Kayseri Kültepe Kazısı

Arkeolojik Kazı Doğal ve Kültürel Miras UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi

İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan Kayseri, tarihi dönemlerde doğu-batı, kuzey-güney arasında yapılan ticaretin uğrak noktası olmuştur. Jeopolitik konum açısından merkezi bir yerde bulunması ticaretteki önemini artırmıştır. Tarihi dönemlerde farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Kültepe, hem tarihsel hem de turizm açısından önem arz etmektedir.

Antik adı Neşa olan Kültepe, Kayseri şehir merkezine 21 kilometre uzaklıkta Kayseri- Sivas karayolunun üzerinde bugünkü Karahöyük Köyü yakınında yer almaktadır. Hitit döneminden itibaren yerleşime açık olup, Roma-Bizans dönemlerinde de önemli bir yerleşim yeriydi. Anadolu Selçukluların bölgeyi fethetmesiyle Kayseri ikinci başkent (Dar’ül Feth) olarak ilan edilmiştir. İpek Yolu'nun bu bölgenin yakınından geçiyor olması ticaretle uğraşan Anadolu Selçuklular içinde önem arz etmekteydi. Osmanlı döneminde de yine kervan yollarının ve doğuya yapılacak olan seferlerin bu bölgeden geçmesi nedeniyle doğu-batı arasındaki önemli bir yol güzergahı arasında kalmaktadır. Bölgede XVII. yüzyıla kadar Karye-i Kaniş adının kullanılmış olması Kaniş’in halen kullanılmaya devam edildiğini göstermekte ve bu bölgenin önemini XVII. yüzyıla kadar koruduğunun kanıtıdır. Kültepe; Erciyes Dağı’nın eteklerindeki ovanın ortasında yer alan merkez, daire biçimindeki yüksek bir höyük ve bunun eteklerinde yer alan Karum (aşağı şehir) olarak iki bölümden oluşan antik yerleşim yeridir. Hitit Devleti'nin Anadolu’da kurduğu ilk kent kalıntısı olan höyük ve onu çevreleyen Karum’dan oluşmaktadır.

Höyükte üçüncü binyıldan başlayarak, Roma çağına kadar yerleşme mevcuttur. Höyük; 550x450 metre çapında bir genişlikte olup, Karum’dan 21 metre yükseklikte yer almaktadır. Krallar ve yerli halk bu tepe üzerinde ikamet etmişlerdir. Hemen yanında ve höyüğü kuzeydoğu, doğu ve güneydoğudan çeviren Kaneş Karum adlı ikinci bir şehir yer almaktadır. Burada daha çok Asurlu tacirler ikamet ederlerdi. Kaneş Karum’un uzunluğu 2.000 metre, genişliği 700 metre, ovadan yüksekliği iki buçuk metredir. Bu yerleşim, bu yerleşim, kazı sonuçlarından anlaşıldığına göre, Kültepe Höyüğün’den sonra kurulmuştur, fakat bölgede yaklaşık üç buçuk yüzyıl kadar iskandan sonra yerleşme görülmedi. Roma çağında ise bu yerleşim alanı nekropol olarak kullanıldı. Aşağı şehir kısmı Karum kısmından sonra Kaniş kurulmuş ve ondan önce terk edilmiştir.

Kültepe, Anadolu tarihini başlatan önemli bir yerleşim yeridir. Bunun sebebi Anadolu toprakları içerisinde açığa çıkartılan yazılı belgelerin en erken tarihli olanlarının yani kil tabletlerin burada bulunmuş olmasıdır. Kültepe’nin keşfi de bu yazılı belgeler ile başlamıştır. Bölgenin tarihi önemi ise; Üçüncü Eski Tunç Çağı’nda, Kuzey Suriye ve Mezopotamya ile yakın ilişkilerin kurulduğu bilinmektedir. Ayrıca Asur kolonisi döneminde Kültepe, Kaniş Krallığı'nın merkezi idi. Aynı zamanda Eski adı Kaniş veya Neşa olan MÖ ikinci binin ilk çeyreğinde hüküm süren Anadolu sınırları içerisinde Asurlular tarafından kurulmuş 10 Karum’unda başkentidir.

