğu yerin kent merkezin dışı ya da girişi olduğu düşünülmektedir. Genellikle Roma dönemi antik yerleşimlerinde mezarlık alanı kent girişi ya da yerleşim yerinin dışında olduğu bilinmektedir. Porsuk Höyük’te 1968’de başlayan kazılar 1977’ye kadar devam etmiş olup, 1986 yılına kadar kazı çalışmalarına ara verilmiştir. Bölgede 1986 yılında yeniden başlatılan kazı çalışmalarına öncelikle Bakanlığın vermiş olduğu izinler sonucunda açmaların temizlenmesiyle başlanılmıştır. Bu arada önceki kazı çalışmalarındaki depolanan buluntular, nekropolde ele geçirilen iskeletler yeniden incelenerek tasnifi yapılmıştır. Kazı deposu kazı alanının batı kesiminde bulunmaktaydı. Şantiye-1 olarak adlandırılan kazı açmasında önceki yıllarda tespiti yapılan Roma dönemine ait payandalı istinat duvarının devamı da gün yüzüne çıkarılmıştır. Şantiye-2 olarak adlandırılan ikinci açmada Roma dönemi sur kalıntılarının temizliğinin yapıldığı esnada Roma dönemine ait sikkeler ele geçirilmiştir. Bu sikkelerden bir tanesi oldukça iyi korunmuş durumda olup; bir yüzünde Erciyes Dağı tasvir edilmiştir. Bu sikkenin benzeri Kayseri’de eski yerleşim yerlerinde yapılan kazılar sonucunda da ele geçirildmiştir. Bu sikke Roma İmparatoru Gordianus III (MS 238-244) dönemine tarihlendirilmektedir. Roma döneminin önemli bir merkezi olan Kayseri Kalesi içerisinde Roma darphanesinin olduğu düşünülmektedir. Buradan bu sikkenin Kayseri darphanesinde basıldığı ve oradan büyük ihtimalle ticaret yoluyla farklı Roma yerleşmelerine ulaştığı sonucuna varılmaktadır. Şantiye-4’ün temizliği esnasında bir oda kalıntısı ve burada yıkılan taşlar altında kalmış bir kadına ait olduğu tespit edilen iskelet ele geçirilmiştir. F. Balaizot’un iskelet üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda iskelet yan yatmış pozisyonda ellerini yüzüne kapatmış 13-14 yaşlarında hamile bir kadına ait olduğunu belirtmiştir. Büyük ihtimalle ortaya çıkan bir felaketten kaçamayıp, duvarın altında kalarak can vermiş olduğu görülmektedir.

Kazı çalışmalarına yaklaşık 10 yıllık verilen ara sonucunda 1986-1987 yıllarında yeniden başlanılan çalışmalar çok kapsamlı olmamasına rağmen yinede yürütülmeye devam edilmiştir. Kazı için yetkili birimlerden izin istenilmesine rağmen, iznin niteliğinden dolayı sadece şantiye iki ve dörtte birer sondaj yapılmasına ve bu bölgenin kuzeydoğusunun temizlenmesine izin verilmiştir. Şantiye-2’de 1970 yılında yapılan kazılar neticesinde köşe kuleli bir sur duvarından içeriye doğru uzanmış dar bir geçit keşfedilmiştir. Bu dar geçit birkaç bölümden meydana gelmektedir. İlk bölümü uzunca bir rampa şeklindedir. Buranın bir kısmı höyüğün üzerine oturduğu kayaç tabakasının içerisine oyulmuştur. Bu bölümü sınırlandıran yan duvarlar birbirlerine benzer teknikte inşa edilmiştir. En altında kum taşı ve yer yer alçı taşı iri bloklar yer almakta olup; üstte ise kerpiç malzeme kullanılmıştır. Taş malzeme arasına ahşap hatıllar yerleştirildiği gözlenmektedir. Geçidin bu ucunda daha geç bir döneme tarihlendirilen kerpiç malzeme ile inşa edilmiş bir duvarla kapatılmıştır. Geçit yoluna ise pithoslar konularak bu alanı depo olarak kullanıldığı görülmüştür. Bu pithoslar 124 parça, 106 santimetre yüksekliğindedir. Bunlar toprak altından çıkarıldığı esnada üzerlerine ağaçlar düşmüş ve oldukça harap olmuş vaziyette ele geçirilmiştir. Ele geçirildiği yerde onarılamayacağı anlaşılan pithosun parçaları sandıklara dikkatli bir şekilde yerleştirilerek parçalar arasındaki teması ve rutubetlenmeyi önlemek amacıyla saman konulmakta ve müze bahçesine getirilerek restorasyonu yapılmaktadır. Restorasyonu yapılan bu pithosun 1976 yılında 124 parçası daha onarılıp birleştirilmesinden sonra ayağa kaldırılarak müzede teşhir edilebilecek vaziyete getirilmiştir. Toplamda 141 parçadan oluşan bu pithos, 1989 yılında bulunmuş başka bir pithosun onarımı sonrasında tespit edilen durumuna göre yaklaşık üçte biri eksiktir. Eksik kalan kısımların daha sonraki kazı dönemlerinde ortaya çıkarılan parçalarıyla tamamlanılması hedeflenmiştir.