Höyük, 1881 yılına eski eser pazarlarına dağıtılan ve arkeoloji literatürüne Kapadokya Tabletleri olarak geçen çivi yazılı kil tabletlerin ortaya çıkmasıyla tanınmıştır. Bu tarihte Th. G. Pinches bu alanını ziyaret etmiştir. Bu ziyaret yüzey araştırması niteliği taşımakta olup, herhangi bir sistematik kazı veya bilimsel çalışma özelliği taşımıyordu. Bölge’de 1893 ile 1925 yılları arasında yabancı araştırmacılar tarafından dört adet kazı çalışması yapılmıştır.

Kültepe Höyüğü’nde ilk kazı ve sondaj çalışması Emest Chantre tarafından 1893 ve 1894 yıllarında başladı. Emest Chantre ile beraberindekilerin yaptığı bu çalışmalar bir neticeye kavuşmamış gibi görünse de kendilerinin çekmiş oldukları ve daha sonrasında yayınlamış oldukları eserler Hitit tarihi açısından önemli temeller atmıştır. Emest Chantre höyükte sondaj çalışmaları yapsa da tablet buluntularına ulaşamamıştır. Chantre’dan sonra bölgede 1901 yılında L.V. Belck ve 1906 yılında da H. Winckler ile H. Grothanen’in araştırmalar yapmıştır. Araştırmacılar kazı ve araştırma yapmış fakat; bu alanla ilgili sığ bir bilgiye ulaşmaktan ileri gidemediler.

Chantre, bölgede yapılan kazılar sonucunda ele geçirdiği belgeleri, Mission en Cappadoce, (Paris 1898) adlı eserinde yayımladı. H. Winckler, 1906 yılında yaptığı araştırmalarla ilgili raporlarını OLZ 9 ve Mdog XXXV dergisinde yayınladı. H. Grothe’de aynı yıl bölgede yüzeysel bir araştırma yaptı ve bu araştırması sonucunda, Meine Vorderasien Expedition in 1906–1907, adlı eserini kaleme almıştır.

Bu araştırmacılardan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanıyla birlikte kazı izni alan B. Hrozny, kazı başkanlığını yaptığı Çekoslovak kazı ekiple birlikte 1925 yılında geniş bir alanda kazı çalışmaları başlamıştır. B. Hrozny de, kendisinden önceki diğer araştırmacılar gibi Asur Ticaret Kolonileri Çağı’na ait tabletleri bulma hevesiyle önce höyüğün ortasına yakın alanda yer alan akropol kısmında sondaj çalışması başlatmış, ancak burada herhangi bir tablete rastlayamayınca arabacısından gelen ihbar üzerine höyüğün eteklerinde yer alan Karum’da ilk kez kazıya başlamıştır. Tarlada küpler veya pişmiş toprak çekmeceler içinde küçük gruplar halinde tabletlere rastlamıştır. B. Hrozny’nin 1925 yılında başlayıp altı aya yakın bir zaman diliminde yaptığı bu çalışmalar sadece tablet buluntularını ortaya çıkarmayıp başka buluntuların ortaya çıkarılmasını sağlamıştır. Kültepe kazılarında akropol’de sur kalıntıları ve saray kalıntılarının ortaya çıktığını anlamaktayız. Bu buluntular üzerinde Hrozny ve ekibinin çalışmalarının daha kısıtlı ve özensiz olduğunu söylemek mümkündür. Hrozny, Karum’da kazmaya başladığı tarlada asıl amacına ulaşarak kısa sürede açığa çıkardığı ve satın aldığı 1.000’e yakın tabletin bir kısmını İstanbul Müzesi’ne bırakırken bir kısmını da çalışmak üzere Çekoslovakya’ya götürmüştür. Hrozny’nin Kültepe’den ayrılması ve bir daha dönmemesiyle birlikte 1948 yılına kadar uzun bir müddet araştırma ve kazılara ara verilmiştir.

Kültepe ve Karum’da Türk Tarih Kurumu adına ilk sistemli kazılar Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Tahsin Özgüç’ün başkanlığını yaptığı, eşi ve meslektaşı Prof. Dr. Nimet Özgüç’ün de yer aldığı heyet tarafından gerçekleştirilmiştir. Türk Tarih Kurumu desteğiyle başlatılan bu büyük projenin amacı, o güne kadar çeşitli koleksiyonlara dağılan yazılı belgelerin hangi arkeoloji konteks ile bağlantılı olduğu, hangi zaman dilimi içerisinde üretilip geçerlilik kazandığı ve bu kentin özelliklerinin aydınlatılmasına yönelikti. Asurlu tüccarlara ait olan ve Anadolu-Mezopotamya ilişkilerine ışık tutan bu ekonomik belgelerde kullanılarak, eski Asurca çivi yazısının yerlilerce de kullanılıp kullanılmadığının aydınlatılması gerekliliği de bu kazıların amaçlarından biriydi.