Bölgede yer alan geçidin ikinci bölümü aynı doğrultuda fakat yatay uzandı. Her iki tarafında yer alan duvarlarda tamamen taş malzeme kullanılmış olup, birbirinden farklı tekniklerle inşa edildi. Bu farklılık önceki dönemlerde farklı uygarlıklar tarafından kullanımı esnasında yapılan onarımlar olarak değerlendirilmektedir. Geçidin üçüncü bölümü ise yine yatay olarak uzanmasına karşın, güneye doğru bir dirsek oluşturarak doğu-batı doğrultusunda devam etmekteydi. Elde edilen veriler doğrultusunda, dirsekli geçidin önceki dönemlerde bir tür potern olarak kullanım gördüğü, daha sonraki dönemlerde bu poternin dış ağzı duvarla kapatılarak bir depoya çevrildiği ve şiddetli bir yangın sonucunda üst örtü ve ahşap strüktürün çökerek, harap olduğu düşünülmektedir.

Şantiye 4’te yapılan kazılar kuzeydoğu ve güneydoğu kesim olarak ele alınmaktadır. Açmanın kuzeydoğu kesiminde 1971’de yapılan çalışmalarda konglomera tabakası üzerine inşa edilen bir sur duvarı gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu sur, küçük kum taşı bloklarla inşa edildi. Açmanın güneydoğu tarafında Hitit dönemine ait bir mekân, batı tarafında Orta Demir Çağı duvarlarının bulunmasından dolayı bölge tamamen açılamamıştır. Açmada 1987 yılında yapılan kazılarda bu sur duvarlarının buradan sökülerek bu açmanın temizlenmesi hedeflenmiştir. Burası temizlendikten sonra izler incelendiğinde yanmış bir ev olabileceği anlaşılmıştır. Bu kazı çalışmasından sonra bölge hakkındaki tarihsel veriler kesinlik kazanmıştır. Bu verilere göre Hitit İmparatorluğunun sonuna kadar Hititlerin bu bölgede iskân ettiği ve bir yangın sonucunda bölgede yerleşimleri tamamen sona erdiği düşünülmektedir. Porsuk Höyük’te 1988 yılındaki kazı çalışmalarında yalnızca şantiye 2’deki açmada kazı devam etmiştir.

Dirsekli geçidin ikinci bölümünde bulunan dolgu kısım, bir yıl önce alandaki tahrip tabakaları konusunda ortaya çıkan sorunların aydınlatılması amacıyla sistemli bir şekilde araştırılmıştır. Buradaki tahrip tabakalarının birbirlerinden bir tabanla ayrılmadıkları ve aralarındaki tek fark içerdikleri molozlarının yoğunluğu olduğu anlaşılmıştır. En altta yer alan tabakanın içerisinde, bazıları oldukça büyük boyutlarda olan, yanmış ağaç parçalarına rastlanılmıştır. Dolgu tabakası kaldırıldıktan sonra gün yüzüne çıkarılan geçit zemininin, konglomera tabakası altında bulunan doğal killi topraktan meydana gelmiş olduğu gözlemlenmiştir. Fakat buranın zemininde, geçit yolunu enlemesine kat eden, 40 santimetre kadar derinliğinde bir çukur tespit edilmiştir. Bu çukurun işlevinin, geçit ve ona bağlı savunma sisteminin inşa edilmesinden önce burada yer alan sura ait su basmanı çukuru olduğu düşünülse de; çukur hakkında net bir şeyler söylenmesi mümkün görülmemektedir. Açmadaki çalışmalara 1989 senesinde de dirsekli geçit kolunun kaldırılmasına devam edildi. Açmanın doğusunda da Şantiye-4’te yer alan Helenistik ve Roma dönemi katmanlarında çalışılmıştır. Bu kazılar sonucunda da Şantiye-4’te hangi kültür katmanları olduğu anlaşılmıştır. Bunlardan ilki bu bölgenin terk edilme ve yerleşime kapanma tarihi MS IV. yüzyıldan günümüze kadar olduğu anlaşılmıştır. İkinci evrede nekropol buluntusu yer almaktadır. Üçüncü evrede höyükteki son yerleşmenin MS II. yüzyıl sonu ve III. yüzyıl başıdır. Dördüncü evrede bir önceki yerleşimin yıkılması gerçekleşmiştir. Bu da MS I. yüzyıl sonu ve MS II. yüzyıl başına denk gelmektedir. Beşinci evrede ise Helenistik dönem yerleşmesi ortaya çıkmıştır.