T. Özgüç’ün 2005 yılındaki vefatından sonra, Prof. Dr. Kutlu Emre’nin onursal başkanlığı ve Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu’nun kazı başkanlığındaki kazı ekibi tarafından günümüzde kazılar devam ettirilmektedir. T. Özgüç tarafından 1948 yılında başlatılan ve kesintisiz olarak devam eden sistemli kazılar sonucunda höyükte 18, karum alanında ise dört kültür katı tespit edilmiştir. 1955 yılında başlanıp 1983 yılına kadar devam eden akropol kazılarında Prof. Dr. Tahsin Özgüç ve ekibi bu kazı çalışmaları ile, B. Hrozny’nin açığa çıkarmış olduğu büyük sarayın, taş kaidelerini ve kerpiç duvarlarını kazı çalışmalarını engellediği düşüncesi ile tahrip ettiği alanda daha da derine inmeye çalıştığı bölümün büyük bir kısmını açığa çıkarmıştır. B. Hrozny’nin Kültepe Kaniş’te yapmış olduğu bu kazı çalışmaları yukarıda anlattığımız gibi sarayın güney tarafındaki taş temelleri ortaya çıkarmış olması kendisinden sonra gelecek olan bilim adamlarına ve arkeologlara rehber olabilmesi açısından önemlidir. B. Hrozny’nin hazırlamış olduğu raporda bu sarayın ortasında bir avlu ve onu üç taraftan çevreleyen odalar olduğu belirtmişse de bu düşünce o yıllarda kabul görmüş fakat; daha sonraki kazı çalışmalarında sarayın ortasında bir avlu olduğu ama bu avluyu çeviren odaların dört taraftan avluyu çevrelediği ortaya çıkacaktır. B. Hrozny akropol’de bulunan Hitit Çağı’na tarihlenen sarayın yangın geçirmesinden dolayı güney kesiminde ki derinliğin arttığını ve buraların kaldırılarak daha aşağıda tablet bulunabileceğini düşünse de amacına ulaşamamıştır. Ancak 1948 yılında yapılmaya başlanan sistemli kazılara kadar geçen zaman diliminde bölgeyi cazibe merkezi olarak gören her araştırmacı ve arkeolog sabırsız ve sistemsiz kazı çalışmalarını sürdürerek yapı katlarının tahribata uğramasına sebep olmaları, sonradan Prof. Dr. Tahsin Özgüç ve kazı ekibinin isini zorlaştırmış olsa da kazı çalışmaları için ilk adım sayılabilecek özelliktedir.

Prof. Dr. Tahsin Özgüç; Milli Eğitim Müdürü Haydar Çelik, Müze Müdürü Halit Daral, Pazarören Köy Enstitüsü Müdürü Mustafa Dayıoğlu, Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürü Dr. Hamit Kosay’ın kazı ile ilgili katkılarından bahsederek onlara teşekkür etmektedir. Kültepe çalışmalarının ilk mevsiminde çevre illerde kazı çalışmalarında bulunan pek çok bilim adamı ve yabancı bilim adamlarının da kazı çalışmalarını ilgi ile takip ettiğini görmekteyiz. Bu kişiler arasında; Aslantepe Hafriyat Müdürü Prof. Dr. Schoffer, Hititolog Dr. E. Laroche ile Devlet Komiseri Raci Temizer Gözlükule’nin Hafriyat Müdürü Goell, Prof. Dr. Landberger, Prof. Dr. H. G.Güterbock da bulunmaktadır. Prof. Dr. Tahsin Özgüç ve kazı ekibi o zamana dek yapılan kazı çalışmaları içerisinde ilk sistematik kazı çalışmasını yapan Türk heyet olmasının yanında Karum sahasında çalışmalar yapan ikinci ekip olma özelliğine sahip olmuştur.

Höyükte, 1955-2010 yılları arasında yapılan kazılarda Eski Tunç Çağı’nın en erken dönemlerine inilmiş ve aşağıda özetlenmiş olan toplam 18 kültür katı tespit edilmiştir. Bu katlarda çıkarılan evler ve mezarlarda, Eski Tunç Çağı’na özgü su mermerinden idoller ile tanrı ve tanrıça heykelcikleri bulunmuştur. Kültepe’deki plastik sanatın bu çağ’daki yerel karakteristik örneklerini, disk biçimli uzun boyunlu su mermerinden idoller ve tahta oturan çıplak tanrıça heykelleri temsil etmektedir.

Kaniş Karum’da ele geçirilen taşınabilir kültür varlıkları, sanat değerleri çok yüksek ve benzerlerine Anadolu’da başka örenyerinde az rastlanılan zenginlikteki eserlerdir. Kazı alanında çeşitli madenler ve taşlardan tasarlanmış takılar, çeşitli eşyalar, heykelcikler, silindir ve damga mühürler gibi çok sayıda eser ele geçirilmiştir. Ayrıca burada bulunan farklı tiplerdeki kırmızı veya kahverengi astarlı ve parlak perdahlı gaga ağızlı testiler, vazolar, meyvelikler ve dini törenlerde tanrılara içki sunmak için kullanılmış hayvan biçimli rytonlar Eski Önasya seramik sanatının en seçkin eserleri olarak bilinmektedir. Çok sayıda çivi yazılı tablet, antika ticareti yoluyla dünyanın çeşitli yerlerine dağılmıştır.

Höyük’teki kazılar esnasında Kaniş krallarına ait anıtsal saraylar ve tapınaklar, Karum’da ise Asurlu tüccarlara ve onlarla yan yana oturan yerli halka ait evler ve atölyeler ortaya çıkarılmıştır. Karum’da gün yüzüne çıkarılan yan yana inşa edilmiş dikdörtgen planlı evler bulunmaktadır. Sokaklar yassı taşlarla kaplanmış ve her iki tarafı işlenmiş irice taşlar ile sınırlandırılmış, bir arabanın geçebileceği genişliktedir. Ayrıca kaldırım taşları altından geçen atık su kanalları, dönemin şehircilik anlayışı hakkında bilgi edinilmesini sağlayan önemli kalıntılardır.