Porsuk Höyük’te çeşitli nedenlerle zaman zaman bırakılıp, tekrardan başlayan kazılar sonucunda birçok eser gün yüzüne çıkarılmıştır. Hititlerden başlayıp, Roma-Bizans dönemlerine kadar uzanan tarihsel serüven boyunca, bölgede farklı medeniyetlere ait birçok taşınır ve taşınmaz kültür varlığı ele geçirilmiştir. Bunların restorasyon yapılabilecek olanları yeniden ayağa kaldırıldı. Höyükte 2003 yılına kadar verilen aranın sonucunda, yeniden kazılara başlanılmıştır. Günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın vermiş olduğu izinle halen kazı çalışmalarını Polytechnique Hauts De Üniversitesi Tarih ve Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Claire Barat ve kazı ekibi tarafından yürütülmektedir.

Kazı alanında ele geçirilen taşınmaz kültür varlıkları yukarıda detaylıca belirtmiştir. Taşınır kültür varlıkları incelenirse, bunlar içerisinde Hititlere ait erzak kapları, büyük küpler, hiyeroglif yazıları oldukça önemli eserleridir. Niğde Porsuk beşinci katman buluntuları olan mutfak kapları, Kayseri Kültepe kazıları sonucunda ele geçirilen mutfak kapları ilebüyük benzerlik göstermektedir. MÖ ikinci binin sonlarına doğru tarihlenen Porsuk buluntuları Tuz Gölü bölgesi mutfak kaplarıyla da hemen hemen tam paralelleridir. Kayseri’de bulunan eserlerin tipinde, yani ağız kenarları dışta bir şerit gibi kalınlaştırılmış türde mutfak kaplarının da hemen hemen aynılarını bulundurur. Ayrıca bu eserler Sivas Kuşaklı kazılarında ele geçirilen eserlerle de paralellik göstermektedir. Ayrıca höyüğün güneybatısında yapılan kazılarda büyük bir odanın köşesinde yarı yanmış bir insan iskeleti yine Hitit dönemine ait olduğu düşünülmekte olup; sergilenmek üzere müzeye götürülmüştür.

Ayrıca bölgede Kilikya seramiklerine benzer çanak çömlek parçaları da bulundmuştur. Bu bölgenin Kilikya’ya yakın olması ve kültürel etkileşimde bulunduklarına en büyük örnek olarak gösterilebilir. Roma dönemine ait tunç ve gümüş sikkeler ele geçirilmiştir. Bu sikkelerden bir tanesinin üzerinde Erciyes Dağı motifi bulunması bu sikkenin Kayseri ilinden buraya geldiğini göstermektedir. Bölge yakınlık açısından incelendiğinde yine burada da bölgesel etkileşim görülebilmektedir. Bu eserler günümüzde Niğde Müzesi’nde sergilenmekte ve bazıları da müzenin deposunda korunmaktadır.