Hititlerin Anadolu’ya Kafkaslar üzerinden Güney İran, Mezopotamya yolu ile geldikleri kabul edilmektedir. Hititlerin Anadolu’daki en önemli yerleşim yerlerinin başında Boğazköy, Kültepe, Alaca, Alişar gelmektedir. Hitit şehirlerinde Asurlu tüccarların ticaret yaptıkları Karum adı verilen pazar yerleri bulunmaktaydı. Karum bu pazar yerlerinin büyük olanına, Vabartum ise karum’dan daha küçük olan pazar yerlerine verilen isimdir. Aşağı şehir ya da Kaniş Karum olarak adlandırılan bölge Kültepe Höyüğünün etrafını saran ve 250 yıl boyunca yerleşim yeri olarak kullanılan bölgedir. Höyük’ün aşağısında yer almakta olup, höyüğün çevresini yaklaşık iki kilometre genişliğindeki bir alan ile çevrelemektedir. Aşağı şehirde yapılan kazılarda dört yapı katı gün yüzüne çıkarılmıştır. Kazılar sonucunda ilk yerleşim katının dördüncü kat olduğu bilinmektedir. Bu katta ele geçirilen eserler el yapımı tek renkli ve çok renkli seramiklerle birlikte, çark tekniği işi Hitit seramiği örnekleridir. Üçüncü katta bulunan çark işi seramiği sayısı artmıştır. Dördüncü ve üçüncü yerleşimlerinde yazılı belgelere rastlanılmadı. En eski yapı katları Asurlu tüccarların ticaret amaçlı geldiği ve yerleştiği ikinci kattın altında yer almaktadır. Karum’da bulunan ilk limu ismine göre ticaretin başlangıcı MÖ 1927’ye tarihlendirilmektedir. Anadolu’da ilk kez yazının görülmeye başladığı tarih ve Anadolu insanının okuma yazmayı ilk kez Kültepe’de öğrenmiş olması bölgenin tarihsel önemini açıkça ortaya koymaktadır. Burada bulunan yazılı belgeler eşliğinde bölgenin mimarisi hakkında şu bilgilere ulaşılabilmektedir. Aşağı şehir olarak adlandırılan Karum’un korunaklı kent surları ile çevrili olduğu bilinmektedir. Ayrıca kral sarayının Kültepe olarak adlandırılan höyük kısmında olması da bu şehrin dış etkenlere karşı korunma ihtiyacı duyduğunu açıkça göstermektedir. Bölge; şehircilik açısından incelendiğinde tepede kral sarayının olması, yöneticilerin sarayda ikamet etmesi, idari birimlerin toplanmış olması ve kentin yönetiminin burada olması önemli bir unsurdur. Aşağı şehirde ise sivil halkın yaşamını devam ettirmesi günlük ihtiyaçlarını karşılayacak birimlerin olması ev, tarım, atölye gibi unsurlarında Karum’da yapılıyor olması, birlikte şehir-devlet anlayışının en net göstergeleridir. Etrafının surlar ile çevrili olması da kale-kent özelliğini göstermektedir. Kent içerisindeki mahallelerin birbirine çok yakın inşa edilmiş olması sokak kavramının bulunması ve bu sokakların bir araba geçecek şekilde inşa edilmiş olması da bu kentin o dönemde gelişmiş olması ile alakalı bir durumdur. Ayrıca sokakların bazı yerlerinin taş bloklar ile kaplanmış olması ve bu kaplamanın altında kanalizasyon sisteminin varlığı yine bu kentin gelişmiş olması ile alakalı bir durumdur. Sokak düzeni incelendiğinde evler birbirine bakar vaziyette birbirine yakın inşa edildiği görülmektedir. Evlerde oturma odaları, yatak odası, mutfak gibi günlük ihtiyacı karşılayacak birimlerin mevcut olduğu görülmektedir. Evlerin genellikle bir üst katının olduğu oturma ve yatak odalarının üst katta mutfak birimlerinin ise giriş katta bulunduğu yapılan kazılar sonucunda anlaşıldı. Mutfak; bir fırın, ocak gibi unsurlar ve yemeklerin hazırlandığı bir birimdir. Kültepe yaşamış olan insanların hayat şartlarını aile düzenlerini ve günlük yaşayış biçimlerini detaylı bir şekilde anlatan 2.000 civarında belge yani çivi yazılı tablet ele geçirilmiştir. Bu belgeler o gün ki dönem şartlarının ne kadar iyi olduğundan ve ne kadar kozmopolit bir şehirde hayat sürdürdükleriyle ilgili sağlam bilgiler vermektedir. Ayrıca burada dikkat çeken bir unsur daha söz konusudur. Tüccarlıkla uğraşan insanların arşivlerinin olduğu ve bu arşiv belgelerini bir oda içerisinde ahşap bir raf üzerindeki kutularda ya da sepetlerde, bazen yerde duran büyük küpler içerisinde muhafaza edildiler. Kültepe’de yapılan kazılar soncunda bu tarz birçok oda bulunmuştur.

Evlerin inşa malzemesi ise o dönem Anadolu’da yaygın olarak kullanılan geleneksel inşa malzemesi olan kerpiçtir. Ölülerini genellikle evlerin zeminine, taş sandukalara, toprak küplere veya doğrudan toprağa gömmüşlerdir. Bu tip ölü gömme biçimleri bütün kültür katlarında bu şekilde görülmektedir.

Kültepe de ticaretin kalbini oluşturan önemli unsur metal üretimi olarak görülmekteydi. Yerleşim yerinde bulunan pek çok atölye de metal üretimi yapılmaktaydı. Atölyelerin mimarisine bakıldığında ise bunlarında evlerden farklı olmadığı anlaşılmaktadır. Atölyeleri birbirinden ayıran temel özellik onların mimarisi değil içerisinde bulunan eritme kapları, üfleme çubukları, körükler, çömlekçi çarkları gibi kullanıma yönelik kalıntılardır. Kazılar yoluyla ele geçirilen metal eşyalar Kültepe koleksiyonunun önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bakır, tunç, gümüş, altın elektrum ve kurşun malzemeden tasarlanmış kaplar, silahlar, kemer tokaları, makaralar, iğneler, insan ve hayvan biçimli figürinler ve çeşitli işlerde kullanılan halkalar bu büyük koleksiyonu oluşturan eserler Anadolu’nun başta Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Kayseri Arkeoloji Müzesi olmak üzere; Türkiye Cumhuriyeti’nin çeşitli müzeleri ile bazı dünya müzelerinde sergilenmektedir. Evlerde bulunan ağırşak ve dokuma tezgâhlarından anlaşıldığı üzere bölgede tekstilinde gelişmiş olduğu söylenebilir. Seramik üretimi bu dönemde Anadolu seramiği, form bezeme repertuarı zenginliği ve çeşitliliği bakımından doruk noktadaydı. Seramikleri form açısından incelendiğinde büyük bir çoğunluğu MÖ 3000 yılının son çeyreğinin başından itibaren Anadolu’da kullanılan metal kapların formlarını taklit edecek şekilde üretilmişlerdir. Çoğu seramik formu ikinci tabakada ortaya çıkmıştır. Bir kısım eserler Koloni Çağı’ndan Eski Hitit Krallık Çağı’na kadar kullanılmaya devam etmiştir. Seramik evanilerin bir kısmı evlerde günlük kullanıma yönelik iken birçoğu da ticarete yönelik üretilmişlerdir. Çömlekçi çarkının yer aldığı atölyelerin varlığından ve çömlek çeşitliliğindeki zengin repertuardan Kaniş’te çömlek ticareti yapıldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu dönemde seramik açısından oldukça önemli bir merkez konumunda olduğu görülmektedir. Ayrıca bu üretim yerinde sadece evani üretimi yapılmamış pişmiş topraktan üretilen kült eşyalarının fazlaca üretildiği tespit edilmiştir. Bu üretimin hiç kuşkusuz ki oldukça dikkat çeken eserleri kutsal kabul edilen içki kapları ve figürinlerdir. Bu eserler form açısından incelendiğinde hayvan biçimli olanları oldukça dikkat çekicidir. Kaplarda kullanılan hayvan biçimleri genellikle gerçekçi formda uygulanmış olup; aslan, antilop, boğa, manda, tavşan, köpek, yaban domuzu, salyangoz, kartal veya keklik gibi çeşitli yırtıcı ve farklı kuş türleridir. Bu tarz hayvansal figürlere sahip seramikleri meyve tabakları, çeşitli kap-kacak, içki ve sunu kapları ve küpler üzerinde görülmektedir. Ayrıca bu dönemde içki kapları rytonlar oldukça önemli bir yer kaplamakta olup, bunların hayvansal formda yapıldıkları gibi çizme, ayakkabı veya çarık formlu içki kapları da yapılmıştır. Bunlardan farklı olarak meyve biçimli kaplara da yer verildiği görülmektedir. Bunlardan en yayın üretim alanı bulanı ise üzüm biçimli kaplardır. Üzüm biçimli kapların ile bolluk ve bereketi simgelemesinden dolayı tasarlanmış olmalıdırlar. Seramik kapların çoğu genellikle boyandıkları görülmektedir. Bu eserler üzerinde çeşitli geometrik desenler ile bezenmiş olmaları ile de dikkat çekmektedirler. Tanrı ve tanrıça tasvirleri dini törenlerde kullanılmaktaydı. Baş tanrıça ya da tanrılar ailesini mitolojik yaratıklarla birlikte betimleyen kurşun figürinler ve onların taş kalıpları Kültepe’de çıkarılan en önemli tasvirli sanat eserleridir. Kültepe kazıları esnasında çıkarılan en önemli arkeolojik eserlerden bazıları da mühürlerdir. Bu mühürlerin Mezopotamya ve Suriye’den Anadolu’ya ithal edilen silindir mühürler ve mühür baskılarıdır. Burada bölgenin kozmopolit bir yapıya sahip olması da mühürcülük üslubunun ve sanatının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bunlar arasında Yerel Anadolu grubu oldukça önemlidir. Bu üslup ikinci katta yeni bir tarza sahiptir. Kültepe ait homojen ve oldukça detaylı sahneler ile kendini belli etmektedir. Tasvirler, törenler av ve savaş sahnelerini kutsal hayvanları üzerinde ayakta duran tanrı alayları tasvir edilmiştir. Bütün boşluklar çeşitli motif ve sembollerle doldurulmuştur. Yerli Anadolu tarzı Kültepe’de doruğa ulaşmıştır. Hitit mühür sanatının temeli Kültepe’de atılmıştır. Damga biçimindeki mühürlerde ise tapınma sahneleri, tanrılar, karışık yaratıklar, çift başlı kartallar, çeşitli hayvanlar ve yıldız gibi değişik motifler yer almaktadır. Kazılarda ele geçirilen sikkeler ise Geç Roma dönemine tarihlendirilmektedir. Ayrıca Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait sikkelerde ele geçirilmiştir.