Niğde Müzesi, Orta Anadolu arkeolojisinin tarihsel olarak düzenlendiği altı sergi salonundan oluşmaktadır. Teşhirde ve depoda yer alan taşınır kültür varlıklarının büyük bir kısmı Niğde İli’nde yapılan ve yapılmakta olan kazılar esnasında elde edilen buluntularda oluşmaktadır. Müzenin birinci salonunda höyük kazılarında ele geçirilen mezar buluntuları, tanrıça heykelleri, ünik eserler, MÖ 4883 senesine tarihlendirilen Köşk Höyük Kalkolitik Evi’nin kurgusu yer almaktadır. Köşk Höyük kazıları esnasında ele geçirilen eserlerin sergilenmesinden dolayı bu salona Köşk Höyük Salonu adı verilmiştir. İkinci salonda, Asur Ticaret kolonileri döneminde önemli bir merkez olan Acemhöyük kazıları esnasında gün ışığına çıkarılan saray buluntuları sergilenmektedir. Üçüncü salonda, Geç Hitit Şehir devletlerinden olan Nahita ve Tuvanuva krallıklarına ait fırtına tanrısı ve bereket tanrısı stelleri, çeşitli kitabeler, Friglere ait seramikler ve Göllüdağ Aslanı teşhir edilmektedir. Dördüncü salonda, Niğde İli içerisinde yer alan; Tepebağları, Porsuk Höyük ve Acemhöyük kazıları sırasında ortaya çıkarılan taşınır kültür varlıkları ile satın alma ve zor alım yoluyla kazandırılan pişmiş toprak eserler, cam eserler, mühür baskıları ve Bizans dönemi eserleri yer almaktadır. Beşinci salonda, sikkeler, gümüşler ve mumyalar yer alır. Niğde Müzesi yıllık yerli ve yabancı ziyaretçi sayısı yaklaşık 40-50 bin civarında olduğu bilinmektedir. Bünyesinde hem tarihsel hem kültürel eser barındırması ziyaretçiler tarafından ilgi çekici olup, kültür ve turizmi açısından oldukça önemlidir.

Porsuk Höyük hakkında yazılmış olan eserler göz önüne alındığında ulaşılabilen kaynaklar şu şekilde ele alınabilirler. İlk kazı başkanlarından Olivier Pelon’un Anadolu Demir çağları Sempozyumu’nda sunduğu Porsuk Höyüğün Demir Çağı dönemini anlatan bilimsel araştırma yazısı temel kaynaklardan biridir. Yine Olivier Pelon’un 1992 yılında kazı yapılan toplantısında sunmuş olduğu bildiri bu höyük’te yapılan kazı çalışmalarını ve çıkarılan eserleri en detaylı şekilde anlatan eserdir. Dominique Bayer’in 2004 yılında sunmuş olduğu Kazı toplantısı raporları bu bölgede yeniden başlayan kazılar hakkında detaylı bilgiler vermesi bakımında temel kaynak kabul edilebilir.

Yararlanılan Kaynaklar

Akıllı, B. (1994). Porsuk Höyük Kazı Buluntusu İki Hitit Pithosunun Restorasyonu. İçinde; X. Arkeometri Sonuçları Toplantısı, Ankara: Kültür Bakanlığı yayınları; Beyer D. (2006). Zeyve Höyük (Porsuk) - The Excavations 2004. XXVII. İçinde; Kazı Sonuçları Toplantısı, Cilt-2. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü: 65 – 72; Çetinkaya Karafakı, F. (2015). Tarihi Coğrafya Çalışmaları Kapsamında Niğde Kenti Şekillenişi Üzerine Bir Araştırma, Zeitchrift Für Die Welt der Türken Journal of World of Turks,7 (3); Pelon O. (1990). 1994 The site of Porsuk and the beginning of the Iron Age in southern Cappadocia. İçinde; A. Çilingiroğlu & D. H. French (Editör), Anadolu Demir Çağları 3, III. Anadolu Demir Çağları Sempozyumu Bildirileri (ss. 157–162). Van; Pelon, O. (1992). Porsuk’ta Dört Kazı Mevsimi (1986-1989) Genel Değerlendirme. İçinde; XIV. Kazı Sonuçları Toplantısı-I, Ankara: Kültür Bakanlığı.

Ayrıntılı bilgi için bakınız

Crespin, Anne-Sophie. Between Phrygia and Cilicia: The Porsuk Area at the Beginning of the Iron Age. İçinde; A. Çilingiroğlu (Editör), Anatolian Iron Ages 4: Proceedings of the Fourth Anatolian Iron Ages Colloquium Held at Mersin. Londra: British Institute of Archaeology at Ankara, 1999: 61 – 72.