Bütün bu eserler Anadolu’nun çeşitli müzelerinde sergilenip tarihe ışık tutan birer belge niteliğindedir.

Kültepe, tarihsel çağlar boyunca Anadolu’da yazının ilk kez kullanıldığı bölgedir. Bu durum Kültepe’yi çağdaşı olan diğer yerleşim yerlerinden ayrılmasında en önemli unsur haline getirmektedir. Ticaretin kalbinin bu bölgede atıyor olması, antik çağda gelişmiş şehir devletiyle ve yönetimiyle oldukça ilgi çeken bir yapıya sahiptir. Tarihe bu denli ışık tutan bir bölge Turizm açısından da oldukça önemli bir bölge olarak bilinmektedir. Günümüzde kazıların devam ediyor olması bu bölgede yerli ve yaban bilim insanlarının bilimsel araştırma ve kazı yapma konusundaki girişimleri kayda değerdir. Adeta açık hava müzesi olan Kültepe kalıntıları yerli ve yabancı turistlerinde ilgisini çekmektedir.

Günümüze kadar yapılan kazılar boyunca aşağı şehirde yer alan evlerde yaklaşık 23 bin kil tablet bulunmuştur. Yapılan kazılar ve araştırmaların bir sonucu olarak tabletlerin bu kadar ile sınırlı kalmadığı ve kazılar yoluyla bunlarında gün yüzüne çıkarılacağı arkeologlar tarafından beklenmektedir. Şimdiye kadar ele geçirilen bu belgelerin yaklaşık yüzde 25’i yayımlanmıştır. Okunan belgelerden anlaşıldığına göre bu belgelerin konuları, tüccarların faaliyetlerini yansıtan mektuplar, kontratlar, hukuki belgeler, notlar ve bildirilerden oluşmaktadır. Ayrıca aileler arası antlaşmazlıklar, dan davaları, miras kavgaları gibi konularda da tabletler bulunmuştur. Mektuplar bu tabletler arasında enteresan konuları içerenler de bulunmaktadır. Bunlar borçlar, iş antlaşmaları gibi konular olduğu gibi şahsi ve kişisel duyguları ifade eden mektuplarda bulunmaktadır. Buna örnek olarak da işleri iyi gitmeyen bir kişinin üzgünlüğünü ve kızgınlığını ifade eden bir belge verilebilir. Ayrıca bir hastalıktan bahseden mektuplara da yer verilmiştir.

Kültepe Kaniş Karum’da yapılan kazılar günümüzde halen devam etmektedir. Buradaki yapılan kazılar hem yabancı hem de Türk araştırmacılar tarafından yürütülmüşktür. Ele geçirilen eserler ise gerek yabancı araştırmalar ve Türk araştırmacılar tarafından yayımlanan bilimsel araştırmalar sonucunda tanıtıldı. Bu bölgeden çıkarılan eserler günümüzde yoğun olarak Kayseri Arkeoloji Müzesi, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzeleri’nde sergilenmekte ve depolarında muhafaza edilmektedir. Her iki müzede Türkiye’ye gelen yabancı turistler ve yer turistler tarafından ziyaret edilmektedir. Bu durum Türkiye turizmine büyük katkı sağlamaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar

Dinçer, M. (2011). Asur Ticaret Kolonileri Devrinde (MÖ 1975-1725) Durhumit Krallığı (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Kayseri: Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü; Günbattı, G. (2017), Kültepe- Kaniş Anadolu’da İlk Yazı, İlk Belgeler. Kayseri: Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları; Kulakoğlu, F. & Kangal S. (2010). Anadolu’nun Önsözü Kültepe Kaniş-Karumu. Kayseri: Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları; Lort, B. (2018). Kültepe-Kaniş Kazıları ve Sonuçları (1890-2013) (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Kayseri: (Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Ayrıntılı bilgi için bakınız

Öztürk, G. (2013). Eski Tunç Çağı’nda Kültepe İdolleri (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). (Ankara: Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Öztürk, G. (2019). Yeni Kazılar Işığında MÖ 3. Binyıl’ın Sonunda ve MÖ 2. Binyıl’ın Başında Kültepe Mühür ve Mühür Baskıları (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Türkmen, A.N. (2019). Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda Kültepe Mühür ve Mühür Baskıları Üzerinde Sunak Tasvirleri (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Ankara: Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Arkeoloji Anabilim Dalı.